Kudüs

 

‘’Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim...’’ Selahaddin Eyyubi

KUDÜS GEZİ REHBERİ;

    Müslümanlarca Kudüs, Yahudilerce Yeruşalim ve Hristiyanlarca Jerusalem olarak adlandırılan bu kadim şehir, Orta Doğu'nun Kenan bölgesinde, Akdeniz ile Lut Gölü arasında yer alan Yehuda Dağları’ndaki bir plato üzerine kurulmuş, dünyanın en eski şehirlerinden birisi. İbrahimî dinler olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam için kutsal bir şehir. Uzun tarihi boyunca iki kez yok edilmiş, 23 kez işgal edilmiş, 52 kez saldırıya uğramış ve 44 kez ele geçirilip tekrar kurtarılmış. Şehrin en eski bölümüne, MÖ 4000 yıllarında ilk yerleşim gerçekleşmiş. 1538 yılında Kanuni Sultan Süleyman hükümranlığı altında, şehri çevreleyen Kudüs Surları inşa edilmiş. Bugün bu surlar; Ermeni, Hristiyan, Yahudi ve Müslüman olmak üzere dört çeyreğe bölünmüş olan Eski Şehri çevreliyor. 1981 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları Listesine alınan Kudüs, aynı zamanda Tehlike Altında Olan Dünya Mirasları arasında yer alıyor. Tarihi ve Modern (Eski-Yeni) Kudüs olmak üzere şehir iki parçaya ayrılmış durumda, tabi Yeni Kudüs Eski Kudüs’ün sınırlardan çok daha büyük. Sünni Müslümanlar için Mekke ve Medine’den sonra Kudüs üçüncü en kutsal şehir. 

    Yehoşua (Yeşu – Joshua) liderliğinde Filistin ile savaşan ve en nihayetinde buraya yerleşmeyi başaran İsrailoğulları, sonraki yıllarda Kral (Hz.) Davut ile Kudüs'e tam olarak hakim olmuş. Çocukluğunda bir çoban olan Davud, ilerleyen yıllarda İsrail kabilelerini hem dini hem de sosyal anlamda bir araya getirmiş ve kurduğu askeri birlikler ile İsrailoğullarını güçlü bir toplum haline getirmiş. Ordusu ile birlikte Kudüs’e saldıran ve ele geçirmeyi başaran Hz. Davud, şehrin doğusunu kraliyet merkezi ve batısını ise kışlalar kurarak askeri bir merkez yapmış. İçerisinde 10 Emir’in bulunduğu Ahid Sandığı’nı, artık korunaklı denilebilecek bu tepe üzerine inşa edilecek olan bir mabede yerleştirmek istemiş ancak tanrıdan gelen emirle bu görevi oğlu olan (Hz.) Süleyman’a bırakmak zorunda kalmış. Babasından düzenli, güçlü ve zengin bir ülke devralan Süleyman, bugün Mescid-i Aksa denilen yere Hz. (Kral) Davud’un yapmayı planladığı, Süleyman Mabedi adını alacak olan mabedi inşa etmiş ve Ahid Sandığı’nı yerleştirmiş. Sadece mabed değil bir de saray yapmış. Böylece artık bu tepe ve şehir, hem dini hem sosyal hem de ticari anlamda dönemin en önemli şehri olma unvanını almış.

    Hz. Süleyman'ın vefatından sonra istikrar kaybolmuş ve Davud’un kurduğu devlet bölünmüş. Kuzeyde yaşayan 10 kabile Yeroboam öncülüğünde bugün Nablus olarak bildiğimiz Şekem (Shechem) şehrinde İsrail Krallığı’nı kurmuşlar. Güneyde kalan iki kabile ise Hz. Süleyman'ın oğlu Rehoboam liderliğinde, merkezi Kudüs olan Yahuda Krallığı'nı devam ettirmişler. Bu bölünme ile hem askeri hem de coğrafi gücünü kaybeden İsrail Krallığı M.Ö 722 yılında dönemin en güçlü devleti olan Asurlular tarafından fethedilmiş ve burada yaşayan kabileler sürgüne gönderilirken güneyde bulunan Yahuda Krallığı da vergiye bağlanmış. Yaşadıkları sıkıntılardan dolayı tanrıya olan inançlarını kaybeden Yahudiler, Asur putlarına tapmaya başlamışlar. Kral Yoşiya ve Peygamber Yeremya’nın çabaları ile toparlanmaya çalışan Kudüs, M.Ö 602 yılında da Babil Devleti’nin egemenliği altında girmiş. Daha fazla boyunduruk altında yaşamak istemeyen halk, Babillere karşı büyük bir isyan başlatmış ancak Babil Kralı Nebukadnezzar (Buhtunnasır) bu isyanı bastırmakla kalmamış, Kudüs’ü taş üstünde taş bırakmayacak şekilde yerle bir etmiş. Bu yıkımda Süleyman Mabedi ve Süleyman Sarayı da tamamen yok olmuş. Hırsını alamayan Nebukadnezzar, M.Ö 586 yılında tüm halkı Babil’e sürmüş. Yaklaşık 50 yıl sürgün hayatı yaşayan Yahudi halkı, Babil İmparatorluğu’nun Persler tarafından yıkılmasıyla birlikte Pers Kralı Koreş'in (Kiros - Cyrus) izni ile tekrar Kudüs’e dönmüşler. Pers Kralı’nın izniyle Kudüs'e geri dönen Yahudiler, M.Ö 516 yılında 2. Süleyman Mabedi’ni (ikinci mabed) inşa etmişler. M.Ö 332 yılında Büyük İskender idaresinde olan Makedonyalılar Kudüs’ü ele geçirmişler. İskender’in ani ölümünden sonra yapılan toprak paylaşımında ise önce Ptolemi Hanedanlığı'nın, daha sonra Selevki Hanedanlığı’nın hakimiyetine girmişler. Selevkilerin pagan ritüellerine ve Kudüs’ü putlarla doldurmalarına daha fazla katlanamayan halk isyan etmiş ve İkinci Süleyman Mabedi’ni putlardan temizlemişler. Yeniden ibadete açılan mabetteki şamdanları yakmak için yalnızca bir günlük zeytinyağı bulunabilmiş ancak tam 8 gün hiç sönmeden yanmaya devam etmiş. Yahudiler bu olaya ithafen her sene; İbrani takvimine göre Kislev'in (Aralık) 25. günü başlayıp sekiz gün süren, Işık Bayramı ya da Yeniden Adanma Bayramı olarak da anılan Hanuka Bayramı’nı kutlamaya başlamışlar.

    Musevilikte Hanuka Bayramı'nda yakılan Menora'ya benzeyen fakat fazladan iki kolu daha olan 9 kollu şamdana Hanukiya deniliyor. Hanukiya, bayramın başladığı günden itibaren her gün özel bir dua ile evin bütün fertleri tarafından yakılıyor. İlk gün 1 mum ve Şamaş olmak üzere 2 mum, 2. gün 2 mum ve Şamaş olmak üzere 3 mum, 3. gün 3 mum ve Şamaş olmak üzere 4 mum ... 8. gün 8 mum ve Şamaş olmak üzere 9 mum yakılıyor. Böylece bir Hanuka boyunca toplam 44 mum yakılmış oluyor. Tıpkı Şabat gibi Hanuka Bayramı’nda da bazı kurallar var; Hanukiya yakıldıktan sonra mumlar bitene kadar söndürülmez, Hanukiya en az yarım saat yanmalıdır ancak Cuma geceleri güneş batmadan yarım saat önce yakılması gerektiğinden cumaları en az bir saat yanmalıdır, yanar haldeki bir Hanukiya hareket ettirilmez, yanan bir Hanukiyanın ışığından istifade edilmez bu yüzden odada başka bir ışık açık bırakılmalıdır, Hanukiyanın bir kandilini yakmak için diğer kandilden yararlanılmaz.

    Devam eden yıllarda Ferisi ve Saduki denilen Yahudi cemaatlerinin ve yönetimdeki kardeşlerin çekişmeleri sonucu istikrar kaybedilmiş ve Kudüs M.Ö 63 yılında iç karışıklıktan faydalanan Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyetine girmiş. Kudüs’e hem yeni bir çehre kazandırmak hem de kendinden bir iz bırakmak isteyen Yahudi Vassalı Herod; bir kraliyet sarayı ve hisar inşa ettirmiş ayrıca ikinci mabedin Davut'un tarzına uygun yenilenmesini ve etrafının büyük taşlarla çevrilmesini sağlamış. İşte günümüze ulaşmayı başaran, Yahudilerin önünde ağlayarak dua ettikleri Ağlama Duvarı, aslında Herod tarafından mabedin etrafına yaptırılan bir istinat duvarı. Herod’un ölümünden sonra Kudüs’te büyük bir kargaşa baş göstermiş ve çıkan isyan Roma ordusu tarafından bastırılmış. Tam da bu dönemde Hz. İsa’nın Beytüllahim şehrinde doğup, bir yetişkin olarak Kudüs’e gelmesiyle birlikte artık Kudüs, sonsuza kadar hafızalardan silinemeyecek bir şehir olmuş. Yahudileri sapkın inançlarından vazgeçirmek isteyen ve Hristiyanlık adında yeni bir dinin öğretilerini yaymak için şehrin dört bir yanında vaazlar veren Nasıralı İsa, Kudüs’te yaşayan ve amiyane tabirle ‘yolunda’ olan Yahudi grupları fazlaca rahatsız etmiş. Bir araya gelen bu gruplar, yaptıkları istişareler sonucunda İsa’nın ölmesi gerektiğine kadar vermişler çünkü İsa’nın çevresi her geçen gün kalabalıklaşıyor ve insanlar bilinçlenmeye başlıyormuş. İsa’nın, ‘’Ben Tanrı’nın oğluyum’’ dediğini duyan hahamlar, İsa’yı yargılamak için ihtiyaçları olan sebebi bulduklarını ve artık yakalanması gerektiği kanısına varmışlar. Hz. İsa’nın 12 havarisinden birisi olan Yahuda, İsa’ya ihanet ederek 30 gümüş Dinar karşılında bu göreve talip olmuş ve Ferisiler’den (ekonomik gücü sonuna kadar kullanan radikal Yahudi grup) oluşan bir grup ile birlikte İsa’yı aramaya koyulmuş. İsa’nın Getshemane Bahçesi’nde olabileceğini düşünen Yahuda, Ferisilere ‘’Oraya gittiğimizde ben kimi öpersem bilin ki İsa o’dur’’ demiş ve böylece İsa’nın yakalanmasını sağlamış. Yahudi hahamlardan oluşan ve Yahudilerin en yüksek mahkemesi konumunda olan Sanhedrin denilen Yahudi Konseyi’nin ‘yolunda’ olan üyeleri, nispeten daha dürüst sayılabilecek ve karşı oy kullanabilecek potansiyelde olan üyelere haber vermeden, gece yarısı toplanarak İsa’yı yargılamış ve idam edilmesi gerektiğine karar vermişler. Sanhedrin denilen mahkemenin ölüm cezası verme yetkisi olmadığı için farklı bahanelerle İsa’yı Roma Valisi’nin huzuruna çıkarmışlar. Roma Valisi Pilatus her ne kadar İsa’nın masum olduğunu düşünse de Yahudi grupları karşısına almak istemediği için 33 yılında İsa’nın çarmıha gerilerek idam edilmesine karar vermiş. İlerleyen yıllarda Roma valisinin kötü yönetimini bahane eden halk ayaklanmış ve büyük bir isyan çıkmış. M.S 70 senesinde Romalı General Vespassian ve oğlu Titus, orduları ile birlikte Kudüs’e gelerek isyanı bastırmış ve şehri yerle bir etmişler. Bu yıkımdan İkinci Süleyman Mabedi de nasibini almış ve toz duman olmuş. Titus, Roma’ya isyan edenlerin başına gelebileceklerini göstermek için yani ibret-i alem için İkinci Süleyman Mabedi’nin bugün Ağlama Duvarı olarak bilinen istinat duvarını ayakta bırakmış.

    Roma İmparatoru Hadrian, M.S 117 yılında yaptığı Kudüs ziyaretinde şehrin Roma mimarisine uygun olarak yeniden inşa edilmesini emretmiş ve şehrin adını değiştirmiş. Kudüs’ün adının değiştirilmesinden ve sokakların, tapınakların putlarla doldurulmasına karşı çıkan halk 132 yılında Şimon Bar Kohba öncülüğünde ayaklanmış ve Kudüs putlardan temizlenmiş. Yaklaşık 3 yıl süren özgürlük, Roma’nın şehre tekrar hakim olmasıyla son bulmuş. Kudüs’ü ele geçiren Romalılar tüm Yahudileri sürgün etmiş ve sadece senede bir gün dua etmek için şehre girmelerine izin vermiş. M.S 138 yılından, Hz. Ömer’in Kudüs’ü fethettiği yıl olan M.S 638 yılına kadar Yahudiler Kudüs’e girememişler. Hz. Ömer fetihten sonra Yahudilerin Kudüs’e girmelerine ve ibadet etmelerine izin vermiş. Mescid-i Aksa’yı bir mescit yaptırarak ihya eden Hz. Ömer’in döneminde Kudüs huzur içinde yaşamış. Roma'nın Batı ve Doğu Roma (Bizans) olmak üzere ikiye ayrılmasıyla Kudüs, Doğu Roma yani Bizans’ın hâkimiyetine geçmiş. Hristiyanlığı kabul eden ilk Roma İmparatoru I. Konstantin, M.S 330’lu yıllarda Kudüs'te Hıristiyanlara ait kutsal mekânları tek tek tespit etmiş ve İsa'nın doğduğu yere Doğuş Kilisesi, havarileri ile oturup sohbet ettiği mağaranın üzerine Havariler Kilisesi, çarmıha gerildiği yere Kutsal Mezar Kilisesi ve mezarının bulunduğu yere ise Anastasis Kilisesi inşa ettirmiş. Sadece kiliseler değil aynı zamanda dünyanın dört bir yanından Kudüs'e gelen Hıristiyanların konaklaması için misafirhaneler ve dini eğitim almaları için de manastırlar inşa ettirmiş. Tüm bu gelişmelerden sonra Kudüs artık Hristiyanlar için vazgeçilemez bir şehir haline gelmiş.

    Tarihler 2 Ekim 1187’yi gösterdiğinde Selahaddin Eyyubi, 20 Eylül’de başlatmış olduğu kuşatma neticesinde Kudüs’ü aslında bir Fransız soylusu olan komutan İbelinli Balian’dan teslim almış. Hristiyan etkisinde kalan Kudüs, Selahaddin'in Hittin Savaşı galibiyeti ile Kudüs'ü almasıyla birlikte artık İslami bir çehreye sahip olmaya başlamış. Kadim şehirde birçok sebil, mescit ve medrese yaptıran Selahattin Eyyübi, aynı zamanda Mescid-i Aksa’ya tehdit oluşturabilecek kapıları taşla ördürerek kapattırmış ve diğer tüm yapılar üzerinde de geniş çaplı bir restorasyon çalışması başlatmış. Selahattin Eyyubi'nin vefatıyla ise Kudüs tekrar 11 yıl süren bir Haçlı hakimiyetine girmiş. 1244 yılında Salih Necmettin Eyüp daha sonra Moğollar tarafından ve son olarak 1259 yılında Ayn Calut Savaşı'yla Memlûkler'in eline geçen Kudüs, 1516 yılının Aralık ayında Yavuz Sultan Selim'in talimatı ve Veziriazam Sinan Paşa önderliğinde Memlüklüler’den alınmış ve Osmanlı hakimiyetine geçmiş. Yavuz Sultan Selim, Mercidabık Savaşında Memlüklüleri yendikten sonra tüm Şam bölgesini Osmanlı topraklarına katmış ve 1516 yılında Kudüs şehrine gelerek Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmiş. Her ne kadar Kudüs halkına ekonomik reformlar ve düzenlemelere kadar birçok konuda söz verdiyse de Kudüs’ü teslim almasından kısa bir süre sonra, 1520 yılında vefat etmiş. Kendinden sonra gelen Kanuni Sultan Süleyman, 1538 yılında başlattığı proje ile adeta Kudüs’ü baştan sona yenilemiş. Kudüs şehrinin surlarını ve Kudüs Kalesi’ni komple elden geçirtmiş, çok sayıda çeşme yaptırmış, Kubbet’üs Sahra’nın yer döşemesini yaptırmış, Mescid-i Aksanın surlarını ve kapılarını restore ettirmiş, Silsile Kubbesinin fayanslarını yeniletmiş ayrıca Kanuni’nin eşi olan Hürrem Sultan da kendi adını taşıyan, çok sayıda fakirin yemek ve diğer ihtiyaçlarının karşılandığı bir tekke inşa ettirmiş. Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra Sultan 4. Murad, Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve 2. Abdülhamid Han da Kudüs’e hizmetlerde bulunmuş.

    Tam 401 yıl boyunca barış ve huzur içinde yaşayan Kudüs, oldukça vahim bir ihanet sonucunda Osmanlı’nın elinden çıkmış. Neredeyse tüm ham madde ihtiyacını, sömürgesi olan Hindistan’dan karşılayan İngiltere, Hindistan yolunu güvence altına almak için Orta Doğu’yu ele geçirme planları yapmış. Bu planlar neticesinde ünlü İngiliz casus Arabistanlı Lawrence, Ürdün’e gönderilerek halkı örgütleyip isyana teşvik etmesi yönünde talimat verilmiş. Lawrence, Şerif Hüseyin isyanı adıyla bilinen Arap isyanlarını başlatmış ve bunun sonucunda Osmanlı’nın Ortadoğu’da sahip olduğu topraklar elden çıkmış. Kudüs, 9 Aralık 1917 yılında İngilizlerin eline geçmiş, ilerleyen yıllarda Filistin bölgesi İngiliz hakimiyeti altında yönetilmiş ve ardından ifade edildiği gibi herhangi bir bağımsızlık verilmemiş.

    Filistin'de İngiliz manda rejiminin sona ermesinin hemen ardından 14 Mayıs 1948'de, Tel-Aviv'de toplanan Yahudi Millî Konseyi, yayınladığı bir bildiri ile İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etmiş. Yeni kurulan devletin sınırlarıyla ilgili, “Eretz İsrail” dışında hiçbir bildiri yokmuş. Bunun hemen ardından ABD ve ertesi gün de Sovyetler Birliği İsrail'i tanıdığını açıklamış. Bu gelişmelerin öncesinde ise İngiliz birlikleri bölgeyi terk etmeye başlamışlar. 15 mayıs 1948 tarihinde, Arap Birliği sekreterinin, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine gönderdiği bir telgrafta; Arap ülkelerinin, Filistin’de barışın, güvenliğin, hukuk ve düzenin tekrar kazanılması için, kendilerini müdahale için zorunlu hissettiklerini belirtmiş. Aynı mesajda, Arap hükümetlerinin, Londra Konferansında ve Birleşmiş Milletler’de de belirttikleri gibi, çözümü, demokratik prensiplere dayanarak kurulmuş Filistin Birleşik Devletleri olarak gördüklerini belirtmiş. İsrail Devleti’nin kuruluşunun ilan edilmesinden birkaç saat sonra Arap Birliği İsrail'e savaş açmış. Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak kuvvetleri üç yönden saldırıya geçerek önemli ilerlemeler kaydetmişler ancak İsrail'in planlı savunması üzerine savaş Arapların aleyhine dönmüş. İsrail, savaş sonunda 1947'de taksim planı ile elde ettiği %56’lık Filistin toprağını %78’e çıkarmış. Batı Şeria Ürdün kontrolüne ve Gazze Şeridi ise Mısır kontrolüne bırakılmış. Filistinli Araplar, kendi topraklarını, sonra dönebileceklerine dair aldıkları sözlere dayanarak, İsrail güçleri ve Yahudi silahlı kuvvetlerinin saldırılarından dolayı terk edip ‘Filistinli mülteciler’ olmuşlar. 700,000 Filistinli, evlerini terk etmek zorunda kalarak komşu ülkelere veya Arapların yoğun olduğu bölgelere sığınmışlar. Yurtlarını terk eden Filistinliler'den 250,000’i Gazze’ye yerleştirilmiş. Savaş, 1949 yılında İsrail’in Arap komşularıyla ateşkes anlaşmaları imzalamasıyla sona ermiş. Filistinlilerin başka ülkelere göçü ve Yahudilerin Filistin’de gün geçtikçe artan nüfusu, demografik yapının bölgenin yerleşik halkı olan Araplar aleyhine dönüşmesine neden olmuş ve bugüne kadar süregelen Filistinli mülteciler sorunu başlamış. Benzer şekilde, birçok Arap ülkesi kendi yerel Yahudi nüfuslarına yönelik ayrımcı politikalar yürütmeye başlamışlar. 1948 yılındaki Arap-İsrail savaşı esnasında, Arap ülkelerindeki Yahudilerin durumları oldukça kötüye gitmiş. Aralık 1947’de Arap dünyasında büyük anti-Yahudi ayaklanmalar patlak vermiş ve Yahudi toplumları birçok ölü ve yararlının bulunduğu Suriye ve Aden gibi Arap şehirlerinde ciddi şekilde kötü etkilenmiş. 1948 yılının ortalarında, Arap ülkelerindeki Yahudi toplumlara saldırılar gerçekleştirilmiş ve statüleri kötüleştirilmiş. Uzun senelerdir yaşadıkları İslam ülkelerinden sökülüp, Arap-İsrail Savaşı’nın politik mültecileri olmuşlar. Sonuç olarak birçok Arap ve İslam ülkelerinden zorunlu göçe zorlanmışlar. Libya’da Yahudilerin vatandaşlıkları ellerinden alınmış ve Irak’ta mal varlıklarına el konulmuş. 1956 yılında Mısır, Yahudi nüfusunun büyük bir kısmını ülkeden kovmuş ve Cezayir ise egemenliğini 1962 yılında ilan etmesiyle birlikte, Yahudilerin vatandaşlıklarını ellerinden almış. Yahudilerin büyük bir kısmı göçe zorlanmış ve bir kısmı da ideolojik sebeplerle göç etmiş. İsrail savaş sonunda savaştığı her Arap ülkesi ile ayrı ayrı ateşkes anlaşmaları imzalamış. Savaşa girmiş olan Ürdün Batı Şeria'ya, Mısır da Gazze Şeridi'ne asker yığmış. Kudüs'ün kontrolü ise batıda İsrail, doğuda Ürdün arasında bölünmüş. Gazze ise Mısır'ın olmuş. 1948 savaşı sonrasında savaşa katılan Arap ülkelerinde siyasi rejim değişikliğine varan karışıklıklar yaşanmış. En önemli değişiklik Mısır'da gerçekleşmiş. Mısır'da Kral Faruk bir darbe ile tahttan indirilerek yerine General Necib getirilmiş. Savaştan en karlı çıkan taraf ise İsrail olmuş. 1914’te 85.000, 1943'te 539.000, 1946’da 608.000, 1947’de 650.000 olan Filistin'deki Yahudi nüfusu, savaş sonrası anlaşmaların imzalandığı 1949 yılında 758.000’e ulaşmış. Ürdün de İsrail'den sonra en çok toprak kazanan ülke olmuş.

    1967 yılında yaşanan ve Altı Gün Savaşı olarak da bilinen Arap-İsrail Savaşı, 5 Haziran 1967 tarihinde İsrail ile Arap komşuları olan Mısır, Ürdün ve Suriye arasında başlamış. Arap İttifakı'na Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir de asker ve silah yardımıyla katılmış. İsrail'in kesin üstünlüğü ile biten savaşın sonunda Mısır'dan Sina Yarımadası'nı, Suriye'den Golan Tepeleri'ni ve Filistin'in Gazze Şeridi ile Batı Şeria topraklarını alan İsrail topraklarını dört katına çıkarmış. Savaş sonrasında Sina Yarımadası'ndan Mısır lehine çekilen İsrail ilerleyen dönemlerde diğer toprakları ilhak ettiğini açıklamış. Bu kararları tanınmadığı gibi, İsrail'in BM Kararlarını da uygulamaması sonraki dönemde bölgede birçok sorunun kaynağını oluşturmuş. Savaş sonrasında toplanan BM Güvenlik Konseyi'nde Türkiye arabulucu olarak davet edilmiş ve konseyde İsrail'i destekleyen bir tutum sergilemiş. 1968'den bu yana Doğu Kudüs'te 19 yasa dışı yerleşim yeri inşa eden İsrail, bu yerlere 200 binden fazla Yahudi’yi yerleştirmiş. Tüm bu gelişmeler sebebiyle Kudüs'teki Filistinliler ile Yahudilerin nüfus oranındaki denge bozulmuş. Bugün itibariyle 850 binden fazla nüfusa sahip şehirde 316 bin Filistinli ikamet ederken, nüfusun geri kalanını ise Yahudiler oluşturuyor. Kudüs'te Filistinlilerin ev yapması çeşitli bahanelerle engelleniyor, ruhsat verilmiyor ve Filistinlilere ait 20 bin ev ruhsatsız olduğu iddiasıyla İsrail güçlerince yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. Belediye ekipleri zaman zaman bu evleri yıkıyor ve yıkım masraflarını da Filistinlilere ödetiyor. Bugün Batı Şeria'da yaşayan 3 milyona yakın Filistinli, İsrail'in etraflarına ördüğü duvardan dolayı Kudüs'e giremiyor. Abluka altındaki Gazze Şeridi'nde yaşayan 2 milyon Filistinlinin de Kudüs'e girmesi yasak. Yaklaşık 5 milyon Filistinli ise çeşitli Avrupa ve Orta Doğu ülkelerinde hayatlarına mülteci olarak devam ediyorlar.

    Günümüzde İsrail’in temel kanunları, Kudüs’ü İsrail’in ‘bölünmez başkenti’ olarak kabul ediyor. Başta Birlemişmiş Milletler olmak üzere uluslararası toplumlar, son işgali kabul etmeyip Doğu Kudüs’ü, İsrail işgali altında olan Filistin sınırı olarak tanımlıyor. Uluslararası toplum Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımıyor ki zaten daha evvel yapılan anlaşmalar da Kudüs’te hiçbir elçiliğin bulunamayacağına işaret ediyor. Tüm bunlara rağmen İsrail Devleti’nin Knesset denilen parlamentosu, Başbakan ve Başkan köşkleri ile Yargıtay kurumu Kudüs’te bulunuyor. Tarihi noktaların haricinde ise Kudüs’te; İbrani Üniversitesi, İsrail Müzesi, Kutsal Topraklar Müzesi ve Yad Vashem Müzesi gibi müzeler yer alıyor.

ULAŞIM: Filistin, İsrail hakimiyeti altında olan bir ülke olduğu için ülkemizden Kudüs’e gitmek isteyenlerin ilk önce Tel Aviv’e ulaşması gerekiyor. Türkiye’den direkt olarak Kudüs de dahil olmak üzere Filistin’in herhangi bir şehrine ulaşım sağlayamazsınız. Önce Tel Aviv’e gidecek, ardından otobüs, dolmuş, taksi veya trenle Kudüs’e geçeceksiniz. Eğer Ürdün’den geçecekseniz, ilk önce Akabe şehrine gitmeniz, oradan da taksi veya dolmuşla İsrail’in Eilat şehri sınırında bulunan gümrük kapısına ulaşmanız gerekiyor. Eilat şehrinden de yine otobüs, dolmuş veya taksiyle Kudüs’e gidebilirsiniz. Ürdün için bir diğer alternatif de Amman veya İrbid şehirlerinden taksiyle gidebileceğiniz Jordan River Border Crossing. Bu gümrük kapısından geçtikten sonra da taksi veya dolmuşla Kudüs’e ulaşabilirsiniz.

    Türkiye’den Tel Aviv’e ulaşmak için en kolay yöntem havayolu kullanmak. İstanbul Havalimanı ve Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan; Türk Hava Yolları ve Pegasus Havayolları firmalarının direkt seferleri mevcut. Uçuş süresi ise yaklaşık 2 saat. Pegasus’ta bilet fiyatları aktarmasız tek yön 400-500 Türk Lirası civarında. Türk Hava Yolları’nda ise tek yön fiyatlar 800-1000 TL arasında değişiyor. Avrupa’nın tüm ülkelerinden Tel Aviv’e direkt uçuş ile ulaşmanız mümkün. Örneğin Atina’dan Aegean Airlines ile aktarmasız olarak Tel Aviv’e gidebilirsiniz. Uçak seferleri ile alakalı detaylı bilgileri Skyscanner adresinden öğrenebilir ve online olarak biletinizi satın alabilirsiniz.

    İsrail’in uluslararası havalimanı olan Ben Gurion Havalimanı, Tel Aviv şehir merkezinden yaklaşık 10 kilometre uzaklıkta bulunuyor. Havalimanından şehir merkezine ulaşmak için otobüs, tren, taksi ve dolmuş olmak üzere dört farklı alternatifiniz mevcut. Bunların içerisinde en mantıklı olan ise tren kullanmak. Havalimanının en alt katından bineceğiniz trenler ile yaklaşık 50 dakikalık bir yolculuk sonrasında şehir merkezinde yer alan Tel Aviv Savidor Center isimli durağa ulaşabilirsiniz. Bilet ücreti tek yön 13.5 Şekel. Eğer otobüsle gitmek isterseniz; terminalin dışına çıkıp bir üst kata çıktığınızda otobüs duraklarını göreceksiniz, burada bulunan bilgilendirme panolarından hangi otobüsün nereye gittiğini öğrenebilir ve size uygun olan otobüse binebilirsiniz. Otobüslerin tek yön bilet ücreti 6 Şekel. Havalimanından şehir merkezine taksi ile gitmek isterseniz yine çıkış kapısında göreceğiniz taksiler ile pazarlık yapabilirsiniz. İsrail vatandaşları şehir merkezine taksi ile 90-100 Şekel’e gidebiliyorken taksiciler turistlerden en az 200 Şekel talep ediyorlar. Pazarlık yaparak bu fiyatı 120-130 Şekel’e düşürebilirsiniz. Fiyatta anlaştıktan sonra taksici fiş kesiyor ve ödeme bu fişe göre yapılıyor, yani kazıklanma ihtimali yok. Ne kadara anlaşırsanız ve fişte ne yazarsa, o kadar ödeyeceksiniz. Şehir merkezinden havalimanına gitmek için de aynı alternatifleri kullanabilirsiniz. Örneğin benim de konaklamış olduğum Abraham Hostel’de konaklarsanız, yürüyerek yaklaşık 20-25 dakikada tren istasyonuna ulaşabilir ve buradan trene binerek kolayca havalimanına gidebilirsiniz. En kötü ihtimalle taksiye biner ve sizi tren istasyonuna bırakmasını istersiniz. Eğer konakladığınız yere yakın otobüs durağı varsa, buradan havalimanına giden otobüslere binebilirsiniz.

    Eğer Tel Aviv’e indikten sonra benim yaptığım gibi direkt olarak Kudüs’e geçmek isterseniz; ya en alt katta yer alan istasyondan trene binecek ya çıkış kapısında göreceğiniz minibüslere binecek ya da üst katta bulunan 485 numaralı otobüsü kullanacaksınız. Servislerin ücreti 70 Şekel, otobüslerin ücreti ise 16 Şekel. Yolculuk ortalama 1 saat sürüyor. Yalnız minibüs şoförlerine dikkat edin; ben Filistinli minibüs şoförü ile Kudüs’te bulunan hostelimin kapısına kadar bırakması karşılığında 70 Şekel ödemek için anlaştım ama şoför beni hem hostelime uzak bir konumda kalan Kudüs Şam Kapısı önünde bıraktı hem de benden zorla 80 Şekel ödeme aldı. İlk başta vermek istemedim ama çok çirkef birisi çıktı ve bağırıp çağırmaya başladı. Ben de daha ilk dakikadan 10 Şekel için problem yaşamayayım diye sineye çektim. Siz siz olun, ödeme konusunda işinizi garantiye alın. Trenler Ben-Gurion Havaalanı İstasyonu ile Kudüs Yitzhak Navon İstasyonu arasında çalışıyor ancak ilerleyen yıllarda Tel Aviv-Savidor Merkez İstasyonu ve Herzelia İstasyonu'nda da durması planlanıyor. Kudüs-Ben-Gurion Havalimanı arası yaklaşık 25 dakika, Kudüs-Tel Aviv (HaHagana İstasyonu) arası ise yaklaşık 45 dakika sürüyor.

    Eğer Kudüs’e Tel Aviv şehir merkezinden gidecekseniz, iki farklı otobüs seçeneğiniz var. Birincisi; Tel Aviv Merkez Otobüs Terminali’nin 6. katında bulunan 603-607'den arası platformlardan hareket eden son durağı Kudüs Otobüs Terminali olan 405 numaralı otobüs. İkincisi ise merkez tren garının hemen önünde yer alan Tel Aviv Arlozoroff Otobüs Terminali'nden hareket eden ve son durağı Kudüs Merkez Otobüs Terminali olan 480 numaralı otobüs. Her iki otobüs de Şabat zamanında yani Cuma gün batımından Cumartesi gün batımına kadar hizmet vermiyor. Yolculuk yaklaşık 1 saat sürüyor, otobüsler her 10 dakikada bir hareket ediyor, tek yön bilet ücreti 18 Şekel ve gidiş-dönüş ise 30 Şekel. Otobüslerde wi-fi bulunuyor ve mola vermeden direkt olarak gidiyor. Kudüs'ten Tel Aviv'e yine aynı numaralı otobüsler gidiyor. "Tachana Mercazit" olarak bilinen Kudüs Otobüs Terminali şehir merkezine yakın bir konumda ancak yürümek istemezseniz tramvay ile kapısına kadar gidebilirsiniz. Kudüs Otobüs Terminali’nde 405 numaralı otobüsler 315 numaralı platformdan ve 480 numaralı otobüsler ise 316 numaralı platformdan hareket ediyor. Biletler otobüs kaptanından alınıyor ve dilerseniz kartla da ödeyebiliyorsunuz. Eğer Isıc kartınız veya herhangi bir öğrenci kimliğiniz varsa mutlaka ibraz edin ve öğrenci indirimi isteyin. Tel Aviv Otobüs terminalinde inen bütün yolcular X-ray cihazından geçiyor ve çantalar aranıyor, aklınızda olsun.

    Yukarıda da bahsettiğim üzere; Kudüs ile Tel Aviv arasında bir de hızlı tren hizmet veriyor. Tren şu anda sadece güney Tel Aviv'deki Hagana tren istasyonunda duruyor ancak yakında Savidor Merkez Tel Aviv tren istasyonuna, Tel Aviv'deki diğer istasyonlara ve Herzliyah'a uzatılacak. İki şehir arasındaki seyahat süresi trenle sadece 30 dakika sürüyor. Pazar-Perşembe arası 06:20-21:30 saatleri arasında, her iki saatte bir hareket ediyor. Cumartesi geceleri ise 21.50’den sonra hizmet veriyor. Eski Şehir kısmı zaten araçlık bir yer değil, Yeni şehir için de toplu taşımaya ihtiyaç duyacağınızı sanmıyorum ancak olur da kullanmak isterseniz toplu ulaşım için otobüs, dolmuş, tramvay ve taksi gibi her türlü seçenek mevcut. Tramvay ve otobüslerin tek kullanımlık bilet ücreti 5.90 Şekel ve eğer toplu taşıma kartı alırsanız bu ücret 5 Şekel’e düşüyor. Yafa Kapısı’nın hemen karşısında yer alan Yafa Caddesi Yeni Kudüs’ün kalbi diyebilirim. Bu cadde ve çevresinde gezecekseniz toplu taşımaya ihtiyacınız yok ama Kudüs düz bir şehir değil, eğer merkezin dışında veya yüksek bir tepede yer alan noktalara gidecekseniz otobüse veya taksiye binmenizi tavsiye ederim. Eğer El Halil, Nablus veya Beytüllahim gibi Filistin şehirlerine gitmeyi düşünüyorsanız; ya ortaklaşa taksi tutacaksınız ya otobüs terminalinden Egged Ta'avura firmasına ait otobüslere bineceksiniz ya da Şam Kapısı önünde göreceğiniz sarı renkli dolmuşları kullanacaksınız. Yolculuk yaklaşık 50 dakika sürüyor toplu taşıma ücretleri ise 25-35 Şekel arası değişiyor. Dilerseniz otobüs veya dolmuşla önce Beytüllahim’e gidebilir, orada gezdikten sonra yine otobüs veya dolmuşla El Halil’e geçebilirsiniz.

KONAKLAMA: Diğer yazılarımda da belirttiğim üzere hem ucuz hem de eğlenceli bir ortama sahip olduğu için konaklama tercihimi çoğu zaman hostellerden yana kullanıyorum. Sizlere de böyle yapmanızı tavsiye ederim. Ben başta Eski Kudüs olmak üzere gezilecek her yere yürüyerek kolayca ulaşabileceğiniz bir konuma sahip olan Abraham Hostel Jerusalem isimli hostelde kaldım. Şehrin en popüler caddesi olan Jaffa Caddesi’nin hemen başında yer alıyor. Kudüs’te konaklama yapabileceğiniz en iyi hostellerden birisi ki zaten rezervasyon sitelerinden de anlaşılacağı üzere en çok tercih edilen hostel burası. Açık büfe kahvaltı da dahil olmak üzere her türlü imkanı mevcut, konumu güzel, ortamı eğlenceli ve en önemlisi de fiyatları oldukça uygun. Eğer konaklama planınız hostelde kalmaksa burayı tercih edebilirsiniz. Seyahatinizi daha düşük bütçeler ile tamamlamak istiyorsanız hostelin mutfağında yemeğinizi yapabilirsiniz. Odaları ve banyoları gayet temiz ayrıca güvenlikle alakalı da herhangi bir sorun yaşamazsınız. Gecelik ücreti yaklaşık 20 Euro ve sırt çantası ile gezenler için en ideal konaklama noktalarından birisi diyebilirim. Terasında güneşlenebilir veya içkinizi yudumlarken hostelde kalan diğer gezginler ile kaynaşabilir, ortak alanında bilardo oynayabilir, barda takılabilir veya minderlerde oturup internette sörf yapabilirsiniz.

    Bir diğer popüler hostel olan The Post Hostel de şehrin en iyilerinden birisi. Konum olarak Kudüs’ün eski şehir bölümüne Abraham Hostel’den çok daha yakın. Şehrin en popüler caddesi olan Yafo (Jaffa) Caddesi üzerinde bulunuyor. Tek kişilik ve çift kişilik odalarının lüks bir otel odasından hiçbir farkı yok. Restoran ve bar olarak da hizmet veren dev bir ortak alanı var. Hafta sonları bu ortak alanda canlı DJ performansları ile çılgın partiler veriliyor. Yine geniş bir terası, yemek yapabileceğiniz mutfağı, oyun alanları vs. mevcut. Paylaşımlı odalar, banyolar ve tuvaletler de gayet temiz ve düzenli. Böyle bir hostel varken, otellere büyük paralar vermenize gerek yok. Kesinlikle ilk tercihlerinizden birisi olsun derim. Paylaşımlı odaların gecelik ücreti ortalama 20 Euro, çift kişilik odaların ise gecelik ücreti ortalama 60 Euro. Jaffa Caddesine birkaç dakikalık yürüme mesafesinde, Eski Şehir’e de yaklaşık 10 dakikalık yürüme mesafesinde yer alan Stay Inn Hostel de Kudüs’ün en çok tercih edilen hostellerinden birisi. Diğer hostellerin sunduğu imkanların tamamı bu hostelde de mevcut ve fiyatlar da yine yukarıda saydığım hosteller gibi. Bu hostelin de terası, büyük ve eğlenceli bir ortak alanı, mutfağı ve barı mevcut. Terasında hafta sonları parti veriliyor. Yine ilk tercihlerinizden birisi olması gereken bir hostel diyebilirim.

    Son olarak tavsiye edebileceğim diğer hostel ise Hebron Hostel. Eski Şehrin göbeğinde, Mescid-i Aksa’ya 200 metre uzaklıkta yer alan hostel, eski bir taş evden çevrilerek tasarlanmış. Diğer hosteller gibi buranın da terası var ancak diğerlerine kıyasla çok daha küçük. Kahvaltısı yok ama akşam yemeği veriliyor. Otantik bir ortamı ve müthiş bir konumu var. Paylaşımlı odalarda gecelik ücretler 8-10 Euro arasında değişiyor. Gezilecek yerlere yakın bir konumda konaklamak istiyorsanız, tüm kutsal alanlar yanı başımda olsun diyorsanız kesinlikle bu hosteli tercih etmelisiniz. Bu saydıklarımı beğenmezseniz, diğer hostel seçeneklerini Hostelworld adresinden, otel ve apart seçeneklerini ise Booking adresinden kontrol edebilirsiniz. Eğer hostelde konaklamak size göre değilse ve yıldızlı otellerin ücretlerine de bütçeniz yetmiyorsa, Airbnb adresini kullanarak da kiralık evlere bakabilir ve rezervasyon yapabilirsiniz.

YEME-İÇME: Kudüs’ün ve hatta Orta Doğu’nun yeme-içme konusundaki asıl olayı humus, falafel ve künefe. Bunu daha önce de söylemiştim. Humus; nohut ve tahine limon suyu, sarımsak, tuz, kimyon, kırmızı biber ve zeytinyağı eklenerek yapılan bir Orta Doğu mezesi. Houmous ve Hummus olarak da yazılıp okunuyor. Zaten Hummus Arapça'da nohut anlamına geliyor. Daha çok Arap ülkelerinde ve yine Orta Doğu'da, İsrail'in Tel Aviv ve Kudüs şehirlerinde ayrıca Türkiye, Ermenistan, Kıbrıs ve Yunanistan gibi ülkelerde de geleneksel bir yemek olarak yapılıp yeniliyor. Türkiye'de, Hatay ve Mersin yöresinde yapılıyor. Humus Ortadoğu'da pide, domates ve salatalıkla yenen bir kahvaltılık, ana yemek öncesi iştah açıcı bir atıştırma veya kendi başına bir öğünken Avrupa ve Amerika'da cipsle birlikte tüketilen bir meze haline gelmiş durumda. Falafel de humus ve künefe gibi artık tüm Ortadoğu’ya mal olmuş, İsrail ve Filistin kökenli bir yemek. Nohut köftesi veya bakla ezmesinin çeşitli baharatlarla karıştırılarak yağda kızartılmasıyla yapılıyor. Daha çok ara sıcak olarak tüketiliyor. Künefeyi anlatmama gerek yok, ülkemizde seveni çok ki zaten sevmeyeni de illaki bir kez tadına bakmıştır. Kudüs’te en fazla yenen yemeklerden birisi de menemen. Yalnız Kudüs’te menemene Shakshuka deniliyor. Bizdeki Şakşuka gibi değil. Orta Doğu’daki Shakshuka; domates, zeytinyağı, biber, soğan ve sarımsak sosunda haşlanmış ve genellikle kimyon, kırmızı biber, kırmızı biber ve hindistan cevizi ile baharatlanmış bir yumurta yemeği.

    Ürdün’ün en meşhur yemeği olan Mansaf, Kudüs’te de en sevilen yemeklerden birisi. Bademle kurutulmuş özel bir sos ve koyun eti ile birlikte servis edilen Mansaf, geleneklere bağlı olarak elle yeniliyor. Hatay mutfağında da olan bir yemek. Orta Doğu’da içli köfteye Kibbeh deniliyor. Kudüs’te de en çok yenilen yemeklerden birisi, bu yüzden birçok restoranda bulabilmeniz mümkün. Challah veya Hala adı verilen, Yahudi mutfağında genellikle örgülü ve tipik olarak Şabat ve önemli Yahudi tatilleri gibi törenlerde yenen ekmeği mutlaka tatmalısınız. Yine Yahudi mutfağına özgü olan ve Şabat sabahı servis edilen Yemenli Yahudi göçmenler tarafından İsrail'e kazandırılan Jachnun isimli börek, domates sosu ve limon parçaları ile servis ediliyor. Orta Doğu ülkelerinde dönere Shawarma deniliyor. Bizdeki kadar lezzetli olmasa da tanıdık bir lezzet arayanlar için en doğru tercih. Kudüs’te tavuk döner, sebzeli yapılıyor. Yine bize ait bir lezzet olan kebap da Shishkebab adı ile satılıyor ve sevilerek yeniyor. Fiyatları da uygun oluyor. Özellikle Yahudi Mahallesi’nde en fazla tercih edilen yerler dönerciler ve kebapçılar oluyor diyebilirim. En çok tüketilen içecek ise naneli çay. Sadece Kudüs’te değil tüm Orta Doğu’da böyle. Bizden farklı olarak naneli de olsa normal de olsa tüm çaylar şekerli olarak demleniyor. Bardağı 5 Şekel’den içebilirsiniz. Eğer orijinal bir lezzet olsun diyorsanız; Hindistan başta olmak üzere Nepal, Malezya gibi ülkelerde yaygın olarak yetişen bir bitki türü olan Kakule bitkisinden yapılan Kakule Kahvesi, Kudüs’te tadabileceğiniz en güzel lezzetlerden birisi. Kakule; safran ve vanilyadan sonra Doğu’dan ithal edilen en kıymetli bitki olarak biliniyor. Sağlığa birçok faydası bulunmasının yanı sıra yemeklere, hamur işlerine, çaylara ve kahvelere lezzet verici olarak ekleniyor. İngilizce adı Pomegranate Juice olan nar suyu, ülkede yaz-kış içilen içeceklerden birisi. Eğer Kudüs’e yaz aylarında giderseniz, her 3 kişiden birinin elinde nar suyu görebilirsiniz.

    Kudüs’te tatlı işi sadece künefeden ibaret değil, özellikle Şam Kapısı ve Yafa Kapısı’nın karşısında yer alan tatlıcılarda Şambali de olmak üzere birçok farklı tatlıyı deneme şansı bulabilirsiniz. Aynı şekilde Arap Çarşısı’nda bulunan tatlıcılardan da halka tatlı veya şekerleme alabilirsiniz. Eski Kudüs’ün en meşhur tatlıcısı olan Tatlıcı Cafer (Ja'far Sweets)’de soğuk künefe de dahil her türlü tatlıyı bulabilirsiniz. Eğer farklı bir tatlı arıyorsanız; Kutsal Kabir Kilisesi’ne yakın bir konumda yer alan Zalatimos isimli tatlıcıya uğrayıp, bu aileye ait 200 yıllık bir tarif olan, kızarmış hamur içerisine keçi peyniri ve pudra şekeri koyularak yapılan Mutabak isimli tatlıyı kesinlikle denemelisiniz. Yiyecek olarak başka ne alınır derseniz; daha önce mutlaka adının bir yerlerden duyduğunuz ve belki de Ramazan aylarında satın aldığınız oldukça iri olan Kudüs Hurması derim. Arap Çarşısı’nda hurmanın her çeşidi mevcut.

    Yukarıda saydığım yemeklerin hepsini Eski Kudüs içerisinde ve Şam Kapısı önünde yer alan lokantalarda yiyebilirsiniz. Falafel genellikle al-götür şeklinde satılıyor. Tezgaha yanaşıyorsunuz ve kaç tane veya kaç Şekellik istiyorsanız söylüyorsunuz. Arap Çarşısı’nın olduğu sokakta birçok falafelci görebilirsiniz. Ağlama Duvarı’nın karşısında bulunan Al Buraq Restaurant, özellikle Türk turistler tarafından en fazla tercih edilen falafelci diyebilirim. Öyle ki burada Türk Lirası ile dahi hesap ödeyebilmeniz mümkün. Eski Şehir’de Çile Yolu denilen Via Dolorosa isimli caddenin hemen başında yer alan Abu Shukri, Kudüs’ün en iyi falafelcilerinden birisi. Küçücük bir dükkanın içine koyulan 2 tane masadan ibaret. Bir porsiyonda 6 tane falafel oluyor, humusla menü olarak sipariş verirseniz salata, turşu, patates kızartması ve patıl ekmek ile birlikte geliyor. Fiyatlar gayet makul. Falafel tek tip yapılıyor ama humusun; etli, tavuklu, kıymalı, kavurmalı, sebzeli gibi değişik varyasyonları bulunuyor. Yanında gelen mezeler de genellikle salata, turşu, ekmek ve patates kızartmasından oluşuyor. Eski Şehir içerisinde yer alan falafelcilerin çoğu Via Doloroso’nın Şam Kapısı’na yakın olan ucunda toplanmış. Tala Hummus and Falafel ve Hummus Lina da yine bu bölgede yer alan meşhur falafelcilerden. Eski Şehrin dışında ise diğer tüm falafelciler Jaffa (Yafo) Caddesi etrafında ve şehrin pazar alanı olan Mahane Yehuda Pazarı içerisinde yoğunlaşmış durumda.

    Kudüs’ün en ünlü restoranı olan Machneyuda, Jaffa Caddesi üzerinde, Shuk olarak da anılan Mahane Yehuda Pazarı içerisinde yer alıyor. İtalya ve Fransa’da eğitim alan Yahudi şefler tarafından işletilen bu küçük restoranda, giriş katta bulunan mutfak bölümünün ön kısmı açık olduğu için yemeğinizin nasıl yapıldığını seyredebiliyorsunuz. Dilerseniz hemen üstte bulunan asma kata da oturabilirsiniz. Hem yöresel lezzetleri hem de dünya mutfağına ait yemekleri bulabileceğiniz ender restoranlardan birisi. Yine Mahane Yehuda Pazarı içerisinde yer alan Ishtabach isimli restoran, Kudüs’te mutlaka en az bir kez uğramanız gereken adreslerden. Muhteşem pideleri, yanında getirilen mezeleri ve damak çatlatan salataları ile ünlenen bu restoranda birçok farklı lezzete ulaşabilirsiniz. Mahane Yehuda Pazarı’nın en göze çarpan duraklarından birisi diyebileceğimiz Beer Bazaar Jerusalem, onlarca farklı çeşitte birayı ve mezeyi bir arada bulabileceğiniz tek adres. Eğer alkol kullanıyorsanız buraya mutlaka uğramalı ve bira tadımı yapmalısınız. Tercihinizi esnaf lokantasından yana kullanmak istiyorsanız Mahane Yehuda Pazarı içerinde yer alan Azura isimli lokanta tam size göre. Türkiye’deki gibi kazanların içinde muhafaza edilen yemekleri görerek sipariş edeceğiniz, hem sulu yemek hem de falafel ve humusu bir arada bulabileceğiniz uygun fiyatlı bir adres.

    Mahane Yehuda Pazarı’nın bir diğer popüler esnaf lokantası da Rachmo veya Rahmo. Azura gibi yemeğinizi görerek sipariş edeceğiniz uygun fiyatlı salaş bir lokanta. Eğer manzaralı bir restoran arıyorsanız; Jaffa (Yafa) Kapısı’nın tam karşısında düşen Mamilla Semti’nde yer alan restoranları tercih edebilirsiniz. Mamilla Hotel’in terasında yer alan Rooftop Mamilla ve Mamilla Alışveriş Merkezinin 3. katında bulunan Kedma Mamilla isimli restoranlarda, Tarihi Kudüs Surları ve Jaffa Kapısı’nı seyrederek yemeğinizi yiyebilirsiniz. Kubbet’üs Sahra manzaralı olsun diyorsanız; Zeytin Dağı’nda bulunan Notre Dame Center Hotel’in terasında yer alan Rooftop Cheese & Wine Restaurant sizin için en iyi seçenek olacaktır. Tabi Kudüs’te yer alan mekanlar bu saydıklarımdan ibaret değil. Dediğim gibi Mamilla semti ve Jaffa Caddesi etrafında damak tadınıza hitap edecek onlarca farklı lüks restoran, kafe ve salaş esnaf lokantası bulabilirsiniz. Yine Jaffa Caddesi üzerinde yer alan dönercileri, dilim pizza da satın alabileceğiniz pizzacıları, hamburgercileri ve sandviççileri de tercih edebilirsiniz.

ALIŞVERİŞ: Kudüs denilince aklımıza hep Eski Kudüs geliyor ama aslında Yeni Kudüs oldukça büyük bir şehir. Her türlü alışveriş ihtiyacınızı karşılayabilecek kapasite diyebilirim. Eğer almak istediğiniz şeyler ufak tefek hediyelik eşyalarsa; Şam Kapısı’ndan adım attığınız anda kendinizi içerisinde bulacağınız Arap Çarşısı bu anlamda sizi yeterince tatmin edebilecek durumda. Cadde üzerinde yan yana dizilmiş onlarca mağaza bulunuyor. Bu mağazalardan; süs eşyası, biblo, magnet, tişört, kaşkol, kippa, porselen, etnik kıyafet, halı, kilim, takı, toka, kahve, lokum, hurma vs. satın alabilirsiniz. Buradaki esnaflar Filistinli Araplardan oluşuyor. Kudüs’e gitmeden önce okuduğum tüm yazılarda Arap Çarşısı’ndaki esnafların Türk vatandaşlarına indirim yaptıklarını okumuştum, hepsi bir ağızdan ‘’Kudüs’e giderseniz esnaflara Türk olduğunuzu mutlaka söyleyin.’’ diyorlardı. Dedikleri gibi yaptım, hangi dükkana girsem Türk olduğumu söyledim. Hepsi de sağ olsunlar çok iyi karşıladılar ama ne hikmetse fiyatlara indirim değil bindirim yaptılar. Uzun bir süre çarşıda vakit geçirip gözlemledim, taktik belli; Türk vatandaşına 10 Şekellik ürüne ilk önce 20 Şekel diyorlar ve sonra da sen yabancı değilsin deyip 15 Şekel’e düşüyorlar. Türkler de seviniyor ‘Görüyor musun bak, Türk olduğumuzu duyunca nasıl fiyatı düşürdü hemen.’’ diyorlar. Halbuki alakası bile yok, aynı ürünü Hristiyan ve Yahudi esnaflar 10 Şekelse pazarlıksız 10 Şekel’e satıyorlar. Siz siz olun, bir şey alacağınız zaman birkaç faklı dükkan gezmeden almayın, zaten bütün dükkanlarda aynı mallar satılıyor. 

    Eğer alışveriş merkezi gezmek istiyorsanız, Jaffa Kapısı’nın hemen karşısında kalan Alrov Mamilla Avenue isimli alışveriş merkezi her türlü ihtiyacınızı karşılayacaktır. İçerisinde dünya markalarına ait mağazalar, restoranlar, pastaneler, kahveciler, hediyelik eşya dükkanları, antikacılar, şarapçılar vs. bulunuyor. Terasında yer alan restoranı, Kudüs Surları manzarası eşliğinde yemek yiyebileceğiniz nadir restoranlardan birisi. Forum tipi üstü açık bir alışveriş merkezi olduğu için yaz aylarında öğle saatlerinde gitmenizi tavsiye etmem. Özellikle hava karardıktan sonra dolaşması çok daha güzel oluyor. Burada hem alışveriş yapabilir hem yemek yiyebilir hem de kafelerde vakit geçirebilir, hem de internet ve tuvalet ihtiyacınızı gidebilirsiniz. Müslümanlar bu alışveriş merkezine gelmiyorlar zira burası bir Müslüman mezarlığı ve bir hastane yıkılarak inşa edilmiş. Buldozerle dümdüz edilmiş ve üzerine bu avm dikilmiş. İçeride göreceğiniz insanlar ya gayrimüslim halk ya da turistler olacaktır.

    Şehrin en popüler caddesi olan Jaffa (Yafo) Caddesi’nden aşağıda detaylıca bahsedeceğim ancak şimdilik şehrin alışveriş noktalarından birisi olduğunu bilin istedim. Eski Kudüs’ün Jaffa Kapısı’ndan başlayan cadde yaklaşık 2 kilometre uzunluğa sahip. Üzerinde alışveriş yapabileceğiniz birçok mağaza ve dükkan bulunuyor. Telefoncular, bilgisayarcılar ve elektronik eşya satan dükkanlar da yine bu cadde üzerinde. Sadece alışveriş için değil yeme-içme konusunda da sizi memnun edebilecek yerlerden birisi. Gittiğini zaman sadece bu Jaffa Caddesi ile sınırlı kalmayın, bu caddeye bağlanan ara sokakları mutlaka gezin. İlla alışveriş yapmanız gerekmiyor, oraya kadar gitmişken her bir sokağını görün derim.

    Son olarak Kudüs’te mutlaka ziyaret etmeniz gereken, şehrin açık pazar alanı diyebileceğimiz Mahane Yehuda Pazarı alışveriş için en ideal adreslerden birisi. Tıpkı Tel Aviv’de bulunan Carmel Pazarı gibi üstü açık dev bir alan ancak Carmel’den çok daha düzenli ve çok daha temiz bir yer. Taze meyve-sebzeler, şekerlemeler, kuruyemişler, tatlılar, hamur işi atıştırmalıklar, çeşit çeşit hurmalar, baharatlar, zeytinler, kuru meyveler, birbirinden lezzetli helvalar, dönerciler, pizzacılar, hamburgerciler, falafelciler, yöresel lezzetleri tadabileceğiniz restoranlar, uygun salaş esnaf lokantaları, şehrin en ünlü biracısı olan Beer Bazaar Jerusalem, hediyelik eşya mağazaları ve çok daha fazlası. Yani Mahane Yehuda Pazarı’nda yok yok. Shuk Machane Yehuda denilen bu pazar alanı, Jaffa Caddesi’nin sonunda yer alıyor.

GECE HAYATI: Kudüs’ün eski şehir bölgesinde gece hayatına dair herhangi bir etkinliğin olamayacağını söylememe gerek yok, bunu tahmin edebilirsiniz. Kudüs’e giden herkes Müslüman değil, siz hem ibadet etmek hem de tarihi yerleri gezmekle yetinebilirsiniz ancak bir başkası gündüz gezip akşam eğlenmek isteyebilir. Buna saygı duymak gerekir. Kudüs'ün Eski Şehri, hava karardıktan sonra neredeyse tamamen kapalı oluyor. İlkbaharda Işık Festivali ve Sonbaharda Şövalyeler Festivali gibi bazı kültürel etkinliklerin haricinde akşamları müthiş sessiz bir bölge oluyor. Kudüs'ün gece hayatı Jaffa Caddesi’nde, bu caddeye bağlanan ara sokaklarda ve Machane Yehuda Pazarı'nda yaşanıyor. Yani Eski Kudüs’ün Jaffa Kapısı ile Zion Meydanı arasında oluyor. Özellikle yaz döneminde Machane Yehuda Pazarı'nda yer alan Beer Bazaar Jerusalem adeta üstü açık bir pub’a dönüşüyor. Birasını kapan kendini elektronik müziğin ritmine bırakıyor. Pazar alanında bulunan sokaklar dolup taşıyor, hatta pazar tezgahları birer masa oluyor. Kudüs’te eğlence mekanına gitmek gibi bir planınız varsa, ilk tercihiniz mutlaka burası olsun.

    Eğer farklı kokteyller denemeyi seviyorsanız, Mamilla Semti’nde bulunan Gatsby Coctail Room isimli mekan kesinlikle ilk durağınız olmalı. Burası Kudüs’ün en iyi kokteyl barı. Müşterilerine yüzlerce çeşit kokteyl sunan efsane bir mekan. Sadece kokteylleri ile değil tatlılarıyla da nam salmış. Fiyatlar bir tık pahalı ama kaliteli caz müzik ve kaliteli kokteyl için değer. Tarihi bir binanın içinde yer alan The Little Pinkas isimli bar, hem rock müzik hem de karaoke sevenler için ideal. Şehrin hipster mekanlarından birisi olan The Sira Pub da yine Jaffa Kapısı karşısında yer alan Mamilla Semti sınırları içinde yer alıyor. Özellikle craft bira sevenler ve salaş bir ortamda soft müzikler eşliğinde birasını yudumlarken arkadaşları ile sohbet etmek isteyenler için iyi bir tercih. Mamilla semtinin en popüler en gece kulüplerinden birisi olarak bilinen Toy Bar, Kudüs’te hem leziz kokteyller içebileceğiniz hem de Dj performansı ile dans edebileceğiniz bir mekan. Bir apartmanın zemininde yer alan, oldukça büyük bir kulüp.  Mamilla semtinde yer alan Birman, küçücük bir mekan olmasına rağmen rock gruplar tarafından canlı müzik yapılan müthiş eğlenceli bir yer. Samimi bir ortamda hem müzik dinlemek hem de farklı kokteyller denemek isteyenler için bire bir. Eğer tam anlamı ile bir rock bar arıyorsanız yine Mamilla semtinde yer alan Blaze Rock & Sports Bar sizin için adeta biçilmiş kaftan. Kudüs’te canlı rock müzik dinleyebileceğiniz en doğru adres burası. Müşterilerinin büyük çoğunluğunu Avrupalı turistler oluşturuyor. Machane Yehuda Pazarı, hava karardıktan sonra kapanan bir pazar yerinden, birçok popüler barın bulunduğu sıcak bir gece hayatı mekanına dönüşüyor. Casino de Paris, Shuka, Que Pasa, Fifth of May ve HaSchena isimli mekanlar, bu pazar alanının en popüler eğlence adresleri. Jaffa Caddesinin paralel caddelerinden birisinde yer alan ve eski bir binanın içerinde otantik bir İngiliz barı olan The Barrel & The Tap, İngiltere’den getirilen leziz biraları ve inanılmaz samimi ortamı ile ziyaretçileri kendine çekmeyi başarıyor. Bira içmek, İngiliz müziği dinlemek ve yeni insanlarla tanışmak isteyenlerin ilk tercihi olmalı.

    Kudüs’ün en büyük mekanı olan Yellow Submarine, şehir merkezinin biraz dışında kalıyor. Hem canlı müzik hem de bir konser sahnesi olan mekan haftanın her günü açık. Yellow Submarine sahip olduğu muhteşem ses sistemi ile cazdan funk'a, rock’tan folk müziğine kadar geniş bir yelpazeye sahip, hangi müzik türünü seviyor olursanız olun sizi memnun edebilecek bir mekan. Büyükçe bir performans sahnesi, oturma ve ayakta durma alanı ile tam donanımlı bir gece kulübü. Şehrin en otantik barı olan Besarabia Bar, Jaffa Caddesi paralelinde yer alıyor. Burası her gece farklı tarzda canlı müzik yapılan, sadece kaliteli canlı müzik dinlemek ve dinlerken bira içmek isteyenler tarafından tercih ediliyor. Sahne alan her grup kendilerine özgü otantik kıyafetler giyiyor. Bu orijinal mekan kesinlikle listenizde bulunsun. Her şehirde olduğu gibi Kudüs’te de bir İrlanda pubı var. Yine Jaffa Caddesi paralelinde, Mamilla semtinde yer alan Dublin Irish Pub, şehrin açık ara en iyi pubı diyebiliriz. Canlı müzik yapılan, birbirinden leziz craft biraları olan, hem turistler hem de yerliler tarafından büyük ilgi gören harika bir mekan.

    Kudüs, sadece eski şehirden ibaret değil demiştik. Modern kısmında yani Yeni Kudüs’te bir Avrupa şehri havası yakalayabilirsiniz. Şehirde bulunan İbrani Üniversitesi’nden dolayı öğrenci nüfusu çok fazla. Bu yüzden gece hayatına takılanların büyük çoğunluğunu Kudüs’te okuyan öğrenciler ve turistler oluşturuyor. Eğer Kudüs’ün eğlence mekanları ile alakalı aklınızda soru işaretleri varsa, hostelinizin resepsiyonu ile görüşecek rezervasyon yaptırabileceğiniz bir pub crawl etkinliğine katılabilirsiniz. Kudüs bu etkinlik için en iyi şehirlerden birisi çünkü bütün mekanlar birbirine yakın bir konumda. Pub Crawl’u bilmeyenler için kısaca bahsedeyim; hostelinizin veya otelinizin resepsiyonunda ortalama 15-20 Euro ödeme yaparak etkinliğe kayıt oluyorsunuz, sizin gibi kayıt olan diğer gezginler ile buluşuyor ve rehber eşliğinde şehirde bulunan pubları geziyorsunuz. Her mekanda 30-45 dakika arası takılıyor ve bir adet ücretsiz içki içiyorsunuz. Bu tur gece yarısına kadar sürüyor ve en son durak herkesin birlikte dans edebileceği büyük bir gece kulübü oluyor. Oldukça eğlenceli bir aktivite, kesinlikle aklınızda bulunsun.

KUDÜS GENEL BİLGİLER;

    İsrail ile alakalı genel görüşlerimden Tel Aviv Gezi Rehberi bölümünde de bahsettim ancak tekrarlamakta fayda var. İsrail kesinlikle ön yargılarınızı bir kenara bırakarak gitmeniz ve gerilmeden, tadını çıkararak gezmeniz gereken bir ülke. Karar vermeden önce aklınıza bin türlü olumsuz düşünce gelecektir zira benim de öyle oldu ancak gidip döndükten sonra bu düşüncelerin ne kadar yersiz olduğunu bizzat tecrübe ettim. Tatsız durumlar yaşanmıyor mu? Elbette yaşanıyor ancak tüm bunlara karşılık yapmanız gereken tek şey; gezip göreceğiniz muhteşem yerleri hayal ederek sabırlı davranmak. Bırakın sorgu odasına çeksinler, onlarca soru sorsunlar, sıkıştırmaya çalışsınlar, çantanızı arasınlar… Eninde sonunda pasaportunuza damgayı basıp sizi içeriye alacaklar.

    Kudüs, İsrail yönetimi altında olan bir şehir ve kendine ait bir havaalanı yok. Bu yüzden Kudüs’e ulaşmak için önce Tel Aviv’e gitmeniz gerekiyor. Ulaşım bölümünde Tel Aviv’den Kudüs’e nasıl gideceğiniz konusunda detaylı bilgiler bulabilirsiniz. Tel Aviv’e gideceğiniz uçağın kapısına geldiğinizde ekstra bir güvenlik kontrolüne tabi olacaksınız. Çantanız boşaltılacak ve üzerinizden numune alınarak test edilecek. Bu durum bile daha ilk dakikadan sizi germeye başlayacaktır ancak sakin olun ve bütçesinin neredeyse %40’ını savunma sanayisine harcayan bir ülkeye gidiyor olduğunuzu hatırlayın. Tel Aviv’e indikten sonra bu gerilim devam edecek çünkü görevliler daha pasaport kontrolüne dahi girmeden yolcuların arasından gözlerine kestirdiklerini sorgu odasına götürecekler. Bu ayıklamadan yırttığınızı farz edelim, pasaport kontrolüne gelip pasaport polisi ile konuştuktan sonra da sorgu odasına yönlendirilebilirsiniz. Her türlü durumda sakinliğinizi koruyun, sorulara makul cevaplar verin ve güler yüzlü olun. Unutmayın; siz oraya vize alarak gittiniz, bir turist olarak tüm yükümlülüklerinizi yerine getirdiniz ve sizi şüpheli yapacak herhangi bir durumunuz yok. Yani bu da demek oluyor ki sizi biraz terlettikten sonra öyle ya da böyle pasaportunuza damgayı basacak ve iyi günler deyip sizi Tel Aviv’e doğru uğurlayacaklar. Dilerseniz önce Tel Aviv şehir merkezine gidebilir ve daha sonra Kudüs’e geçebilirsiniz. Eğer önce Kudüs’ü gezmek istiyorsanız havaalanından direkt Kudüs’e geçebilirsiniz. Kudüs’ün girişinde herhangi bir kontrol noktası, gümrük vs. yok. Yani tüm gerginlik havaalanından çıkana kadar. Kudüs’e ulaştıktan sonra geriye bir tek hostelinize veya otelinize yerleşmek ve kendinizi sokağa atmak kalıyor.

    Dünyanın en eski ve kadim şehirlerinden birisi olan Kudüs; ne gezi rehberlerine, ne kitaplara, ne ansiklopedilere, ne filmlere, ne de belgesellere sığar zira Kudüs’ü anlatmaya kelimeler yetmez. Okumak, dinlemek veya izlemekle belki Kudüs’ü öğrenebilirsiniz ancak bu kadim şehri ‘’anlamak’’ istiyorsanız, başınıza gelebilecek tüm olumsuzlukları göze alarak Kudüs’e gitmeniz, kendinizi şehrin sokaklarına bırakmanız ve hem maddi hem de manevi anlamda ‘’hissetmeniz’’ gerekiyor. Yani havasını solumanız, binlerce yıllık taş sokaklarında yürümeniz, yüzlerce yıllık tarihi binalarına dokunmanız lazım. Kısaca, ben burada Kudüs ile alakalı ne yazsam eksik kalır. Kudüs denilince aklınıza belki de sadece Kubbet’üs Sahra ve Miraç Hadisesi gelecektir ancak bu şehir sizi; tarih, kültür, din, sosyoloji, antropoloji, mimari ve sanata doyuracak, hatta aşırı yüklenmeye maruz bırakacaktır. Herhangi bir dini inancınız olmayabilir veya tarihe karşı bir ilginiz yoktur, öyle bile olsa; farklı inanç ve kültürlere ait öğelerin iç içe olduğu kozmopolit yapısı, özellikle Müslüman Mahallesinin otantik ambiyansı, mistik ortamı, güler yüzlü insanları, masumiyet timsali çocukları, künefesi, falafeli ve humusu ile kendisine aşık etmeyi başaracaktır.

    Kudüs ile alakalı ister kitap yazın, ister belgesel veya film çekin, isterseniz de benim yaptığım gibi gezi rehberi hazırlayın. Her ne yapacaksanız yapın, elinizden geldiğince hakkını vererek yapmanız gerekir. Çünkü aksi, bu Kadim şehre hakaret sayılır. Kudüs her zaman daha fazlasını hakkedecektir. Tabi aynı durum Kudüs’ü ziyaret edecekler olanlar için de geçerli. Eğer Kudüs’e gidecekseniz, öyle alelade bir şehre gider gibi elinizi cebinize atıp ıslık çalarak gidemezsiniz. Burası bir sayfiye yeri değil; binlerce yıllık tarihe sahip, birçok farklı medeniyetin etkisi altında kalan, dünya tarihini yönlendiren hadiselerin yaşandığı, peygamberlerin ayak bastığı, tüm semavi dinlerin bir arada olduğu, hem tarihi hem de kutsal bir şehir. Tıpkı İstanbul gibi tarih boyunca bütün büyük devletin sahip olmak istediği bu kadim şehir defalarca kuşatılmış ve uğruna nice canlar yitip gitmiş. Bu yüzden Kudüs’e gidecekseniz, gerekli ehemmiyeti göstermek zorundasınız. Bu nasıl olur; okuyarak, izleyerek ve dinleyerek. Hangisini seçeceğiniz size kalmış ama benim tavsiyem bu şartların tamamına yerine getirmeniz. Yani gitmeden önce internette bulabildiğiniz tüm gezi rehberlerini inceleyin, Kudüs ile alakalı kitaplar okuyun, filmler ve belgeseller izleyin. Kısaca Kudüs’e boş gitmeyin, aklınızda götürebildiğiniz kadar bilgi götürün ki Kudüs seyahatiniz daha da anlamlı olsun. Aksi halde Kubbet-üs Sahra dahi sizin için sadece altın kubbeli bir mescitten ibaret olacaktır!

    Ben Kudüs’e gideceğim dönem internette tam anlamı ile tatmin edebilecek bir rehber bulamadım, bu yüzden de bu rehberi elimden geldiğince detaylı bir şekilde hazırlamaya çalıştım. Kitaplar okudum, belgeseller izledim. Gittim, gördüm, tecrübe ettim ve internette bulamadıklarımı, göremediklerimi ekledim. Elbette benim hazırladığım rehber de tam olmadı zira yukarıda da dediğim gibi Kudüs ile alakalı ne yazsanız hep eksik olacaktır. Kudüs hem çok küçük hem de çok büyük bir şehir. Cennetin Krallığı filminde Selahattin Eyyubi’nin de dediği gibi: ‘’Kudüs hiçbir şeydir, Kudüs her şeydir.’’ Eğer hiçbir şekilde size hitap etmiyorsa ve gidip üstünkörü gezmeyi düşünüyorsanız, 1 veya 2 günde gezip bitirebilirsiniz. Kudüs’ü ‘’gerçekten’’ gezmek, görmek istiyorsanız; haftalarca ve hatta aylarca kalmanız gerekir.

    Belki de bunu ilk kez duyacak ve çok şaşıracaksınız; Kudüs eski ve yeni şehir olmak üzere iki kısımdan oluşuyor yani sadece surların arasında kalan tarihi bölgeden ibaret değil. Kudüs denilince zihnimizde hep altın kubbeli Kubbet-üs Sahra, Ağlama Duvarı, surların önünde nöbet tutan İsrail askerleri vs. canlanıyor. Sebebi de haberlerde şehrin sadece bu tarafını gösteriyor olmaları. Bu durum tıpkı Mısır’da piramitlerin şehir merkezinden yüzlerce kilometre uzaklıkta bulunan çöllerin ortasında yer aldığının sanılması gibi bir şey. Kudüs’ün Yeni Şehir kısmı, tarih ve kültürel olgularla alakalı pek bir anlam ifade etmiyor çünkü şehrin bu kısmında modern caddeler, iş merkezleri, kamu binaları, oteller, kafeler, restoranlar, eğlence mekanları, mağazalar vs. yer alıyor. Gezmesi kolay kısım burası, eğer özel bir işiniz yoksa yarım günde dahi yeni şehri gezip bitirebilirsiniz. Eski Şehir kısmı ise ne kadar çok zaman ayırırsanız ayırın, döndüğünüzde ‘’keşke biraz daha kalsaydım da şurayı da görseydim’’ dedirtecek kadar çok detaya sahip. Şehri ikiye böldük; Yeni Şehir ve Eski Şehir dedik ancak Eski Şehir kısmını da bölmemiz gerekiyor. Şöyle ki; Eski Kudüs, toplamda 4 mahalleye ayrılmış, etrafı surlarla çevrili dikdörtgen şeklinde bir şehir. Surların içerisindeki bu şehrin tam ortasında, ayrılmış bir dikdörtgen daha var; burası da Mescid-i Aksa Avlusu. Aynı şekilde Mescid-i Aksa Avlusunun tam ortasında da başka bir dikdörtgen var; burası ise Kubbet-üs Sahra. Bu kadarla sınırlı değil; surların hemen dışında da başlı başına bir gezilecek bölge olan Kidron Vadisi, Zeytin Dağı, mezarlıklar, kiliseler vs. var. Bunların tamamına aşağıda detaylıca değineceğim.

    Gezilecek yerlerin karışmaması ve daha da önemlisi gözden kaçmaması için Kudüs Gezi Rehberi’ni birkaç farklı bölüme ayırarak hazırladım. Yeni Kudüs kısmını en sona bırakmak isteyeceğinizi düşünerek rehbere Eski Kudüs’ten başlıyorum. Kadim şehri çeviren surların üzerinde 7, Mescid-i Aksa Avlusunu çeviren surların üzerinde ise 15 adet kapı var ve bana göre tamamı görülmeye değer kapılar. Bu yüzden iç kısımları anlatmadan önce şehir kapılarını ayrı bir başlık altında yazıyorum. Kudüs sadece camilerden, kiliselerden, sinagoglardan, medreselerden oluşmuyor. Kudüs’ü Kudüs yapan binalar değil; bir şekilde buraya yolu düşen ve burada doğup büyüyen önemli şahsiyetler. Kudüs’ü gerçekten anlamak için, gezmeye başlamadan önce insanlık tarihine yön veren bu isimleri bilmemiz, tanımamız gerekiyor. Bu yüzden rehberin bir bölümünü bu isimlere ayırdım. Eski Şehir; Müslüman Mahallesi, Yahudi Mahallesi, Hristiyan Mahallesi ve Ermeni Mahallesi olmak üzere 4 ana bölümden meydana geliyor. Ben de hem anlaması hem de gezmesi daha kolay olacağı için gezilecek yerleri 4 ana başlık altında yazacağım. Müslüman Mahallesi’nde ilk önce surların içinde kalan Eski Şehir kısmından, daha sonra Eski Şehir’in içinde kalan Mescid’-i Aksa Avlusundan ve en son da bu avlunun tam ortasında yer alan Kubbet-üs Sahra Avlusundan bahsedeceğim. Daha sonra ise surların dışında kalan ama Eski Şehre dahil olan bölümleri yazacağım. Kısaca kendim hangi rotayı izlemişsem, sizleri de ona göre yönlendireceğim.

Kudüs Tarihinde Yeri Olan Önemli İsimler;

Hz. Musa: Hem İslamiyet hem de Yahudilik tarihinde önemli bir yere sahip olan Hz. Musa, Yakup Peygamberin neslinden gelen bir peygamber. Babasının adı İmran, annesinin adı Yokebed, kardeşlerinin adları ise Harun ve Miryam. Dört kutsal kitaptan birisi olan Tevrat, Allah ile konuştuğu için de ‘Kelimullah’ sıfatına layık görülen Hz. Musa’ya indirilmiş. Yahudilikte Moše ben Amram veya Moše Rabbenu olarak bilinen Hz. Musa, gelmiş geçmiş tüm peygamberler arasında en önemlisi ve kanun koyucusu olarak kabul ediliyor. Yahudi kıyametinde, Midraş olarak bilinen rabbinik tefsir türünde ve Yahudi sözlü hukukunun birincil eserleri olan Mişna ve Talmud'da, Hz. Musa hakkında çok sayıda hikaye ve ek bilgi bulunuyor.

    Yahudiliğin kutsal metinlerinden birisi olan Mısır'dan Çıkış Kitabı'na göre Musa, halkının, yani köleleştirilmiş bir azınlık halk olan İsrailoğullarının nüfuslarının arttığı ve bu nedenle Firavun'un, İsrailoğlullarının Mısır'ın düşmanları ile iş birliği kuracağı endişesini duyduğu bir dönemde doğmuş. Firavun, İsrailoğullarının nüfusunu azaltmak için tüm yeni doğan İbrani erkek çocuklarının öldürülmesini emrettiğinde, Musa'nın annesi Yokebed onu gizlice saklamış ve daha sonra Nil Nehrine bırakmış. Firavun'un kızı Bithia’nın, Nil Nehri yakınlarında bulunurken bebek olan Musa'yı bulması ve onu büyütmek istemesiyle Musa, firavun kraliyet ailesiyle birlikte büyümüş. Bir gün, Mısırlı bir köle efendisinin bir İbrani'yi dövdüğünü görmüş ve yetkilerini kullanarak köle efendisini öldürtmüş. Halkının bu denli kötü muamele görmesi Musa'yı, halkı ile birlikte Kızıldeniz'den Midian'a kaçmaya zorlamış. Orada, Horeb Dağı'nda, yayan bir çalı içerisinden çıkan Rab'bin Meleği ile karşılaşmış ve onunla konuşmuş. Yehuda Krallıklarının Ulusal Tanrısı olan Yehova, İsrailoğulları ile Firavun arasında barış yapmak için Musa'yı Mısır'a geri göndermiş. Lisanının daha düzgün olması ve kendisini doğrulamasını sağlaması için Yehova, Musa'nın ağabeyi Harun'nun da Musa'ya eşlik etmesini emretmiş. On Bela'dan sonra Musa, halkını, İsrailoğullarının Mısır'dan çıktıkları yerin ötesine götürmüş. Ardından Musa'nın On Emir'i aldığı Sina Dağı'na yerleşmişler. Yaklaşık 40 yıl bu topraklarda yaşadıktan sonra Musa, Nebo Dağı'nda, Vadedilmiş Topraklar üzerinde yaşamını yitirmiş.

    İslam inancına göre ise Allah tarafından Hz. Musa sandıkla beraber, Firavun’un sarayına ulaşmış ve Firavun’un eşi Asiye hanımın eline geçmiş. Asiye bu çocuğa sahip çıkmış ve Firavun’u da ikna etmiş. Bu sayede Hz. Musa, Firavun’un sarayında yaşamaya başlamış. Hz. Musa büyüdükten sonra yanlışlıkla bir adamı öldürmüş ve bunun cezası olarak da Mısır’dan ayrılmak zorunda kalmış. Medyen’e giden Hz. Musa burada Şuayp Peygamberin kızı ile tanışmış ve onunla evlenmiş. Uzun yıllar boyunca Medyen’de kalan Hz. Musa, Firavun’un İsrailoğulları’na zulüm etmesi üzerine Tur Dağı’nda peygamberlikle görevlendirilmiş. Hz. Musa’ya peygamberlik vazifesi ile beraber türlü mucizeler de bahşedilmiş. Hz. Musa, Allah dinini Firavun’a tebliğ etse de Firavun buna inanmamış. Musa’ya inanan herkes de Firavun tarafından öldürülmüş. Bunun üzerine Hz. Musa kendine inananlarla beraber Kızıldeniz’e yürümeye başlamış. Bu esnada Firavun ve ordusu da Hz. Musa’yı ve kendisine eşlik eden kafileyi takip etmişler ancak Hz. Musa elindeki asa ile Kızıldeniz’i ikiye ayırınca tüm ordu ve Firavun burada boğularak can vermiş. Mısır’dan çıktıktan sonra ise Hz. Musa’ya Tevrat indirilmiş. Musa Peygamber, yerine kardeşi Harun’u vekil bırakarak Tur Dağı’na gittikten sonra İsrailoğulları bir buzağıya tapmaya başlamışlar. Hz. Musa ve Hz. Harun insanları bundan vazgeçirmeye çalışsa da çabaları sonuçsuz kalmış ve bunun üzerine Allah’ı reddeden kavim helak olmuş.

Hz. Davut: Tüm semavi dinler için önemli bir isim olan ve adı Kur’an-ı Kerim’de 16 defa geçen Hz. Davut, Kudüs’te dünyaya gelmiş. Sesi güzel olduğu için günümüzde bile güzel seslilere ona ithafen “Davudi” sesli deniliyor. Hz. Davut, önceleri Tâlût’un ordusunda bir asker olarak savaşmış, daha sonra Allah’ın kendisine verdiği peygamberlik ve hükümdarlıkla birlikte İsrailoğullarına kral olmuş. Bir gün oruç tutar, bir gün tutmazmış. Yine günümüzde bu şekil tutulan oruca Dâvudi Orucu deniliyor ve Allah katında en sevimli orucun Davud'un orucu olduğu söyleniyor. Zamanını ibadet ve zikirle geçirirmiş ayrıca meslek olarak da çobanlık ve demircilik yapmış. Kendisine dört büyük kitaptan biri olan Zebur verilmiş. Hz. Davut 40 sene hükümdarlık yaptıktan sonra 100 yaşında vefat etmiş ve yerine oğlu Hz. Süleyman geçmiş. Bugün kabri Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın güney batısında, Sion Tepesinin üzerinde yer alıyor.

    Kur'an'da Allah'ın Davud'a krallık ve bilgelik verdiği, demiri işleme sanatını bahşedip örtüp koruyan zırhlar yapma yeteneği verdiği, Davud'un Talut (Şaul) ile girdiği bir savaşta güçlü bir dev olan Câlût'u (Golyat) öldürdüğü, Allah'ın bazı peygamberleri diğerlerinden üstün kıldığı ve Davud'a Zebur'u verdiği, onu ve soyunu dünyaya hakim kıldığı, Davud'un koyunlarla ilgili ihtilafa düşen iki ortağın davasında yargıçlık ederek adalet konusunda düştüğü çelişkiden kurtulmasının sağlandığı, dağların ve kuşların Davud'la Süleyman'ı yücelttiği ifade edilir. Kuran'da kral Şaul'un adı Tâlût olarak geçiyor.

    Tanah'da, İşboşet'den sonra gelip, üçüncü İsrail ve Yahuda Birleşik Monarşisi kralı olmuş olan Yahudi kral ve din büyüğü olan Davud, Samuel'in Kitaplarında önce bir müzisyen, daha sonra düşman şampiyonu Câlût'u öldürerek şöhret kazanan genç bir savaşçı olarak tanımlanıyor. Yahudi inancına göre Davud, Kudüs şehrini kurmuş ve bu yeni şehre Ahit Sandığı'nı getirmiş. Tanah ve Kur'an-ı Kerim, Davud'u 'Peygamber' olarak statülendiriyor, İncil'de ise Eski Ahit'teki önemli din büyüklerinden biri olarak bahsediliyor. Yahudi Kutsal kitabı Tanah'ın Mezmurlar (İslam'da Zebur) bölümünü oluşturan 150 şiirin Davud tarafından yazıldığı kabul ediliyor. Bu şiirler gerek Museviliğin gerekse Hristiyanlığın en sevilen dini metinleri arasında sayılıyor. Kur'an'a göre ise Zebur’un, Davud Peygamber'e Allah tarafından indirildiği anlatılıyor.

    Rivayete göre Şam ve Mısır arasında bulunan Amalika kavminin güçlü reisi olan Calut, İsrailoğullarına musallat olmuş. Davut o zamanlar da Kral Talut’un ordusunda bir askermiş ve Calut’u teke tek bir şekilde savaşırken alnından sapan ve taş ile vurarak yere düşürmüş, ardından da Calut’un kendi devasa kılıcı ile başını keserek öldürmüş. Bu şekilde kral Talut’un gözüne girmiş. Davut bu sayede saraya girmeyi başarmış ve Talut’un savaşçısı olmuş. Talut’un onaylamamasına rağmen Davut, prenses ile evlenmiş. Talut’un adamlarının kendisini öldürmek isteğini öğrenince de saraydan kaçarak, dışarıda gördüğü başıboş olan savaşçıları etrafında toplayıp bir çete lideri olmuş. Davud’un çetesi, Talut’un ordusu karşısında yenilip dağılmış. Davut, Filistinlilerin yanına sığınmış ve onların komutanlarından biri olmuş. Filistinliler Kral Talut’un oğlunu öldürmüş ve İsrailoğullarını yönetimleri altına almışlar. Davud da bu şekilde Yahuda Kralı olmuş. Yedi yıl kadar hüküm sürmesinin ardından İsrail’deki yaşlılar kurulu Davud’a İsrail’in tahtını önermişler ve Davud İsrail’i Filistin boyunduruğundan çıkarmış. Bunun ardından sırası ile güneydeki ve kuzeydeki tüm kabileler ile savaşıp kazanmış ve Fırat ile Nil nehirlerinin arasındaki en güçlü devlet İsrail olmuş. Vadedilmiş Topraklar böylece ele geçirilmiş ve İbrani göçmenlerinin uzun yıllar boyunca düşledikleri gerçekleşmiş.

Hz. Süleyman: İsrail Krallığı'nın dördüncü krallığını yapmış Yahudi kral, lider ve din büyüğü olan Süleyman Peygamber, Kral Davut ile Batşeba'nın oğlu olarak Kudüs’te dünyaya gelmiş. Hz. Süleyman; Yahudilikte din büyüğü, vaiz ve özdeyişlerin yazıcısı olarak; Hristiyanlıkta yasa koyucu ve kral olarak ve İslam'da ise peygamber olarak görülüyor. Din dışı tarihte Hz. Süleyman'ın MÖ 970–931 yıllarında kral olduğu kabul ediliyor. Hz. Davud'un 19 oğlu varmış ancak Allah Davud'un oğulları arasından Süleyman'ı kendisine varis kılmış. Kutsal kitaplara göre dünyaya gelmiş en zengin insan ve peygamber olarak görülüyor. Eski Ahit'te Süleyman döneminde altın ve gümüşün çok bulunmalarından dolayı bir taş parçası kadar değersizleştiği söylenerek Hz. Süleyman’ın servetinin büyüklüğü tasvir ediliyor. Süleyman'ın bilgeliğinden faydalanmak isteyen, diğer ülke kral ve kraliçelerinin, Hz. Süleyman'a ödül mahiyetinde altın ve değerli eşyalar getirmesi de servetini katlayan önemli etkenlerden birisi olmuş.   

    Babası Hz. Davut, Hz. Süleyman daha 12 veya 13 yaşlarında iken vefat etmiş. Babası Davut'a nazaran daha farklı bir kişiliğe sahip olan Süleyman, güç ve istikrar bakımından kusursuz olarak devraldığı devlette, siyasi ve iktisadi girişimlerde bulunmuş. Babasının yapmayı planladığı mabedi (Süleyman Tapınağı) de inşa eden Süleyman, şehirde bir de saray inşa ettirmiş. Eski Ahid'de bu mabedin yapılışı en ince ayrıntısına kadar anlatılıyor. Mabet, şehrin en yüksek noktasında, Davut'un kurbanlarını sunduğu mezbahanın yerinde, bugün Müslümanlara ait olan Harem-i Şerif'in bulunduğu alanda inşa edilmiş. Süleyman, mabedin biraz aşağısına ise ihtişamı dillere destan sarayını yaptırmış. Bilgeliği ile meşhur olan Süleyman, Kudüs'ü dinî ve siyasi merkez olması yanında önemli bir ticaret merkezi yapmayı da başarmış. Kur'an'da keskin zekasından ve karmaşık meseleler de bile zekası sayesinde çözüme kavuşturduğundan sıkça bahsediliyor. Hz. Süleyman babasının yolunda ilerlemiş bir peygamber. Babası gibi önce şehrin hükümdarı daha sonra ise peygamber olmuş. Yapımı tam olarak 7 yıl süren bugünkü Mescid-i Aksa, Hz. Süleyman tarafından inşa ettirilmiş. M.Ö 932 yılında yine doğduğu şehirde, Kudüs'te vefat etmiş.

    Hz. Süleyman da diğer tüm peygamberler gibi mucizeleri olan bir peygamber. Yaşadığı dönem boyunca birçok mucizesi olmuş. İslam kaynaklarına göre Süleyman'ın kuş dilini bildiği, rüzgara, hayvanlara ve cinlere hakim olduğu ifade ediliyor. Kur'an'da Nem ve Sebe surelerinde kıssası anlatılıyor, anlatıma göre; günümüz Habeşistan (Etiyopya) veya Yemen'inin olduğu topraklarda hüküm sürdüğü farz edilen, tarih öncesi Saba (Sebe) Krallığı'nın Kraliçesi olan Makeda (İslam kültüründe Belkıs) Süleyman'ı ziyaret edip Müslüman olmuş ve Hüdhüd adlı bir kuş ile haberleşmişler. Yine çok ciddi bir hastalık geçirerek tahtı üzerinde ceset gibi kalarak sınandığı; güzel atların sunulduğu, kendisi için erimiş bakır madeninin sel gibi akıtıldığı, Cinlerin Süleyman'ın emriyle heykeller, havuzlar ve Süleyman Tapınağı'nı yaptığı anlatılmış. Süleyman'ın baş veziri olan Asaf, ilim yoluyla göz açıp kapayıncaya kadar Belkıs’ın tahtını ve servetini Saba’dan Kudüs’e getirmiş. Başta Ziya Paşa olmak üzere birçok şairin şiirlerinde kullandığı "Asaf'ın miktarını bilmez Süleyman olmayan" sözü de bu hadiseden geliyor. Kur'an'a göre Süleyman Peygamber, cinlerin Süleyman Mabedi’ni inşa ettikleri esnada onları gözlerken asasına dayanır halde ölmüş, uzun süre öldüğü anlaşılamamış ancak kurtların kemirmesi ile asasının düşmesi sonucu öldüğü anlaşıldıktan sonra defnedilmiş. Bu ayetle cinlerin gaibi bilemeyecekleri anlatılmak istenmiş. Rivayetlere göre Süleyman'ın yeşil yakuttan yüzüğü cennetten getirilmiş. Süleyman'ın mührü, edebiyatta kullanılan bir alegori ve mühürde İsm-i Azam Duası yazıyor.

Hz. İsa: Tüm dinler için kutsal bir isim olan Hz. İsa, birinci yüzyılda yaşamış bir Yahudi vaiz ve dini lider. İslam inancına göre Peygamber, Hristiyan inancına göre Tanrı’nın oğlu. Dünyanın en çok mensuba sahip dini olan Hristiyanlığın merkezi figürü. Çoğu Hristiyan, İsa'nın Tanrı'nın Oğlu olduğuna ve Eski Ahit'te kehanet edilen, beklenen Mesih'in ete kemiğe bürünmüş hali olduğuna, ölümünün hemen ardından tekrar dirildiğine ve kurduğu topluluğun Hristiyan Kilisesi'ne dönüştüğüne inanır. Hristiyan doktrinlerine göre İsa; Kutsal Ruh tarafından hamile bırakılan Meryem adında bir bakireden dünyaya gelmiş, birçok mucize gerçekleştirmiş, Hristiyan Kilisesi'ni kurmuş, insanlığın günahlarının kefareti için çarmıha gerilerek ölmüş, üç gün sonra dirilmiş ve tekrar geleceği tarihe kadar cennete yükselmiş. Yahudiler, İsa'nın beklenen Mesih olduğu inancını reddeder ve İsa'nın Tanah'ta belirtilen Mesih kehanetlerini karşılamadığını savunur. Maniciler, Gnostikler, Müslümanlar, Bahâiler ve diğerleri ise dinlerinde İsa'ya farklı yorumlarla yer vermiştir. İslam inancına göre İsa; Tanrı'nın görevlendirdiği ulu'l azm (azim ve sebat sahibi) peygamberlerdendir ve Mesih'tir. Bakire bir anadan doğmuşsa da Tanrı'nın Oğlu değildir ve kendisine bir kutsal kitap indirilmiştir. Kur'an'a göre İsa çarmıha gerilmemiş ancak Tanrı tarafından fiziksel olarak göğe yükseltilmiştir, dolayısıyla hiç ölmemiştir. Bahâi öğretileri, İsa'yı ‘’Tanrı'nın Tezahürleri’’nden biri sayar. Bazı Hindular, İsa'yı bir Avatar (Hint mitolojisine göre tanrıların yeryüzüne indiklerinde büründükleri şekiller) veya Sadu (Hinduizm ve Caynacılık'ta çileci bir yaşam sürüp sadaklarla hayatını idame eden, kendini dünya nimetlerinden uzaklaştırmış kişiler) olarak görür. Tenzin Gyatso (14. Dalay Lama) da dahil olmak üzere bazı Budistler, İsa'yı, hayatını halkın refahına adamış bir Bodhisattva (Budist düşüncede kendini tüm duyarlı canlıların Budalığa ulaşmasına yardımcı olmaya adamış kişi) olarak görür. Çoğu bilimsel araştırmacı, Meryem oğlu İsa'nın Celileli Yahudi bir haham olduğu ve kelâmını sözel olarak ilettiği, Vaftizci Yahya tarafından vaftiz edildiği ve Roma valisi Pontius Pilatus'un emriyle Kudüs’te çarmıha gerildiği konusunda hemfikirdir. Bugün dünyanın çoğu ülkesinde kullanılan miladi takvimdeki milat, İsa'nın doğduğu kabul edilen tarihtir.

    Türkçe’de kullanılan İsa sözcüğü Arapça olup, Kur'an-ı Kerim kökenlidir. İsa ismi, İbranice ve Aramicede Yeşua olarak bilinir. İsrailoğulları'nda oldukça yaygın olan bu ad ‘’Kurtuluş Yahveh'dendir’’ anlamına gelir. Birçok dilde kullanılan Christ, Christus, Cristo vb. isimler, ‘’kutsal yağ ile ovulmuş, kutsanmış’’ anlamına gelen Mesih’in Yunanca karşılığı olan Hristos’un varyasyonlarıdır. Hristiyan kaynaklarında ve yer yer Kur'an'da da ismi İsa Mesih olarak geçer. Meryem oğlu İsa'nın Mesih unvanıyla anılmasının bir sebebi, hastaları eliyle mesh ederek iyileştirmesinden dolayıdır. İslam inancına göre Hz. İsa, kendisine kitap gönderilen büyük peygamberler arasında yer alır. Bu bağlamda Hz. İsa 30 yaşındayken kendisine İncil gönderilmiştir. 33 yaşında canlı bir biçimde göğe kaldırılan Hz. İsa’nın kıyamet yaklaştığında tekrar dünyaya ineceği ve normal insanlar gibi; evleneceği, çocukları olacağı ve vefat edeceğine inanılır. Hazreti İsa, dünyaya geri geldiğinde Hz. Mehdi ile buluşup, tüm dünyaya İslam’ı yayacaktır.

Yahuda: Hristiyanların söylemiyle Yahuda İşkariyot (İskariot, katil anlamına gelen Latince kökenli bir sözcük) MS 30/34 tarihleri arasında yaşayan, birinci yüzyılda Yahudilerin yaşadığı Yahudiye eyaletine İsa'yı öldürmek için gelmiş Ferisilere, para karşılığı İsa'nın saklandığı yeri söyleyen Yahudi havari ve din adamı. Romalılar, İsa'yı çarmıha gerip öldürdükten sonra, yaptığı hainlikten ötürü pişmanlık duymuş, vicdan azabı çekmiş ve en sonunda kendini asarak intihar etmiş. Geleneksel Hristiyan görüşüne göre, sadece 30 gümüş dinar karşılığı İsa'nın yerini Ferisilere söylemiş. Yehuda'nın ardından On iki Havari arasındaki yerine diğer havarilerce Matthias getirilmiş. Yehuda (Judas), Son Akşam Yemeğinden sonra İsa'yı 30 gümüş karşılığında Sanhedrin adı verilen meclise bildirmesi ve onu öperek ele vermesi nedeniyle Judas adı ve öpüşü ihanet sözcüğüyle eş anlamlı kullanılır olmuş.

    Matta İncili’nin 26:14-25’inci bölümlere göre; İsa havarileri ile birlikte yemek yerken şöyle dedi; ‘‘Size derim ki, içinizden biri beni ele verecek’ Çok üzülen havariler telaşlanarak ‘Ben miyim?’ diye sormaya başladılar. İsa şöyle cevap verdi; ‘Benimle birlikte sahana ekmek banan biri, bana ihanet edecek. Tanrı’nın oğlu alnına yazıldığı için gidiyor, ama Tanrı’nın Oğlu’na ihanet edenin başına gelecekleri düşünün! Hiç doğmasaydı onun için daha iyi olurdu.’ İşte o zaman Yahuda İskaryot ‘Ben miyim?’ dediğinde İsa, ‘Ağzınla söyledin’ dedi.’’ Leonardo Da Vinci’nin ünlü ‘Son Akşam Yemeği’ tablosunu incelerseniz, İsa’nın sağında göreceğiniz esmer tenli kişinin Yahuda olduğunu fark edeceksiniz. Matta İncili’nde geçen bu diyalogların adeta tamamını tablo üzerinde okuyabilirsiniz. Tabloda tüm havariler İsa’nın ‘Benimle birlikte sahana ekmek banan biri, bana ihanet edecek.’ demesiyle telaşlanıyor ve ‘Ben miyim?’ diye sormaya başlıyorlar.

    Aslında Yahuda’nın İsa'ya ihanet etme sebebi para kazanma, zengin olma arzusu değil zira kendisine verilen 30 dinar böyle bir görev için küçük bir miktar. Yahuda'nın İsa'ya ihanet sebebi İsa’yı asla bir peygamber olarak kabul edememiş ve inanmamış olması. Zaten İsa’ya ‘’öğretmen’’ diye hitap ediyormuş. Yahudi halkı İsa’nın ‘Roma'nın başına geçecek ve Yahudiler'i zulümden kurtaracak kral" olduğuna inanmışlar ve Roma ile savaşmasını ve Roma’yı yıkıp Yahudi Krallığını kurmasını beklemişler. Elbette İsa’nın böyle bir gayesi ve misyonu yokmuş, o sadece Tanrı’nın öğretilerini insanlara ulaştırmak için var olmuş. Hiçbir zaman şiddete başvurmamış, eline kılıç değil bıçak dahi almamış. Hatta havarilerine ‘Bir yanağına tokat atana diğer yanağını çevir.’ öğretisini öğütlemiş. Yahuda İsa'nın bu davranışlarını kendi ırkına ihanet olarak gördüğü ve asla bir Yahudi Kralı olamayacağını düşündüğü için Romalılarla anlaşmış. İsa'nın, Yahudi ırkının beklediği bir kral olmaktan çok uzak olduğunu, daha önce binlercesi çıkmış ve tarihe gömülmüş olan kahinlerden biri olduğuna kendini inandırmış. İhanete uğradığını hissederek, aynı şekilde karşılık vermiş.

     2006 yılında bulunan ve 220-340 yılları arasında yazıldığı tahmin edilen Yahuda İncili, Yahuda'nın bakış açısıyla İsa'nın başından geçenleri anlatıyor. National Geographic Society tarafından uzun süren bir araştırmanın sonucunda ortaya çıkarılan ‘Yahuda'nın Müjdesi’ kitabından sadece belli bir bölümü hala okunabilir durumda. Birçok sayfası kaybolmuş, yok olmuş ve halen tarihi eser kaçakçıları tarafından yüksek fiyatlarda satıldığı tahmin ediliyor. Kitabın büyük çoğunluğunun ortaya çıkmasıyla da sayfaların fiyatlarının şu an astronomik rakamlarda olduğu düşünülüyor. Gnostik gruplar tarafından tek sayfasına bir milyon dolar verileceği grey marketlerde (illegal satış yapılan platform) duyurulmuş ancak bu bilgi gruplar tarafından bir süre sonra yalanlanmış. Satılmasında sorun çıkınca bir bankanın emanet kasasına kapatılan eski papirüs kâğıtları zamanla yok olmaya yüz tutmuş ve şu an da büyük çoğunluğu silinmiş. Orijinalinde 62 sayfa olduğu sanılan eserin sadece 26 sayfası ve bu sayfaların sadece belli bir kısmı kalmış.

Aziz Pavlus: Hristiyanlığın erken gelişiminde etkili bir figür olan, yazıları ve mektupları İncil’in önemli bir bölümünü oluşturan St. Pauli (Paul) olarak da bilinen Pavlus, M.S 5 yılında Tarsus’ta bir Yahudi olarak dünyaya gelmiş. Ailesi aynı zamanda Roma vatandaşlık hakkına sahip büyük bir çadır üreticisiymiş. Genç yaşında eğitim için gittiği Kudüs’te yeni yayılmaya başlayan Hıristiyanlığa karşı yapılan saldırıların içinde yer almış. Bir süre İsa’ya inananları şiddet kullanarak caydırmaya çalışmış ve her konuda olduğu gibi bu çabasında da çok gayretliymiş. Özellikle İsa’nın havarilerinden olan ilk Hristiyan şehit Stefan’ın taşlanarak öldürülmesinde gösterdiği sevinç Hıristiyan oluşundan sonra da unutulmamış. Şam’a kaçan Hıristiyanların peşinden giderken rüyasında Hz. İsa’yı görmesiyle başlayan St. Paul efsanesi, İncil içerisinde yer alarak günümüze kadar gelmeyi başarmış. Bu gayretiyle Hıristiyan kilisesinde önemli bir yere sahip olmuş ve St. Pier ile birlikte kilise kurucusu olarak kabul görmüş. Roma’da esir edilip ölünceye dek dinini yaymak için çalışan, bu arada Roma İmparatorluk topraklarının büyük bir bölümünü kat etmeyi başaran Paul, ‘Haberci’ olarak üç kez gezi gerçekleştirmiş. Daha çok Anadolu’nun batısını kapsayan bu gezilerinin son ikisinin Yunanistan, Adalar ve Roma’yı kapsadığı biliniyor. İlk gezisinde deniz yoluyla Samandağ-Seleukeia Pieria üzerinden Kıbrıs’a ve oradan Baf limanından Perge’ye ulaşmış. Karayoluyla devam ettiği bu yolculuğunda önce Yalvaç’a, oradan Konya’ya, daha sonrada Hatunsaray üzerinden Derbe’ye ulaşmış. Kısa süreler içerisinde bu kentlerin bazılarını yeniden dolaştıktan sonra aynı güzergahı izleyerek tekrar Perge’ye dönmüş. Buradan gemiyle Samandağ’ına, oradan da Antakya üzerinden Kudüs’e gelmiş ve ilk yolculuğunu böylece tamamlamış. Bu çalışmalarıyla Paul daha çok İncil’i uluslara müjdelemeye gönderilmiş bir haberci olarak tanınmış. Dahası tarih onu Tarsus’ta ve Kudüs’te aldığı iyi eğitim sayesinde edindiği üstün vasıflarla başarılı olmuş bir çömez ve Hıristiyan dinine yaptığı hizmetlerinden dolayı da ‘Tarsuslu Paul’ olarak kutsamış. Hatta Petrus’la birlikte kurduğu kiliseler ve İncil’i yaymak için gösterdiği cesaret ve kararlılık sayesinde İsa’nın yanında olan 12 Havariden biri olmamasına rağmen ‘Tarsuslu Havari’ olarak anılmış.

    Aziz Pavlus’un, İsa Mesih’i izleyen yeni mezhebe karşı düşmanlık edecek kadar karşıt olmasının ana sebebi; İsa’nın alelade bir suçlu olarak çarmıha gerilip teşhir edilerek öldürüldüğüne inanıyor olması. Zira Pavlus’un düşüncesine göre Mesih olan birinin çarmıha gerilebilmesi ve öldürülebilmesi mümkün olamazdı. Bu sebeple Pavlus ilk önceleri İsa’nın Mesih olduğuna inanmamış. MS 31-36 yılları arasında Aziz Paul, Hristiyanlara karşı zulmeden bir yobazdan, sadık bir Mesih izleyicisine nasıl dönüştüğü İncil’de şöyle anlatılıyor;

    ‘’Saul ise Rab’bin (İsa’nın) öğrencilerine karşı hâlâ tehdit ve ölüm soluyordu. Başkâhine gitti, Şam’daki havralara verilmek üzere mektuplar yazmasını istedi. Orada İsa’nın yolunda yürüyen kadın erkek, kimi bulsa tutuklayıp Yeruşalim’e getirmek niyetindeydi. Yol alıp Şam’a yaklaştığı sırada, birdenbire gökten gelen bir ışık çevresini aydınlattı. Yere yıkılan Saul, bir sesin kendisine, “Saul, Saul, neden bana zulmediyorsun?” dediğini işitti. Saul, “Ey Efendim, sen kimsin?” dedi. “Ben senin zulmettiğin İsa’yım” diye yanıt geldi. “Haydi kalk ve kente gir, ne yapman gerektiği sana bildirilecek.” Saul’la birlikte yolculuk eden adamların dilleri tutuldu, oldukları yerde kalakaldılar. Sesi duydularsa da, kimseyi göremediler. Saul yerden kalktı ama gözlerini açtığında hiçbir şey göremiyordu. Sonra kendisini elinden tutup Şam’a götürdüler. Üç gün boyunca gözleri görmeyen Saul hiçbir şey yiyip içmedi. Şam’da Hananya adında bir İsa öğrencisi vardı. Bir görümde Rab ona, “Hananya!” diye seslendi. “Buradayım, ya Rab” dedi Hananya. Rab ona, “Kalk” dedi, “Doğru Sokak denilen sokağa git ve Yahuda’nın evinde Saul adında Tarsuslu birini sor. Şu anda orada dua ediyor. Görümünde yanına Hananya adlı birinin geldiğini ve gözlerini açmak için ellerini kendisinin üzerine koyduğunu görmüştür.” Hananya şöyle karşılık verdi: “Ya Rab, birçoklarının bu adam hakkında neler anlattıklarını duydum. Yeruşalim’de senin kutsallarına nice kötülük yapmış! Burada da senin adını anan herkesi tutuklamak için başkâhinlerden yetki almıştır.” Rab ona, “Git!” dedi. “Bu adam, benim adımı öteki uluslara, krallara ve İsrailoğulları’na duyurmak üzere seçilmiş bir aracımdır. Benim adım uğruna ne kadar sıkıntı çekmesi gerekeceğini ona göstereceğim.” Bunun üzerine Hananya gitti, eve girdi ve ellerini Saul’un üzerine koydu. “Saul kardeş” dedi, “Sen buraya gelirken yolda sana görünen Rab, yani İsa, gözlerin açılsın ve Kutsal Ruh’la dolasın diye beni yolladı.” O anda Saul’un gözlerinden balık pulunu andıran şeyler düştü. Saul yeniden görmeye başladı. Kalkıp vaftiz oldu. Sonra yemek yiyip kuvvet buldu. Bu görümden ve iyileşmesinden sonra İsa Mesih’in tanrısallığını kabul etti ve hayatını Hristiyan mesajını yaymaya adadı. Aziz Saul, İsa Mesih’in hizmetkarı olduğunu ve bu ateşli dönüşümünün, akıl ya da mantıktan değil Tanrı’nın lütfundan kaynaklandığını açıkladı. Aziz Saul, sünnet gibi eski dini ayinlerin artık gerekli olmadığını öğretti. Günahkârları kurtarmak için çarmıhta ölen İsa Mesih’in kurtarıcı gücüne olan inancın, Hristiyanlığın özü olduğunu öğretti.’’

Yahudiye Valisi Herod: M.Ö 23 - M.S 18 tarihleri arasında yaşayan ve Roma İmparatorluğu tarafından Yahudiye Eyaleti'ne atanan Musevi Kral Hirodes'in oğlu ve bu eyalette Ethnarch unvanı ile bilinen valiydi. Babası Hirodes'in ölümü ile birlikte M.S 4 tarihinde kendini Yahudiye'nin kralı ilan etmiş. Tevrat’ta belirtilen Mesih’in geliş işaretlerini gördüğü için İsrailoğullarına yönelik bir çocuk katliamı gerçekleştirmiş ve Hz. İsa'ya engel olmak için 2 yaşından küçük çocukları öldürtmeye başlamış. Doğacak olan İsa’nın büyümemesi ve İsrailoğullarının liderliğine geçip iktidarı ele geçirmemesi için yaptığı bu çocuk kıyımı tarihe ‘Masumların Katli’ olarak geçmiş.

    Kudüs’ü baştan aşağı yenilemek ve kendinden bir iz bırakmak isteyen Herod, şehrin en kutsal yerine kraliyet sarayı inşa ettirmiş. Yahudiliğin gerçek önderi olduğunu vurgulamak için yaptırdığı bu ihtişamlı saraya, Babil Kralı II. Nebukadnezar tarafından yıkılan 1. Süleyman Mabedi’nin yerine yapılan 2. Süleyman Mabedi denilmiş. M.S 70 yılında Kudüs şehrinde baş gösteren isyanı bastırmak için orduları ile şehre giriş yapan Roma İmparatoru 2. Titus, diğer binalar ile birlikte 2. Süleyman Mabedi’ni de yerle bir etmiş ve isyancılara ‘Eğer isyan ederseniz mabetlerinizi yıkarım’ mesajını vermek için sadece tek bir duvarı ayakta bırakmış. Günümüzde ‘Ağlama Duvarı’ olarak bilinen bu duvarın hemen yanına, İslam hakimiyeti döneminde bugünkü Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra camileri inşa edilmiş.

Roma İmparatoru Hadrian: Antik Roma tarihindeki en başarılı imparatorlardan biri olan Hadrian, 21 yıllık iktidarı döneminde büyük askeri başarılar kazanmış ve Roma İmparatorluğu’nun sınırlarını alabildiğine genişletmiş. İmparator olur olmaz savunulmaz olarak gördüğü yerleri terk etmiş ve kalan yerlerin savunmasını güçlendirmiş. Hadrian aynı zamanda imparatorluk sınırlarında yaşayan Romalı olmayan halklarla da ilgilenmiş ve onlara hoşgörü göstermiş. Hadrian’ın yönetimi sırasındaki dönem, büyük ölçüde barış içerisinde geçmiş.

    117-138 yılları arasında hüküm süren İmparator Hadrian’ın Kudüs tarihindeki yeri, M.S 130 yılında yaptığı Kudüs ziyareti ile başlıyor. Dönemin en güçlü lideri olan Hadrian, Kudüs’ü ziyaret ettiğinde böylesi bir şehrin Roma mimarisine uygun bir şekilde tasarlanmış olması gerektiğini düşünüyor ve Kudüs’ün yıkılıp yeniden inşa edilmesini emrediyor. Hummalı bir çalışma neticesinde Kudüs, tam bir Roma şehrine dönüşüyor ve hem adı değişiyor hem de sokaklar putlarla dolduruluyor. Bu duruma artık daha fazla tahammül edemeyen halk, mesihvari özellikleri olduğuna inandıkları Yahudi haham Şimon Bar Kohba liderliğinde ayaklanarak yaklaşık 3 yıl sürecek bir isyan başlatıyor. İsyan ilk önceleri başarılı oluyor, sokaklar putlardan temizleniyor ve Şimon Bar Kohba, ömrü yaklaşık 2 yıl sürecek olan yeni yönetimin lideri seçiliyor. En nihayetinde Hadrian destek kuvvetler ile birlikte Kudüs’te adeta kıyım yapıyor ve binlerce Yahudi’yi kılıçtan geçirerek isyanı bastırmayı başarıyor. Şehirde tekrar istikrarın sağlanması ile birlikte Yahudiler Kudüs'ten sürülüyor. Yahudilerin sadece İbrani Takvimi’ne göre Av ayının 9. günü olan ve 17-18 Temmuz arasına denk gelen, Museviler için yas ve oruç günü olan Tişa beAv denilen günde şehre girmelerine ve Süleyman Mabedi alanına yakın bir yerde yas tutmalarına izin veriliyor. Diğer 364 gün şehre girmeleri yasak olan Yahudiler sadece uzaktan yas tutabiliyorlar. İsa'yı Mesih olarak kabul eden Yahudiler yani İlk Hıristiyanlar, Bar Kohba ayaklanmasını desteklememelerine rağmen onların da Kudüs'e girişi yasaklanıyor. Bu yasağı çiğneyenler ibret-i alem için şehrin duvarlarına asılarak idam ediliyor. Yahudilerin yaklaşık 500 yıl süren şehre giriş yasağı, Hz. Ömer’in 638 yılında Kudüs’ü fethi ile son buluyor.

Hz. Ömer: Asıl adı Ömer Bin Hattab olan Hz. Ömer, 581 - 644 yılları arasında yaşayan, İslam tarihinin en bilindik ve en sevilen sahabelerinden birisi. Çocukluğunda babasına ait sürünün çobanlığını yapan Hz. Ömer, daha sonraları ticaretle uğraşarak hem zengin hem de nüfuzlu birisi olmuş. Kabilelerin arasında bir sorun çıksa sözü dinlenirmiş. Müslüman olmadan önce Müslümanlara karşı birçok eziyette bulunmuş ancak Müslümanlığı kabul etmesi ile birlikte tüm servetini, gücünü ve nüfuzunu Müslümanlar için kullanmış. Hz. Ömer sayesinde İslam orduları büyük bir güce sahip olmuş. Hz. Muhammed’in vefatından sonra halife olan Hz. Ebubekir’in yardımcılığını yapan Hz. Ömer, 634 yılında Hz. Ebubekir’in vefatı sonucu 2. Halife olarak görev yapmaya başlamış. Halifeliği döneminde Mısır, Suriye, Irak ve İran’ı İslam toprakları içerisine dahil etmiş. İskenderiye, Horasan, Ermenistan, Azerbaycan ve Kudüs, Hz. Ömer’in hilafet döneminde fethedilmiş. İslam ordularının almış oldukları topraklarda yaşayan halk, İslam’daki güzel ahlak, adalet ve gördükleri davranış ile etkilenip kitleler şeklinde Müslüman olmuş. Dininden dönmek istemeyen kişiler baskılara maruz kalmamış ve inanç hürriyetlerine kavuşmuşlar. Devlet idaresinde çok sayıda ilke imza atmış. İslam için Müslümanların hizmetinden dolayı insanlara maaş bağlamış ve maaşlar senelik olarak ödenmiş. ‘Müminlerin Emiri’ olarak isimlendirilen ilk kişi olmuş. İlk defa Teravih Namazı Hz. Ömer döneminde cemaat ile kılınmış, ilk kez valiler ile toplantı yapmış, ilk kez yazılı karar almış, ilk kez İslam devletine ait olacak bir para bastırmış. 641 yılında Hayber ve çevresindeki Yahudileri Arap Yarımadası dışına çıkaran Hz. Ömer, 644 yılında hac ibadetini yapıp Medine'ye döndüğü günlerde, Firuz en-Nihavend isimli köle tarafından sabah namazında hançerle ağır yaralanmış. Şehadetinden önce oğlu Abdullah'ı Hz. Aişe'ye yollayarak Hz. Peygamber'in ayağının dibine defnedilmek için izin istemiş. Hz. Aişe kendisi için düşündüğü bu yeri ona vermeyi kabul etmiş ve Hz. Ömer üç gün sonra 3 Kasım 644'te vefat etmiş.  

    Hz. Peygamber'in Miraç hadisesinde Mescid-i Aksa'ya gitmesi ve Mescid-i Aksa'nın Müslümanların ilk kıblesi olması, Kudüs’ü Hz. Ömer için oldukça önemli bir yer kılıyordu. Hz. Peygamberin ayak bastığı böylesine kutsal bir şehrin hilafet yönetimi altında olması gerektiğine inanan Hz. Ömer, 636 yılında İslam orduları ile Kudüs’ü kuşatmış. Ebu Ubeyde bin Cerrah komutası altındaki Râşidin ordusuna daha fazla karşı koyamayan Hristiyan Patrik Sophronius, altı ay sonra yalnızca Râşidin halifesine teslim olmak şartıyla teslimiyeti kabul etmiş. 637 yılının Nisan ayında muhacir ve ensarlardan oluşan küçük bir kafileyle yola çıkan Halife Ömer, şehrin teslimini almak için Kudüs'e şahsen gitmiş ve Kudüs şehrini teslim almış. Her üç semavi din tarafından kutsal olan Kudüs'e görkemli bir merasimle değil tevazu ile giren Hz. Ömer, şehirde ilk olarak Mescid-i Aksa'yı ziyaret edip Hz. Davud'un mihrabında dua etmiş. Hz. Ömer, Hz. Muhammed'in vefatından sonra bir daha ezan okumayan Bilal-i Habeşi'yi çağırarak ezan okuması ricasında bulunmuş. Bilal-i Habeşi, Halifenin hatrı ve Kudüs'ün fethi dolayısıyla bu emri bir defaya mahsus olarak yerine getirmiş. Şehrin Müslümanlar tarafından fethedilmesi, Filistin üzerindeki Arap egemenliğini sağlamlaştırmış ve bu egemenlik, 11. yüzyılın sonlarındaki İlk Haçlı Seferi'ne kadar herhangi bir tehdit yaşamamış. Böylece Kudüs, hem İslam hem de Hristiyanlık ve Yahudilik tarafından kutsal bir yer olarak görülmeye başlanmış.

Selahaddin Eyyubi: Tam ismi el-Melik el-Nasır Ebu'l Muẓaffer Selahaddin Yūsūf bin Necmeddin Eyyub bin Şadi olan ve Eyyubi hanedanının kurucusu ve ilk hükümdarı olan Selahattin Eyyubi, 1138-1193 tarihleri arasında yaşayan ve özellikle İslam tarihine silinmez izler bırakan bir lider. 1187 yılında işgal altındaki Kutsal Toprakları Haçlılardan geri almak için yeni ya da gelişmiş askeri teknikler kullanmak yerine, çok sayıdaki düzensiz kuvvetleri birleştirip disiplin altına alarak büyük bir ordu kuran Selahattin Eyyubi, komutasındaki ordusuyla beraber 4 Temmuz 1187'de Hıttin Muharebesi'nde Kudüs Kralı Lüzinyanlı Guy'un ordusunu neredeyse tamamen yok etmiş. Bu zafer, Müslümanların Kudüs Krallığı'nın neredeyse tümünü ele geçirmesini sağlamış. Akka, Betrun, Beyrut, Sayda, Nasıra, Caesarea, Nablus, Yafa ve Aşkelon üç ay içinde düşmüş.

    "Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim.’’ sözüyle hafızalara kazınan Selahaddin Eyyubi, Hıttin zaferinden yaklaşık 2,5 ay sonra, 20 Eylül 1187'de işgal altındaki Kudüs'ü kuşatmış. Kuşatma sırasında Kudüs'ün zarar görmemesi için büyük önem gösteren ve kutsal şehri korumak için ‘’Kudüs'ün, Allah'ın kutsal saydığı beldelerden biri olduğuna büyük bir inancım vardır. Sizin de kutsallığına inandığınız bu beldeye muhasara ve savaşın gerektirdiği yollarla hücum etmek ve girmek istemiyorum.’’ ifadelerini kullanan Selahattin Eyyubi, kuşatmayı kıramayan Kudüs'ün işgalci komutanı İbelinli Balian'ın 2 Ekim 1187'de şehri Eyyubilere teslim etmesiyle Kudüs'teki 88 yıllık Haçlı işgaline son vermiş. Haçlılarca tahrip edilen Mescid-i Aksa'yı kendi elleriyle süpüren ve gül yağıyla yıkatan Selahaddin Eyyubi, Harem-i Şerif'i Hristiyanlara ait sembollerden arındırmış. Fetih sonrası Kubbetü's Sahra'daki haçın da indirilmesinin ardından 88 yıl boyunca duyulamayan ezan sesi yeniden şehrin semalarında yankılanmaya başlamış. Avrupalı Hristiyanlar, bu beklenmedik yenilgiden sonra Kudüs'ü tekrar hakimiyetlerine geçirebilmek amacıyla Üçüncü Haçlı Seferi'ni düzenlemiş. Selahaddin; bu sefer sırasında gerçekleşen Arsuf Muharebesi'nde İngiliz Kralı I. Richard'a yenilmiş ancak onunla yaptığı Yafa Antlaşması sayesinde Kudüs'ü muhafaza etmeyi başarmış. 1169 yılında Mısır'da bulunan Fatimi halifesinin veziri olmuş ve 1171 yılında ise Şii Fatimi halifeliğini feshedip; Mısır'ı, Bağdat'ta bulunan Sünni Abbasi halifeliğine bağlamış. Orta Doğu'daki Haçlı varlığının belini kırarak İslam dünyasının gücünü Avrupa'ya gösteren Selahaddin Eyyubi, 4 Mart 1193'te Şam'da vefat etmiş. Günümüzde Selahaddin Eyyubi'nin türbesi Şam'daki Emevi Camisinin yanında yer alıyor.

Yahudilikle Alakalı Bilmeniz Gereken Terimler;

Şabat: Yahudiliğin en temel öğretilerinden birisi olan Şabat veya Sebt; Yahudilerin dinlenme günü olan Cumartesi gününü ifade ediyor. Yahudiler için Yehova ile aralarındaki özel bir bağı temsil ediyor. İbranice ‘lişbot’ (iş bırakma) kelimesinden geliyor. Yahudilikte evrenin başlangıcında (Bereşit) Tanrı'nın dünyayı 6 günde yarattığına ve 7. gün dinlendiğine inanılıyor ve Tanrı'nın bu günü Yahudilere armağan ettiği kabul ediliyor.

    Yahudilikte Pazar günüyle başlayan haftanın 7. günü olan Cumartesi, mutlak bir iş görmezlik günü olarak belirlenmiş ve Yahudilerin bu günde herhangi bir iş yapmamaları sadece Tevrat okuyarak ibadet etmeleri istenilmiş. Sadece haftalık bir tatil günü değil aynı zamanda manevi anlamda güç kazanılan ve Tanrı’ya daha yakın olunabilen bir gün olarak görülür. Şabat’ın getirdiği kısıtlamalar Cuma günü, gün batımıyla başlar ve Cumartesi günü gün batımı sonrasına kadar devam eder. Şabatta hiçbir iş ve eylem yapılamaz; evde bulunan buzdolabı, televizyon, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, klima vs. çalıştırılmaz, araba kullanılmaz, gaz veya elektrikle ateş yakılmaz, sigara içilmez, ocakta veya fırın içerisinde yemek pişirilmez, soğuk suyla duş almak serbest ancak sıcak suyla duş almak yasaktır, saçları taramak, saçını örmek, kap kacak yıkanırken sünger kullanmak yasaktır zira genel olarak Şabat’ta sıkma işlemi yasaktır, telefonda konuşmak ve telefon kullanmak, mikrodalgada veya fırında yemek ısıtmak, eşyaları bir araya getirmek veya onları birbirinden uzaklaştırmak yasaktır, elbiselerin ve tekstil ürünlerinin yıkanması elle yapılsa dahi yasaktır, dikiş yapmak, düğme dikmek, düğmeyi sökmek ve yırtmak, yazı yazmak, tıraş olmak, makyaj yapmak yasaktır, alışveriş yapmak yasaktır. Kısaca Şabat'la ilgili kurallar ve yasakların temelinde dünyevi bütün işlerin durdurulması vardır. Ev halkı Şabat'ı karşılamak üzere temiz ve şık giyinmiş olarak hazırlanır, Şabat sofrası erkenden kurulur, evde önemli bir misafir gelecekmişçesine beklemeye girilir. Bütün hazırlıklar Şabat mumlarının evin hanımı tarafından yakılmasıyla son bulur. Bütün hafta görüşme fırsatı olmayan aile bireyleri Şabat yemeği için bir araya gelirler ve aile bağları bu şekilde kuvvetlendirilmiş olur.

Bar Mitzvah: Yahudilerde erkek için yapılan reşit olma ayinidir. Bat Mitzvah ise kızlar için yapılan reşit olma ayini. Ritüelin erkek için yapılanın çoğulu B'nai Mitzvah iken kızlar için yapılanın çoğulu B'not Mitzvah’dir. Yahudi hukukuna göre, Yahudi oğlanlar 13 yaşına geldiklerinde yaptıkları eylemlerden sorumlu olurlar ve bir Bar Mitzvah olur. Bir kız ise Ortodoks ve Muhafazakâr Yahudilere göre 12 yaşında ya da Reform Yahudilerine göre 13 yaşında iken Bat Mitzvah olur. Bar Mitzvah yaşına gelmeden önce çocuğun ebeveynleri, çocuğun eylemlerinin sorumluluğunu üstlenir. Bu yaştan sonra, erkekler ve kızlar; Yahudi ayinleri, gelenekleri ve ahlakı için kendi sorumluluklarını üstlenirler ve Yahudi toplum yaşamının her alanına katılabilirler. Bar Mitzvah'ın babası, geleneksel olarak, çocuğun günahları için artık cezalandırılmayacağından dolayı tanrıya şükreder.

    Yahudi inancına göre Tanrı, Musa Peygamber'e şöyle buyurur: ‘’İsrail oğulları ile konuş, elbiselerine püsküller yapsınlar ve bu püsküllere baktıklarında emirlerimi hatırlasınlar.’’ İşte bu püsküller Tallet'in dört köşesindeki Tsitsitlerdir, düğümler ise Yahudi dinindeki 613 Mitzvayı simgeler. 13 yaşını dolduran erkek çocuk ilk kez bir sabah duasında (Cumartesi ve bayramlar hariç) Tefillin ve Tallet takarak erginliğini ispatlar. Genellikle Tefillinin ilk kez takılmasını takip eden Cumartesi günü yapılan Bar-Mitzva töreni çocuğun, Yahudi toplumuna, dini görevlerini yerine getirebilecek erginliğe erişmiş, kendi sorumluluğunu üstlenmiş bir üye olarak katıldığını anlatır. Bu törende çocuk Tevrat'tan bir bölüm okumak üzere Teva'ya çağrılır. Artık o, büyümüş, annesine babasına, tüm ailesine, çevresine faydalı bir ergin olacağına söz vermiş, çocukluğunu geride bırakmış bir ergindir. Ağlama Duvarı’nı ziyaret ettiğiniz zaman mutlaka bir Bar Mitzvah törenine şahit olursunuz.

Eski Ahit: Eski Antlaşma veya Ahd-i Atîk, Hristiyan Kutsal Kitap Kanonu’nun (İncil’in bütün kiliseler tarafından tanınan bölümler listesine verilen isim) ilk bölümünü oluşturan fakat esas olarak İbranice Kutsal Kitap'ın (veya Tanah) yirmi dört cildine dayanan; Hristiyanlığın, Yahudiler tarafından oluşumu ve İbrani halkının (veya Yahudilerin) Yahveh ile antlaşmasını içeren metinler bulundurur. Hristiyan Kutsal Kitap'ının ikinci kısmı ise Koine Yunancası ile yazılmış Yeni Ahit'tir. Yeni Ahit'le birlikte Kitab-ı Mukaddes'i oluşturur ve Hristiyanlarca kutsal, Yahudilerce ise Yeni Ahit olduğu için kutsal değil tam tersi Eski Ahit'e ihanet olarak görülür. Kitapların çoğu İbranice, bir kısmı Aramice olarak yazılmıştır. MÖ 1200 ile MÖ 100 yılları arasında, Yahudi din adamları ve alimleri tarafından yazıldığı kabul edilmektedir. İbrahimi dinlerde Tanrı'nın Musa ile bir ahit yaptığı kabul edilir. Hristiyanlar, Tanrı'nın İsa ile yeni bir antlaşma yaptığına inandıklarından Tanah'ı Eski Ahit olarak adlandırırlar. Yahudiler İsa'nın Mesihliğini veya peygamberliğini kabul etmezler. Yeni Ahit'i kutsal kitap kabul etmez, Tanah'a Eski Ahit denmesini uygunsuz bulurlar. Eski Ahit ile Tanah arasındaki başlıca fark kitapların sıralanışı ve isimleridir.

Davud Yıldızı (Davud Kalkanı – Süleyman Mührü): Adını Antik İsrail'in Kralı Davud'dan (Hz. Davud) alır. Genel olarak Yahudiliğin ve Yahudi ulusunun bir sembolü olarak kabul edilir. Aslen kalkanı sembolize etmekle beraber Orta Çağ'dan beri Yahudi Yıldızı olarak bilinmiş ve daha eski bir sembol olan Menora (Yedi Kollu Şamdan) ile birlikte adı Yahudilikle beraber anılmıştır. İbranicede Magen sözcüğü, savunma anlamındaki ‘lehagen’ veya ‘hagana’ sözcükleriyle aynı köke sahiptir ve ‘savunucu, koruyucu’ anlamını taşır. İbranicede askeri bir savunma aracı olan ‘kalkan’ için de Magen kelimesi kullanılır. İsrail Devleti'nin 1948 yılında kurulmasıyla beraber, Davud'un Kalkanı İsrail bayrağında yer almıştır.

    Yahudi sembolü olarak Bazı Yahudi kaynaklarına göre Davud'un Yıldızı/Kalkanı 7 rakamını simgeler (6 köşe ve orta bölüm). Bu amblemden bahseden, elde olan mevcut en eski Yahudi metni Judah Hadassi'ye ait Eshkol Ha-Kofer’dir. 12. yüzyıla ait bu metinde yedi meleğin adı sıralanır ve her birinin yanında metinde 'Davud'un Kalkanı' olarak adlandırılmış sembol bulunur. Yahudilikte 7 rakamı önemli bir yere sahiptir zira tanrının evreni 6 günde yarattığına ve yedinci gün dinlendiğine inanılır. Haftanın altı günü çalışılır ve yedinci günü yani Şabat günü dinlenmeye ayrılır. Tanrının yedi ruhu olduğuna inanılır ve antik Çadır Tapınak Mişkan'daki ve Kudüs Tapınağı'ndaki Menora adlı şamdanın yedi kolu vardır. Davud'un Yıldızı, antik tapınaktaki Menora'nın 3+3+1'lik düzenini sembolize etmesi nedeniyle sinagoglardaki başlıca sembol olmuştur. Amblemin kökeni kesin olarak bilinmemekle beraber bazı hipotezler ileri sürülmüştür. Bazı araştırmacılar 6 köşeli yıldızın (hekzagram) astrolojik olarak Davud'un doğumunu veya kral olarak kutsanışını sembolize ettiği tezini ileri sürmüşlerdir. Hekzagram, astrolojide Kral Yıldızı olarak da bilinir ve Zerdüştlükte önemli bir astrolojik semboldür. Bu sembolün Yahudilikteki kullanımına dair en eski arkeolojik kanıt Joshua ben Asayahu'ya mal edilen Sidon, Lübnan'da bulunmuş M.Ö 7. yüzyıla ait kitabedir.

    İslam inancı ve Osmanlı geleneğine göre bu sembol Mühr-ü Süleyman yani Hz. Süleyman’ın mührüdür. Davud Yıldızı’nın altı köşeli versiyonu, sadece İsrail'i sembolize eden bir malzeme ya da mana değildir. Anadolu Selçuklu mimarisi ile Osmanlı dönemindeki sancaklarda sıkça görülür. Yahudiler tarafından Davud Yıldızı (Davud Mührü, Davud Kalkanı) adıyla da anılmaktadır. Altı kenar ve altı köşeden oluşan, temelde iç içe geçmiş iki üçgenden oluşan şeklin yanında, sekiz köşe ve sekiz kenardan oluşan iç içe geçmiş iki kare de Türkiye'de Mühr-ü Süleyman olarak anılabilmektedir. Müslüman ve Türk mimarisinde çok eskiden bu tarafa süslemelerde kullanılmıştır. İki karenin oluşturduğu sembol, değişik zaman ve coğrafyalarda farklı kombinasyonlarda uygulanmıştır. Türkistan'ın Yesi şehrindeki Ahmet Yesevi türbesindeki sekiz köşeli yıldız ile Sivas Gök Medrese'nin kapısındaki sembol aynıyken yine Sivas Gök Medrese'nin minarelerindeki oyma süslemeler Mühr-ü Süleyman'ın çeşitleridir. Şehzade Selim’in 16. yüzyılın ikinci yarısına ait tılsımlı gömleğinin göğüs kısmında, döneminin en önemli deniz adamı Barbaros Hayrettin Paşa'nın sancağında, Karamanoğlu Beyliği'nin sancağında, Ahlat Mezarlığı’nda bulunan mezar taşları üzerinde, Kemankeş Mustafa Paşa Camii avlu kapısının dış yüzünde, Edirne Müzesi’nde sergilenen 1318 yılına ait bir rahle üzerinde ve yine aynı şekilde İstanbul'da ve Anadolu'da Osmanlı ve Selçuklu'ya ait camiler, sikkeler, konaklar, sancaklar ve anıtlarda Hz Süleyman mührü görülebilir.

    Rivayete göre; ilk insan Adem Peygamber yeryüzüne gönderildiğinde kendisine Cebrail tarafından bir yüzük verilmiş. Bu yüzüğün üzerinde bulunan sembol, Türk ve Müslüman mimarisinde tarih boyunca birçok coğrafyada mimari süslemelerde sıklıkla kullanılan Sekiz Köşeli Yıldız'mış. 1000 yıl civarında yaşadığı rivayet edilen Adem Peygamber vefat edince yüzük Cebrail tarafından yeniden geldiği yere yani cennete götürülmüş. Bir gün Cebrail Davud Peygamber'e gelmiş ve elindeki yüzükle birlikte 10 adet soru vermiş. ‘’Bu 10 soruyu çocuklarına sor ve içlerinden her kim soruların tamamına doğru cevap verirse yüzüğü ona ver.’’ demiş. Bunun üzerine Davud Peygamber bir meydanda halkını toplamış ve onların önünde Cebrail'in kendine söylediklerini söylemiş. Sırayla büyük oğlundan başlayarak çocuklarına soruları sormuş. Çocuklardan hiç birisi sorulara doğru cevap verememişler. Son olarak çocuklardan en küçüğü Süleyman'ı çağırmış ve soruları ona da sormaya başlamış. Süleyman sorulara bir bir doğru cevap verirken diğer taraftan her cevabıyla birlikte gülümsüyormuş. Tüm sorulara doğru cevap veren Süleyman'ı Davud Peygamber tebrik ettikten sonra kızmış ve ‘’ciddi bir konuda halkın önünde neden ciddiyetten uzak davranıyor ve gülüyorsun’’ demiş. Süleyman ise, ‘’ özür dilerim baba, amacım sizi üzmek veya ciddiyetsizlik yapmak değildi ancak siz her soru sorduğunuzda şurada duran karınca bana cevapları söylüyordu ve ben de ona gülümsüyordum.’’ demiş. Bunun üzerine Davud Peygamber ayağa kalkmış ve yüzüğü Süleyman’a vermiş. Başka bir rivayet göre; Süleyman Peygamber bu yüzüğün gücü sayesinde insanlar dışındaki varlıklara (cinlere, hayvanlara), tabiata ve nesnelere de hükmedermiş. Hatta bir rivayette bu yüzüğün bir dönem cinler tarafından çalındığı ve Süleyman Peygamber'in gücünü ve hükmünü kaybettiği ve bu dönemde yeryüzünde birçok karmaşanın yaşandığı söylenir. Sonra Süleyman Peygamber tekrar yüzüğü ele geçirmiş ve hem gücünü kazanmış hem de yeryüzündeki karmaşaya son vermiş.

Menorah: Kitâb-ı Mukaddes'te saf altından yapılmış, Musa'nın vahşi doğada ve Kudüs Tapınağı'nda kurduğu portatif sığınakta kullanılan yedi lamba (yedi mum ışığı) olarak, eski İbranicede ise lamba standı olarak tanımlanmış. En saf kalitede taze zeytinyağını yakarak günlük olarak kullanılmış. Yedi Kollu Şamdan eski çağlardan beri Yahudiliğin bir sembolü olmuş ve modern İsrail devletinin resmi arması üzerindeki amblem olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor. Yahudi Mahallesi’nin merkezinde olan Hurva Sinagogu’nun tam önünde dev bir Menorah göreceksiniz.

    MS 66 - 73 yılları arasında Yahudiler tarafından Roma İmparatorluğu'na karşı yapılan üç büyük isyanın ilki olan ve ha-Mered Ha-Gadol denilen isyan; Yahudi yerleşim yerlerinin yok edilmesine, Yahudi halkının yerinden edilmesine, toprağın Roma askeri kullanımı için tahsis edilmesine ayrıca Kudüs Tapınağı ve yönetiminin tahrip edilmesine yol açan, milattan sonra gerçekleşen ilk büyük savaş olarak tarihe geçmiş. M.S 66 yılında Romalı General Vespasian isyanı bastırmak için tam teşekküllü birlikleri ile Kudüs’e gönderilmiş ve oğlu Titus da yine kendisine ait birlikler ile babasına katılmış. İsyan bastırılmış ve neticesinde hem Kudüs’te yaşayan hem de Yahudilerin kutsal bayramı olan Hamursuz Bayramı’nı kutlamak için Kudüs’e gelen yaklaşık 1.1 milyon insan öldürülmüş. Romalı askerler kazandıkları bu zaferden sonra tapınakları yıkmış ve şehri yağmalamışlar. Bu yağma esnasında götürdükleri en değerli parça, Yeni Kollu Şamdan olan Menorah olmuş. M.S 82 yılında Roma şehrinde inşa edilen Titus Flavius Vespasianus Zafer Takı’nın üzerine, şehri yağmalayan ve Menorah’ı götüren Romalı askerlerin kabartması yapılmış.

Kudüs Surlarında Yer Alan Kapılar (Kudüs Eski Şehir Kapıları);  

Eski Şehir Surları: Kudüs'ün Eski Şehir bölgesini çevreleyen ve şehri görmeye geldiğinizde tüm ihtişamı ile sizi karşılayacak olan bu şehir duvarlarının küçük bir kısmı Bizans Dönemi’nden kalmış. 1535 yılında Kudüs Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası iken, Kanuni Sultan Süleyman, yıkılmış surların yeniden inşa edilmesini emretmiş. 1537-1541 yılları arasında yaklaşık dört yıl süren çalışmalar neticesinde Kudüs Surları bugünkü görünümüne kavuşmuş. Özellikle Zion Kapısı tarafında üzerinde yürüme şansı bulabileceğiniz surların toplam uzunluğu 4.018 metre, ortalama yüksekliği 12 metre ve ortalama kalınlığı ise 2.5 metre. Surlar 34 gözetleme kulesi ve geçiş için açık olan 7 ana kapı ve arkeologlar tarafından yeniden açılan iki küçük kapıdan oluşuyor. Bu kapıların 6’sının üzerlerinde yapım tarihlerini gösteren kitâbeleri bulunuyor. Kudüs Surları, 1981 yılında Kudüs Eski Kenti ile birlikte UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ne eklenmiş. Eski Şehir Surlarını en net görebileceğiniz ve en güzel fotoğraflayabileceğiniz yer Yafa Kapısı (El Halil Kapısı) önü.

    Kudüs’ün eski şehir bölgesini çevreleyen surların üzerinde halkın kullanımına açık olan 7 adet kapı bulunuyor. Kanuni Sultan Süleyman, Kudüs Surları’nı baştan sona yenilettiği dönemde surlarla birlikte kapıların da restore edilmesini istemiş ve artık neredeyse kullanılamaz hale gelen bu kapıların 6 tanesi büyük oranda yeniden inşa edilmiş. Kanuni tarafından yenilenen kapıların üzerlerinde, Kanuni’nin eli ile yapılan restorasyonları anlatan kitabeleri görebilirsiniz. Yedinci kapı olan ‘Yeni Kapı’ Sultan II. Abdülhamid döneminde açılmış ancak kitabesi yok. Kadim şehri çevreleyen surların üzerinde yer alan bu kapıların her biri farklı bir mahalleye açılıyor. Şam Kapısı, Sâhira Kapısı ve Esbât Kapısı’nı kullanarak Müslüman Mahallesine, Yafa Kapısı ve Cedid Kapısı’nı kullanarak Hristiyan Mahallesine ve Zion Kapısı’nı kullanarak da Yahudi Mahallesine giriş yapabilirsiniz. Müslümanlar tarafından yoğun olarak kullanılan Şam Kapısı ve Sahira (Zehra) Kapısı önünde İsrail askerleri/polisleri 24 saat uzun namlulu silahla nöbet tutuyorlar ve gerekli gördükleri durumlarda pasaport kontrolü ve genel bir sorgu yapıyorlar. Sur kapılarının sadece iki tanesinde, Mescid-i Aksâ’nın ise tüm kapılarında İsrail polisi/askeri yine 24 saat nöbet tutuyor. Mescid-i Aksâ’ya girilen kapıların dışında İsrail Polisi, içinde ise İslâm Vakfı’na bağlı güvenlik görevlileri bulunuyor. Bazı durumlarda kapının dışında polis, içinde güvenlik görevlisi ayrı ayrı sorguya tabi tutabiliyor. Bu durumu bizzat yaşamış birisi olarak yapılan muameleden ve duyduğum utançtan Mescid-i Aksâ bölümünde ayrıca bahsedeceğim.

    Mescid-i Aksa Kapılarına ait anahtarlar İslami Vakıflar Müdürlüğü’nün mülkiyetinde bulunuyor. Tabi 1967’de İsrail işgal güçleri tarafından el konulan Meğaribe Kapısı’nın anahtarları hariç. Bu kapı tam olarak Yahudilerin en kutsal yeri olan Ağlama Duvarı ile Mescid-i Aksa arasında yer alıyor ve sadece Yahudiler tarafından kullanılabiliyor. Bu yüzden Meğaribe Kapısı’nın anahtarları İsrail polisinin elinde. Tabi bu durum sadece kağıt üzerinde böyle zira Mescid-i Aksa’ya açılan tüm kapıların anahtarlarının birer kopyası da İsrail polisinde bulunuyor. Öyle ki herhangi bir toplumsal olayda İsrail polisi anında tüm kapıları kilitliyor ve İslam Vakfı yetkilileri dahi gelip bu kapıları açamıyor. Nitekim 14 Temmuz 2017 tarihinde yaşanan, 3 kişinin ölümü ve 20 kişinin de yaralanması ile sonuçlanan, İsrail polisinin sert müdahalesi ile tüm dünyada yankı uyandıran olaylar esnasında Mescid-i Aksa’nın tüm kapıları İsrailli yetkililer tarafından kilitlenmiş ve 3 gün boyunca açılmamış, müezzinin içeriye girip ezan okumasına dahi müsaade edilmemiş. Mescid-i Aksâ’nın, 5’i kullanıma kapalı olmak üzere toplamda 15 kapısı bulunuyor. Bu kapılardan Hıtta, Esbât, Nâzır ve Silsile Kapıları, Mescid-i Aksa’da namaz kılmak isteyen Müslümanlar için tüm namaz vakitlerinde açık tutuluyor. Bu 4 ana kapı haricindeki kapılar sabah ve yatsı namazlarında kapalı oluyor.

1. Şam Kapısı (Damascus Gate): Bab el-Amud, Nablus Kapısı, Shechem Kapısı ve Kolonlar Kapısı olarak da bilinen ancak inşa edildiği dönemde Şam yönünden gelen kervanların şehre giriş yaptıkları kapı olması hasebiyle Şam Kapısı adını alan bu görkemli yapı, Kudüs Surlarında bulunan 7 kapıdan sadece en büyüğü değil aynı zamanda en gösterişli, en estetik ve en güzel kapısıdır. Romalılar döneminde Kral Herod tarafından inşa edilen, Roma İmparatoru Titus tarafından yıktırılmasından sonra M.S 135 yılında Kral Hadrian tarafından yeniden yaptırılan ve zamanla tekrar eski haline dönen Şam Kapısı, Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ve Mimar Sinan’ın eli ile 1542 yılında, Kudüs Surlarının onarımlarının yapıldığı proje kapsamında baştan sona yenilenmiş. Kapının hemen önünde bulunan cadde, Sultan Süleyman Caddesi adını almış ayrıca Nablus tarafına baktığı için ve yan tarafında bulunan Nablus Caddesi’nden dolayı Nablus Kapısı da deniliyor. İki kulesi bulunan kapının üst kısmına yapılan tepe mazgalı, savaş dönemlerinde savunma amaçlı kullanılmış. Bu kapıyı kırarak şehre girmeye çalışan düşman askerlerinin üzerlerine bu mazgallardan kızgın yağ dökülmüş.

    Günümüze kadar ayakta kalan orijinal yapı aslında iki kısımdan oluşuyor. Kanuni’nin inşa ettirdiği görkemli kapının hemen altında Roma Dönemi’ne ait kalıntılar var. Bu kalıntıların en göze çarpanı; Şam Kapısı’nı karşınıza aldığınızda hemen sol alt köşesinde göreceğiniz, Hadrian tarafından yaptırılan küçük bir kapı. Kanuni Sultan Süleyman kapıyı yeniden inşa ettirdiğinde, Roma Dönemi’nden kalan kısımlara kesinlikle zarar vermemiş, olduğu gibi bırakmış. Kapıdan içeriye girer girmez kaldırım taşları üzerinde göreceğiniz Davut Yıldızı’nın olduğu yerde, M.S 136 yılında Hadrian tarafından yerleştirilen ve üzerinde Hadrian’ın heykeli bulunan, Çemberlitaş benzeri bir sütun yer alıyormuş. Bu yüzden bu kapıya Âmûd Kapısı yani Sütun Kapısı da deniliyor. Yahudiler ise bu kapıya Nablus’un eski adı olan Shechem (Şehem) Kapısı diyorlar.

    1981 yılında UNESCO tarafından koruma altına alınan Şam Kapısı’ndan, Kadim Şehir Kudüs’e girdiğiniz andan itibaren şehrin Arap Pazarı ile karşılaşacaksınız. Şehrin en otantik yeri olan Arap Pazarı tam olarak Şam Kapısı’nın girişinde başlıyor. Başta falafel olmak üzere türlü çeşitli yiyeceklerin, baharatların, Osmanlı mirası tatlıların, kıyafetlerin, hediyelik eşyaların vs. satıldığı bu pazardan alışveriş bölümünde detaylıca bahsettim. Yine cadde üzerindeki bugün mesken olarak kullanılan bir Osmanlı yapısı olan Kudüs Mevlevihanesi de Şam Kapısı’na oldukça yakın bir konumda bulunuyor. Müslüman Mahallesi’ne açıldığı ve dış kısımda da Filistinli Müslümanların yoğun şekilde yaşadığı bölgeye baktığı için hemen önünde İsrail polisi 24 saat uzun namlulu silahlarla nöbet tutuyor. Nitekim toplumsal olayların da birçoğu bu kapı önünde cereyan ediyor. Şam Kapısı önünde İsrail polisi ile Filistinliler arasında çıkan çatışmalarda birçok Filistinlinin bu kapı önünde şehit edilmesinden dolayı Filistinli Müslüman tarafından Şehitler Kapısı olarak da anılıyor. Yakın zamanda yaşanan geniş çaplı olaylardan dolayı İsrail polisi Şam Kapısı önüne seyyar karakollar ve gözetleme kuleleri yerleştirmiş ayrıca uzun süre bekleme yapmayı da yasaklamış durumda. Bazı Yahudi gruplar, hem milli hem de dini bayramlarında Şam Kapısı önünde toplanarak kutlama yapıyor ve Müslüman Filistinlileri provoke ediyorlar. Temizlik araçları haricinde trafiğe kapalı olan Şam Kapısı önünde, hem kapıyı hem de insanları seyredebileceğiniz, oturup soluklanabileceğiniz merdivenler bulunuyor.

2. Sâhira Kapısı (Herod Gate): Tam karşısında Müslüman Mahallesi olduğu için Şam Kapısı ile birlikte Müslümanlar tarafından en fazla kullanılan kapılardan birisi olan Sahira Kapısı, Bab’uz-Zahra veya Zahira Kapısı olarak da biliniyor. Zahira çiçek demek ve bu adı almasının sebebi de kapının üzerinde bulunan çiçek motifleri. Rivayete göre; Selahaddin Eyyubi 1187 yılında Kudüs’ü yeniden fethederken, şehre tam bu noktadan girmiş ve Selahaddin’in askerleri kapının girişinde sabahlayıp burada savaştıkları için kapıya Sahira yani ‘Uyanık kalanlar’ adı verilmiş. Bir rivayete göre ise güvenlik sebebiyle sadece seher vakti açık bırakıldığı için ‘Seherde uyanık, seherde açık kapı’ anlamında kullanılmış. Kapının hemen önündeki cadde ise yine Selahattin Eyyubi’nin Kudüs’e buradan girdiği düşünüldüğü için Selahattin Caddesi adını almış. Kudüs’ü ziyarete gelen Müslümanların büyük çoğunluğu Sahira Kapısı’nın karşısında yer alan otellerde konaklıyor, bu yüzden özellikle namaz vakitleri şehrin en işlek kapısı oluyor. Her ne kadar üzerinde bulunduğu surlar Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış olsa da Hristiyan halk tarafından Herod Kapısı olarak adlandırılıyor.

3. Aslanlı Kapı (Lion Gate): Aslanlı Kapı denilmesinin sebebi; üzerinde bulunan, Sultan Baybars’ın ribatına ait Pars rölyefleri. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1538 yılında baştan ayağa yeniletilen bu kapının orijinali 1213 yılında, Memlûk Sultanı Zâhir Baybars döneminde yapılmış. Baybars kelime anlamı olarak Pars Bey demek. Eriha yönüne baktığı için ‘Eriha Kapısı’, Hz. Meryem’in dünyaya geldiğine inanılan mağaranın hemen yanında bulunduğu için de Bab Sitt Meryem yani ‘Bakire Meryem Kapısı’ adlarıyla da anılıyor.

    Aslanlı Kapı, düşmanların şehre girişini zorlaştırmak amacıyla L şeklinde tasarlanmış ve üst kısmına Şam Kapısı’nda olduğu gibi düşmanların üzerlerine kızgın yağ dökülen yağdanlıklar yapılmış. 1967 yılında yaşanan Kudüs işgalinde dönemin İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan, Genelkurmay Başkanı Yitzhak Rabin ve Kudüs Komutanı Uzi Narkiss, bu kapıdan birlikte giriş yapmışlar. Kudüs’e dışarıdan gelen hem Müslümanlar hem de Hristiyanlar tarafından en yoğun kullanılan kapı burası zira otellerden servis araçları ile Mescid-i Aksa’ya getirilen Müslümanlar, servis araçlarından bu kapı önünde indiriliyor. Aslanlı Kapı, Mescid-i Aksa’ya en yakın olan sur kapısı. Hristiyanlar tarafından yoğun kullanılmasının sebebi ise Hz. İsa çarmıha gerilmeden önce yürütüldüğüne inanılan Via Dolorosa yani Çile Yolu’nun tam olarak Aslanı Kapı önünde başlıyor olması. Aslanlı Kapı’yı karşınıza aldığınız zaman hemen solunuzda, Müslümanların defnedildiği Bab’ür Rahme yani Rahmet Mezarlığını, sağınızda ise Yûsufiyye Mezarlığını göreceksiniz. Aslanlı Kapı araç trafiğine en uygun kapı olduğu için ambülanslar, cenaze araçları ve polis araçları bu kapıdan girip çıkıyor.

4. Meğaribe (Mağribi) Kapısı (Faslılar Kapısı): Selahaddin Eyyubi 1187 yılında Kudüs’ü Haçlılardan geri aldığında, ordusunda bulunan birçok Mağripli yani Faslı askerler, ülkelerinden gelen aileleri ile birlikte Mescid-i Aksa’nın güney batısına yani bugünkü Ağlama Duvarı’nın bulunduğu bu bölgeye yerleşmişler. 1189 yılında Selahattin Eyyubi’nin oğlu Kral El-Afzal, Mescid-i Aksa’nın Batı duvarını Mağriplilere vermiş. O yıldan sonra bu mahalle Faslıların yaşadığı Meğaribe Mahallesi ve kapı da Meğaribe Kapısı adını almış. 1948 yılında İsrail Batı Kudüs’ü işgal etmiş ve Doğu Kudüs, Mescid-i Aksa ve onu çevreleyen Kudüs Eski Şehir, 1967 yılına kadar Ürdün’e bağlı kalmış. 1967 yılında meydana gelen ve İsrail’in bağımsızlığını kazandığı Altı Gün Savaşı’nın 3. gününde İsrail kuvvetleri Kudüs Eski Şehir ve Mescid-i Aksa’yı işgal etmiş. Esbat Kapısından giren askeri araçlar, Esbat Kapı Minberini topla vurmuşlar ve Hz. Muhammed’in Miraç gecesi mübarek bineğini bağladığı yer olan, Yahudilere göre Ağlama Duvarı, Müslümanlara göre Burak Duvarı’nı ele geçirmişler. Bu duvarın Süleyman Tapınağı’ndan kalan son parça olduğuna inanan Yahudiler, Kudüs’ün en eski mahallelerinden birisi olan Faslılar Mahallesinde yer alan camileri, okulları ve 200’den fazla konutu bir gün içerisinde yerle bir etmişler. Faslılar Mahallesi yıkıldıktan sonra burayı düz bir alan haline getirerek Burak Duvarı’nın hemen arkasında, bugün Ağlama Duvarı olarak bildiğimiz bir ibadet alanı inşa etmişler.

    İşte Yahudilerin dua ettikleri bu Ağlama Duvarı’nın hemen yanında bir kapı bulunuyor. Burası yıkılıp düzlenmeden önce daha yüksek bir konumda olduğu için Mağribi Kapısı mahalle ile aynı seviyedeymiş. Yani Faslılar bu kapıdan direkt olarak Mescid-i Aksa’ya giriş yapabiliyorlarmış. Faslılar Mahallesi ele geçirildikten sonra Mağribi Kapısı adı verilen bu kapıya bir köprü inşa edilmiş. Mescid-i Aksa avlusunda bir karakolları olan İsrail Polisi, avluya bu köprüden geçip Mağribi Kapısı’nı kullanarak giriyor. Tabi bu köprünün asıl yapılış amacı polislerin veya askerler kullanması değil. Haftanın belirli günlerinde Hristiyanlar ve Yahudiler, İsrail polisinin nezaretinde bu köprüyü kullanarak Faslılar Kapısı’ndan geçip Müslümanlar için son derece kutsal olan Mescid-i Aksa’ya giriyor ve avluda geziyorlar. Her ne kadar Mescid-i Aksa avlusunda yer alan ibadethanelere girmeleri yasak olsa da, Müslümanlar için her karışı kutsal olan bu avluya şort, etek, askılı tişört gibi dini mekanlarda giyilmemesi gereken kıyafetlerle giriyorlar. Oysaki hiç kimse başında kippa veya şapka olmadan Ağlama Duvarı’nın önüne giremez. Mescid-i Aksa Avlusunda yer alan tabelada da göreceğiniz üzere kapının İngilizce adı Moroccan Gate ve Arapça adı ise Bab al-Magharib.

5. Nebî Davud (Hz. Davud) Kapısı (Zion Gate): Diğerlerine kıyasla en uzak kapı olan, Müslümanlara göre adı Hz. Davud Kapısı ve Yahudilere göre ise Zion (Siyon) Kapısı olan bu kapının Arapça adı ise Bab el-Davud. Silvan Mahallesi’ne bakan tarafta, biraz yüksek bir konumda yer alan kapı, Davut Peygamber’in kabrine ve Davud Mescidi’ne açıldığı için bu adı almış. Hz. Davud’un kabri, Kudüs şehir surlarının dışında kalıyor. Davud Kapısı’nın diğer tarafı ise Ermeni Mahallesi’ne çıkıyor. Yahudilerin Zion Kapısı demelerinin sebebi ise kapının Siyon (Sion) Tepesi’nde yer alıyor olması. Davud Kapısı’nın üzerinde, 1967 yılında yaşanan çatışmalardan kalma mermi izlerini görebilirsiniz.

6. El Halîl – (Babu’l-Halil) - (Yafa) Kapısı (Jaffa Gate): Bu kapıyla alakalı yazılması gereken çok şey var çünkü Şam Kapısı nasıl Kudüs’ün en ihtişamlı kapısı ise Yafa Kapısı da şehrin en ihtiraslı kapısı. Buraya Yahudilerin Yafa Kapısı demelerinin sebebi, Tel Aviv’de bulunan Yafa (Jaffa) Bölgesi’ne ve Yafa Limanına atıfta bulunmak. Zira Yunus Peygamber gibi hac yolculuğuna çıkan tüm Yahudiler, dünyanın en eski limanlarından birisi olan Yafa Limanı’ndan hareket etmişler. Müslüman Araplar buraya ‘Babu’l-Halil’ yani Halil Kapısı diyorlar. Halil sözüyle Hz. İbrahim’i kastediyorlar ve Hz. İbrahim’in Kudüs’e buradan girmiş olduğuna inanıyorlar. Yafa Kapısı 1538 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Kudüs Surlarına yaptırılan restorasyonun en kıymetli parçalarından birisi. Konum olarak şehrin en işlek caddesi olan Yafa Caddesi’nin hemen karşısında, tramvay yolu üzerinde olmasından dolayı belki de Kudüs’ün en yoğun Kapısı durumunda. Kudüs’ün Surlarını en net görebileceğiniz ve en güzel fotoğraflayabileceğiniz yer, Yafa Kapısı önünde bulunan meydan.

    Kanuni döneminde Kudüs’ün bütün kapıları Müslümanlarca kullanılabiliyormuş ancak gayrimüslimlerin sadece El Halil Kapısı’nı kullanmalarına izin verilmiş. Hristiyanlar sadece bu kapıdan giriş yapabiliyorlarmış. Kânuni Sultan Süleyman, Kudüs surlarını yeniden inşa ettirdiği dönem El Halil Kapısı’nı yaptırmış ve duvarına da “La ilahe illallah İbrahim Halilullah” yani ‘’Allah’tan başka ilah yoktur, İbrahim O’nun dostudur.’’ yazdırmış. 16. yüzyılda Osmanlı’nın hüküm sürdüğü her şehirde inşa edilen yapıların kitabelerine “Lâ ilâhe illallah, Muhammedun resûlullah” yazdırılırken Kanuni Sultan Süleyman, Yafa Kapısının üzerine “La ilahe illallah İbrahim Halilullah” yazdırmış ve üç din için de kutsal olan İbrahim Peygamberi öne çıkararak Yahudi ve Hristiyanların da gönlünü almış. Diğer bir yorumlamaya göre ise Kanuni Sultan Süleyman bu yazı ile Hristiyanların Baba-Oğul-Kutsal ruh üçlemesine ve Hz. İsa’yı Allah’ın yer yüzündeki tezahürü olduğuna inanmalarına atıfta bulunarak ‘’Tanrı üç değil tektir, İbrahim de sizin inandıklarınıza inanan bir Hristiyan değil Allah dostudur’’ mesajını vermiş. Her ne anlamda olursa olsun, bu kitabe asla kimseyi rahatsız etmemiş, aksine toplum içerisinde birleştirici bir etkisi olmuş. Yafa Kapısı tarih boyunca Kadim şehrin en kıymetli kapılarından birisi olmuş. 1898 yılında Alman İmparatoru II. Wilhelm, İstanbul’u ziyaretinin ardından hem şehirde yaşayan Hristiyanların durumunu yakından görmek hem de gözdağı vermek için Kudüs’e gelmiş. Kudüs’e vardığında aklındaki tek düşünce; beyaz bir at ile Yafa Kapısı’ndan eski şehir bölgesine girmekmiş çünkü Hristiyan halk arasında yayılan bir efsaneye göre Kudüs bir gün Osmanlıdan alınacak ve şehre beyaz atı ile giren bir kral tarafından yönetilecekmiş. Bu imajı vermek isteyen II. Wilhelm, yaverlerinden beyaz bir at bulmalarını istemiş. Bu durumdan haberdar olan dönemin Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid ise hiç vakit kaybetmeden Kudüs’e talimat vererek kapının araç girişine uygun olacak şekilde yıkılarak genişletilmesini istemiş. II. Wilhelm’e de ‘’at üstünde yorulmanıza gönlümüz razı gelmedi’’ denilerek Yafa Kapısı’nın önüne Wilhelm’e ait araçların giriş yapabileceği bir rampa yerleştirilmiş. O günden bugüne kapıda açılan bu gedik kapatılmamış ve araçların giriş çıkış yapmalarına müsaade edilmiş. 2000 yılında, Papa II. John Paul de İsrail'i ziyareti sırasında Kudüs Eski Şehir'e Jaffa Kapısı'ndan girmiş.

    1907'de kapının çatısına bir saat yerleştirilmiş ve 1908'de Yafa Kapısı'nın tarihi kapı kulesinin üzerine çok süslü bir saat kulesi inşa edilmiş. Sultan II. Abdülhamid'in 25. yönetim yılını kutlamak için 1900 yılında Osmanlı İmparatorluğu boyunca inşa edilen bu tür yaklaşık yüz saat kulesinden biri olması planlanmış ancak 20.000 Franklık yüksek maliyet ve şehrin yoksulluğu nedeniyle para zamanında toplanamamış ve saat kulesi 1908 yılına kadar tamamlanamamış. Yaklaşık 14 yıl hizmet verdikten sonra 1922 yılında İngilizler tarafından şehrin estetik görüntüsünü bozduğu bahanesi ile kule yıkılmış ve saat İngiltere’ye götürülmüş. İsrail ile Arap ülkeleri arasında 1948 yılında yaşanan Altı Gün Savaşı’ndan kalma mermi izlerini bugün hala Yafa Kapısı üzerinde görebilmek mümkün. Son yıllarda yapılan çalışmalarda, Yafa Kapısı’nın hemen önünde 2. veya 3. yüzyıldan kalma bir su kemeri keşfedilmiş.

7. Cedîd (Yeni) Kapı (New Gate): Şehrin en yeni kapısı olan Yeni Kapı, II. Abdülhamid tarafından 1887 yılında, Hıristiyan hacıların ve o muhitte yaşayan halkın şehre ulaşımını kolaylaştırmak için yaptırılmış. Araplar bu kapıya Bab’es Sultan Abdül Hamid yani Abdülhamid Kapısı diyorlar. Banisi II. Abdülhamid olduğu için Hamidiye Kapısı olarak da adlandırılmış. 1948 Arap-İsrail Savaşı sırasında Ürdün tarafından kapatılan Yeni Kapı, 1967 tarihinde meydana gelen Altı Gün Savaşı'nda Doğu Kudüs İsrail'in eline geçince yeniden açılmış. Diğer kapılar gibi gösterişli ve savunmaya yönelik eklentileri olan bir kapı değil çünkü başta Fransız Konsolosunun ve diğer Fransızların Eski Şehir'e girişini kolaylaştırmak ve Eski Şehir duvarlarının dışında yaşayan Rus hacıların Hristiyan Mahallesi'ndeki Kutsal Kabir Kilisesi'ne doğrudan erişimini sağlamak için zorlama ile yaptırılmış bir kapı. Günümüzde kapı, İsrail Eski Eserler Dairesi tarafından denetlenirken, etrafındaki arazi büyük ölçüde Latin Patrikliği ve onu İsrail makamlarına satmayı reddeden Fransisken Tarikatı'na ait. Kudüs'ün mevcut kentsel yerleşim planında Yeni Kapı, Eski Şehir'den Batı Kudüs'e en hızlı ulaşım alternatifini sağlıyor.

Mescid-i Aksâ’nın Kapıları;

    Mescid-i Aksa’nın 10 tanesi kullanıma açık ve 5 tanesi kullanıma kapatılmış olmak üzere toplamda 15 kapısı var. Her bir kapı farklı bir tarihi geçmişe ve hikayeye sahip. Açık olan bu kapıların tamamında İsrail polisi/askeri uzun namlulu silahlarla 24 saat nöbet tutuyor. Mescid-i Aksâ’ya girilen kapıların dışında İsrail polisi, içinde ise İslâm Vakfı’na bağlı Müslüman güvenlik görevlileri bulunuyor. Bazı durumlarda kapının dışında polis, içinde güvenlik görevlisi ayrı ayrı sorguya tabi tutabiliyor.

    Yukarıda da bahsettiğim üzere Meğaribe Kapısı’nın anahtarları hariç diğer Mescid-i Aksa Kapılarına ait anahtarlar İslami Vakıflar Müdürlüğü’nün mülkiyetinde bulunuyor. Faslılar Kapısı olarak da bilinen Mağribi (Meağribe) Kapısı tam olarak Yahudilerin en kutsal yeri olan Ağlama Duvarı ile Mescid-i Aksa arasında yer alıyor ve sadece Yahudiler tarafından kullanılabiliyor. Bu yüzden Faslılar Kapısı’nın anahtarları İsrail polisinin elinde. Dediğim gibi; bu durum sadece kağıt üzerinde böyle zira Mescid-i Aksa’ya açılan tüm kapıların anahtarlarının birer kopyası da İsrail polisinde bulunuyor. Mescid-i Aksa’nın içinde, Kubbetü’s Sahra yakınlarında bir polis merkezi yer alıyor. Ne zaman bir karışıklık olsa anında Mescid-i Aksa’nın tüm kapılarına kilit vuruluyor. Hatta toplumsal olaylar ile alakalı herhangi bir istihbarat aldıklarında dahi kapıları kilitlemeseler bile bazen 40 bazen de 45 yaşın altındaki erkeklerin hiçbir şekilde bu kapılardan geçmesine izin verilmiyor. Beytül Makdis denilen kutsal avluya açılan kapılardan Hıtta, Esbât, Nâzır ve Silsile Kapıları, Mescid-i Aksa’da namaz kılmak isteyen Müslümanlar için tüm namaz vakitlerinde açık tutuluyor. Bu 4 ana kapı haricindeki kapılar sabah ve yatsı namazlarında kapalı oluyor.

    Mescid-i Aksa’ya girmek için avluya açılan kapılardan herhangi birine geldiğinizde, elinde uzun namlulu silah olan İsrail polisi sizi durduracak ve nereli olduğunuzu veya dini inancınızın ne olduğunu soracaktır. Müslüman olduğunuzu söylediğinizde, gerçekten Müslüman olup olmadığınızı anlayabilmek için sizden bir sure okumanızı isteyecek. Bu sureler genelde Fatiha veya Sübhaneke sureleri oluyor. Yani İsrail polisi size Fatiha suresini oku diyor, siz okuyorsunuz ve içeriye girmeye hak kazanıyorsunuz. Bazen sure okutmuyor, pasaportunuzu görmek istiyorlar. Türk pasaportunu görünce Müslüman olduğunuzu anlayıp sure okutmadan içeriye girmenize müsaade ediyorlar. Mescid-i Aksa’ya gideceğiniz zaman pasaportunuz mutlaka yanınızda olsun. Hatta tüm İsrail seyahatiniz boyunca pasaportunuzu hiçbir zaman yanınızdan ayırmayın. Fatiha’yı okuyup kapıdan geçtikten sonra bazen İslam Vakfına bağlı Müslüman güvenlik görevlileri de durdurup soru soruyor. Benim başımdan şöyle bir hadise geçti; Mescid-i Aksa’ya girmek için Aslanlı Kapı’ya yakın olan Esbat Kapısı’na geldim ve İsrail polisi tarafından durduruldum, nereli olduğumu sordular ve Türk olduğumu söyledim, bunun üzerine Fatiha suresini okumamı istediler, sureyi okuduktan sonra buyurun girebilirsiniz, Kudüs’e hoş geldiniz dediler. Kapıdan geçtim ve tam karşımda muhteşem kubbesi ile beni karşılayan Kubbet’üs Sahra’yı görünce adeta dünyadan koptum ve ağzım kulaklarımda seyretmeye başladım. Çok geçmeden birisi arkamdan yanaşıp omzuma vurdu. Bir hışımla arkamı döndüğümde İslam Vakfı görevlisi bir ‘Müslüman din kardeşim’ ile karşılaştım. Meğerse bana seslenmiş ama ben duymamışım. Kendisini duymadığımı söylememe ve pasaportumu da gösterip Türk vatandaşı olduğumu belirtmeme rağmen bana saçma sapan sorular sordu, dakikalarca pasaportumu inceledi, çantamı aradı, kameramı kurcaladı ve dakikalar sonra geçmeme izin verdi. Diğer tarafta İsrail polisi tüm içtenliği ve güler yüzü ile bana hoş geldiniz derken içeride Türk vatandaşı olduğumu defalarca söylediğim Müslüman görevli sırf ‘şşşşttt’’ dediğini duymadığım için tüm kibri ve egosu ile beni dakikalarca alıkoydu.

    İsrail polisinin Mescid-i Aksa’ya girmek isteyenlere sure okutmasının sebebi; gayrimüslimlerin bu kutsal alana girmesinin yasak olması. Müslüman olmayan hiç kimse Beytül Makdis denilen bu kutsal avluya Mağribi Kapısı haricinde herhangi bir kapıdan giremez. Mescid-i Aksa’ya gayrimüslimlerin alınmamasının asıl sebebi ise; 21 Ağustos 1969 tarihinde Avusturalyalı fanatik Yahudi Michael Dennis Rohan isimli şahıs tarafından Mescid-i Aksa Camii’ne saldırı düzenlenmiş olması. Michael Dennis Rohan, Mescid-i Aksa Camii’ne girmiş ve çantasına doldurduğu içi benzin dolu topları yanında getirdiği sapanla caminin dört bir tarafına fırlatmış ve büyük bir yangın çıkarmış. Camiyi yok etmenin, Mesih'in gelişini hızlandıracağına inandığını söyleyen Rohan tarafından çıkarılan bu yangın neticesinde cami büyük bir yara almış.

    Büyük Selçukluların Halep ve Musul Atabeyi olan Nureddin Mahmud Zengi, 1168 yılında Mescid-i Aksa için kündekari bir ahşap minber yaptırmış. Hayali Kudüs’ü fethetmek ve bu minberi camiye yerleştirmekmiş ancak hayalini gerçekleştiremeden Hak’kın rahmetine kavuşmuş. Bu şerefe 1187 yılında Kudüs’ü fetheden Selahattin Eyyubi nail olmuş ve fethin nişanesi olarak Zengi’nin yaptırdığı bu muhteşem sanat eseri olan minberi camiye yerleştirmiş. İşte Rohan’ın çıkardığı yangın neticesinde Türklerin Kudüs’e en değerli armağanı olan neredeyse 800 yıllık minber, büyük oranda yanarak kullanılamaz hale gelmiş.

    2007 yılında iki Türk kündekâri ustası olan Recep Elitok ve Mehmet Ali Uçar, Amman’da oluşturulan atölyede yaklaşık 4 yıl süren hummalı bir çalışma sonucunda Zengi’nin yakılan minberini aslına uygun olarak yeniden yapmışlar. Eski fotoğraflarına bakılarak yapılan çalışma ile görünüş itibari ile eskisinden bir farkı olmayan yeni ahşap minber, parçalar halinde Ürdün’ün başkenti olan Amman’dan Kudüs’e taşınmış. Yanan minberin artık kullanılamaz hale gelen parçaları ise Mescid-i Aksa Kıble Camii’nin hemen yanında bulunan İslam Müzesi’nde sergilenmeye başlanmış. Bu yangında sadece minber değil, daha birçok tarihi eser zarar görmüş. Dönemin İsrail Başbakanı olan Golda Meir, daha sonları yapılan bir röportajında: ‘’Yangın haberini aldıktan sonra sabaha kadar gözüme uyku girmedi, sabah kalktığımda tüm İslam aleminin ayaklanacağını ve görülmemiş bir tepkiyle karşı karşıya kalacağımı düşündüm ancak hiç de düşündüğüm gibi olmadı, yangından sonra hiçbir Müslüman ülke bu olayı haber dahi yapmadı.’’ demiş. Church of God isimli tarikatın mensubu ve gayet aklı başında birisi olan Rohan, bir şekilde akli dengesinin yerinde olmadığına dair rapor almış ve cezai ehliyetinin olmadığı kararı verilerek ülkesine gönderilmiş.

1. Hıtta Kapısı - Bab’ul Hıtta (Remission Gate): Eyyubiler Dönemi’ne ait olan bu Hıtta Kapısı, Mescid-i Aksa’nın kuzey revakları üzerinde yer alıyor. Sâdiyye Mahallesi’nde ikamet edenlerin ve Sâhira (Herod) Kapısı’ndan Aksâ’ya gelen Müslümanların kullandığı kapı, Mücahidin Sokağı’na açılıyor. Adını ise Bakara süresinin 58. ayetinden alıyor. Kelime anlamı ‘Tövbe’ olan Hıtta Kapısı’na ismini veren ayette; ‘’Şu memlekete girin, orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin. Kapısından eğilerek tevazu ile girin ve ‘Hıtta’ (Bizi affet!) deyin ki, biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım.” deniliyor. Mescid-i Aksa’nın en eski kapılarından birisi olan Hıtta Kapısı, 1120 yılında Eyyubiler tarafından inşa edilmiş ve 1538 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından yenilenmiş. Hıtta Kapısı tüm namaz vakitlerinde açık tutuluyor.

 2. Esbât Kapısı (Sıbtlar Kapısı): 1213 yılında yapılan ve yine 1538 yılında Kanuni tarafından restore edilen Esbat Kapısı da Mescid-i Aksa’nın kuzey revakları üzerinde, Hıtta Kapısı’nın hemen yanında bulunuyor. Esbât, sıbt kelimesinin çoğulu. İbranice’si şebet olan sıbt ‘oğul, torun’ anlamına geldiği gibi ‘kabile’ anlamına da geliyor. Yahudiler için kullanılan sıbt-esbât, Araplardaki kabileye tekabül ediyor. Kur’ân-ı Kerîm’deki esbât kelimesi, Hz. Yakup’un on iki oğlu ile onların soyunun oluşturduğu on iki kabileyi ifade ediyor. Kur’an’da beş defa geçen esbât kelimesi, İsrâiloğulları’nın 12 kabileye ayrılmasıyla ilgili olarak kullanılıyor. Musa Peygamber, Hz. Yakup’un oğulları olan Ruben, Simeon, Levi, Yahuda, Zebulon, Jssakar, Dan, Gad, Aşer, Neftali, Yûsuf ve Benyamin’in soyundan gelenlerle birlikte Kudüs şehrine bu kapıdan giriş yaptığı için kabile anlamına gelen Esbat adı ile anılıyor. Kudüs’e gelip otelde konaklama yapanların servislerle Mescid-i Aksa’ya ulaştırılacağı Aslanlı Kapı’ya en yakın Aksa kapısı burası.

3. Melik Faysal Kapısı (Atem Kapısı): Hıtta Kapısı’nın hemen yanında, kuzey revaklarının tam ortasında yer alan ve yine bir Eyyubi eseri olan kapı, Eski Şehir’de bulunan Şerefu’l Enbiya Mahallesine açıldığı için ‘Şerefu’l-Enbiyâ Kapısı’ ve Osmanlı döneminde ise kapının karanlık olması sebebiyle ‘Atem’ ya da ‘Îtım’ yani Karanlık Kapı isimleriyle anılmış. 1933 yılında Kudüs’ü ziyaret eden Irak Kralı Faysal’ın bu kapıyı kullanarak Mescid-i Aksa’ya girmesi sebebiyle kapının adı Melik Faysal Kapısı olarak değiştirilmiş. Sabah ve yatsı namazlarında kapalı tutuluyor.

4. Gavânime Kapısı (Gate of the Bani Ghanim): Selahaddin Eyyubi döneminde şehre yerleşen, Memlûkler döneminde ise Kudüs’ün en önemli ailelerinden biri haline gelen Gavânime ailesinin oturduğu sokağa açıldığı için bu ailenin adını almış. Müslümanlar tarafından Mücahitler Caddesi, Hristiyanlar tarafından Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği tepeye yürütüldüğü Via Dolorosa yani Çile Yolu olarak bilinen caddenin hemen başında yer alıyor. Selahattin Eyyubi Kudüs’ü fethettikten sonra bu cadde üzerinde yer alan bir kiliseyi Selahiyye Medresesi adında bir medreseye çevirmiş ve başına da en güvendiği insanlardan birisi olan Şeyh Ganim Bin Ali’yi getirmiş. Ailesi ile birlikte medrese yakınına yerleşen, Mescid-i Aksa’nın ilk şeyhlerinden ve imamlarından olan Şeyh Ganim, Mescid-i Aksa’ya bu kapıdan girip çıktığı için kapıya Gavanime Kapısı adı verilmiş. Bir Memlûk eseri olan kapı, 1307 yılında Mescid-i Aksa’nın batı revakı yapılırken Sultan Muhammed Bin Kalavun tarafından yenilenmiş. Sabah ve yatsı namazlarında kapalı tutuluyor.

5. Nâzır (En Nazır) Kapısı: Mescid-i Aksa’nın Batı revakları üzerinde bulunan ve bir Memlûk eseri olan Nazır Kapısı, Memlûkler döneminde bu kapının yakınında oturan Kudüs nazırından dolayı bu adı almış. Hemen çıkışında bulunan Yüksek İslam Meclisi’nden dolayı ‘Meclis Kapısı’ ve yakındaki Alâaddîn Sokağı’nda yer alan, Osmanlılar zamanında ‘Ribâtü’l- Mensuriye’ olarak adlandırılan ve hapishane olarak inşa edilen bir binadan dolayı ‘Hapishane Kapısı’ olarak da biliniyor. Eğer Kudüs Eski Şehir’e Şam Kapısı’ndan girer ve dümdüz devam ederseniz, Arap Çarşısı’nın içinden geçtikten sonra doğruca bu kapıya çıkarsınız. Kapıdan Mescid-i Aksa’ya girdiğinizde ünlü Osmanlı Nazırı Bayram Çavuş’a ait medrese, ribat ve kabri göreceksiniz. Tüm vakit namazlarında açık tutuluyor.  

6. Hadîd (El Hadid) Kapısı (Demir Kapısı): Mescid-i Aksâ’nın batı revaklarının tam ortasında, Nazır ve Kattânîn Kapıları arasında bulunuyor. Hadid Arapça ‘demir’ anlamına geliyor, yapımında demir kullanıldığı için bu adı almış. Memlûkler döneminde, Sultan Kalavun adına şehri idare eden Emir Argun’un kurmuş olduğu medresenin yanında yer aldığı için, bazı kaynaklarda ismi ‘Argun Kapısı’ olarak da geçiyor. Memlûkler döneminden kalma medreselere çıkıyor. Sabah ve yatsı namazlarında kapalı tutuluyor.  

7. Kattânîn (Pamukçular) Kapısı: Bir Memlûk eseri olan Pamukçular Kapısı, adını hemen önünde bulunan Pamukçular Çarşısı’ndan alıyor. Burası Mescid-i Aksa’ya açılan en güzel, en ihtişamlı kapı olma unvanını taşıyor. 1340’larda önce Şam ardından bütün Suriye valiliğine getirilen Emir Seyfettin Said Tenkiz tarafından yaptırılan Pamukçular Kapısı’na Yahudiler ise ‘Mahkeme Kapısı’ diyorlar. Yahudilerin bu ismi vermelerinin sebebi ise Yahudi tarihindeki meşhur Sanhedrin meclislerinin burada toplandığına inanmaları. Sanhedrin, Romalıların vassalı (Avrupa feodal sisteminde, derebeyine hizmet karşılığında, kendisine toprak ve köylü tahsis edilen kişiler) olan Kudüs Yahudiliğinin en önemli konseyi. Toplamda 71 üyesi olan bu heyetin davalara bakmanın yanında, yasama ve birtakım törenleri yönetme görevleri de varmış. Hz. İsa’nın yargılanma sürecinde, Havari Petrus ve Yahya’nın hakkında hüküm verme konularında bu heyet müdahil olmuş. Yahudi inancına göre Titus’un MS 70 yılındaki Kudüs saldırısı sonrasında burada gerçekleştirilen toplantılar, Tel Aviv yakınlarında yer alan Yavne şehrine taşınmış.

8. Mathara (Mutahhara) Kapısı – Abdesthane Kapısı (Ablution Gate): Mescid-i Aksa’nın batı revaklarında, Kattânîn Kapısı’nın hemen yanında yer alıyor. 1193 yılında Selahaddin Eyyubi’nin kardeşi Sultan Adil Ebu Bekir Eyyubi tarafından yaptırılan Mathara Kapısı, adını ise iç kısmında yer alan abdesthane ve lavabolardan alıyor. Sultan Baybars Dönemi’nde Kudüs nazırlığı yapan Alaaddin el-Beşir tarafından yenilenmiş ancak orijinal taşlar günümüze ulaşmayı başaramamış. Kattânî Çarşısı’nın içinde ve Mathara Kapısı’nın arka tarafından tarihi bir hamam bulunuyor.

9. Silsile Kapısı (Bab’üs Silsile) – Zincir Kapısı (Chain Gate): Batı revakları üzerinde yer alan ve yapıldığı dönem Aksa’nın en fazla kullanılan kapısı olan Zincir Kapısı, Eyyubiler döneminde, tahmini olarak MS 1200 yılında inşa edilmiş. Bitişiğindeki Sekine Kapısı’yla birlikte çifte kapı olarak inşa edilmiş ancak günümüzde sadece Silsile Kapısı açık tutuluyor. Kapının hemen girişinde bulunan tarihi medreseler, İsrail polisi tarafından karakol olarak kullanılıyor. Adını, kenarlarındaki zincir motiflerinden alıyor. Avlu tarafından kapıya girilip, kapı kubbesinden Aksa’ya doğru baktığınızda bu motifleri görebilirsiniz. Hemen yanında yer alan Tenkiziyye Medresesi uzun yıllar mahkeme binası olarak hizmet verdiği için bu kapıya ‘Mahkeme Kapısı’ da deniliyor. Evliya Çelebi de Seyahatnamesinde bu kapıdan Mahkeme Kapısı diye bahsediyor. Tüm namaz vakitlerinde açık oluyor.

10. Meğaribe (Mağribi) Kapısı (Faslılar Kapısı): Selahaddin Eyyubi 1187 yılında Kudüs’ü Haçlılardan geri aldığında, ordusunda bulunan birçok Mağripli yani Faslı askerler, ülkelerinden gelen aileleri ile birlikte Mescid-i Aksa’nın güney batısında yani bugünkü Ağlama Duvarı’nın bulunduğu bu bölgeye yerleşmişler. 1189 yılında Selahattin Eyyubi’nin oğlu Kral El-Afzal, Mescid-i Aksa’nın Batı duvarını Mağriplilere vermiş. O yıldan sonra bu mahalle Faslıların yaşadığı Meğaribe Mahallesi ve kapı da Meğaribe Kapısı adını almış. 1948 yılında İsrail Batı Kudüs’ü işgal etmiş ve Doğu Kudüs, Mescid-i Aksa ve onu çevreleyen Kudüs Eski Şehir, 1967 yılına kadar Ürdün’e bağlı kalmış. 1967 yılında meydana gelen ve İsrail’in bağımsızlığını kazandığı Altı Gün Savaşı’nın 3. gününde İsrail kuvvetleri Kudüs Eski Şehir ve Mescid-i Aksa’yı işgal etmiş. Esbat Kapısından giren askeri araçlar Esbat Kapı Minberini topla vurmuşlar ve Hz. Muhammed’in Miraç gecesi mübarek bineğini bağladığı yer olan Yahudilere göre Ağlama Duvarı, Müslümanlara göre Burak Duvarı’nı ele geçirmişler. Bu duvarın Süleyman Tapınağı’ndan kalan son parça olduğuna inanan Yahudiler, Kudüs’ün en eski mahallelerinden birisi olan Faslılar Mahallesinde yer alan camileri, okulları ve 200’den fazla konutu bir gün içerisinde yerle bir etmişler. Faslılar Mahallesi yıkıldıktan sonra burayı düz bir alan haline getirerek Burak Duvarı’nın hemen arkasında, bugün Ağlama Duvarı olarak bildiğimiz bir ibadet alanı inşa etmişler.

    İşte Yahudilerin dua ettikleri bu Ağlama Duvarı’nın hemen yanında bir kapı bulunuyor. Burası yıkılıp düzlenmeden önce daha yüksek bir konumda olduğu için Mağribi Kapısı mahalle ile aynı seviyedeymiş. Yani Faslılar bu kapıdan direkt olarak Mescid-i Aksa’ya giriş yapabiliyorlarmış. Faslılar Mahallesi ele geçirildikten sonra Mağribi Kapısı adı verilen bu kapıya bir köprü inşa edilmiş. Mescid-i Aksa avlusunda bir karakolları olan İsrail Polisi, avluya bu köprüden geçip Mağribi Kapısı’nı kullanarak geçiyor. Tabi bu köprünün asıl yapılış amacı polislerin veya askerler kullanması değil. Haftanın belirli günlerde Hristiyanlar ve Yahudiler, İsrail polisinin nezaretinde bu köprüyü kullanarak Faslılar Kapısı’ndan geçip Müslümanlar için son derece kutsal olan Mescid-i Aksa’ya giriyor ve avluda geziyorlar. Her ne kadar Mescid-i Aksa avlusunda yer alan ibadethanelere girmeleri yasak olsa da, Müslümanlar için her karışı kutsal olan bu avluya şort, etek, askılı tişört gibi dini mekanlarda giyilmemesi gereken kıyafetlerle giriyorlar. Oysaki hiçbir kimse başında kippa veya şapka olmadan Ağlama Duvarı’nın önüne giremez. Mescid-i Aksa Avlusunda yer alan tabelada da göreceğiniz üzere kapının İngilizce adı Moroccan Gate ve Arapça adı ise Bab al-Magharib.

Mescid-i Aksa’nın Kapalı Kapıları;

1. Tevbe ve Rahmet Kapısı – Altın Kapı (Golden Gate): Esbat Kapısı ile birlikte, Mescid-i Aksa’nın doğu surlarında bulunan iki kapıdan birisi olan Altın Kapı, günümüze kadar ulaşmayı başaran en önemli ve en kıymetli kapı. Üzerinde herhangi bir arkeolojik çalışma yapılmasına izin verilmediği için tam olarak hangi tarihte inşa edildiği hesaplanamıyor ancak M.S 529 yılında I. Justinianus'un Kudüs'teki inşaat programının bir parçası olarak duvardaki önceki kapının kalıntılarının üzerine inşa edildiği tahmin ediliyor. Yahudilere göre ise Hz. Süleyman döneminden kaldığı düşünülüyor. Adını, hemen dibinde yer alan Bab’ür Rahme yani Rahmet Mezarlığı’ndan alıyor. İç tarafında bulunan medresede İmam Gazâlî inziva hayatı yaşamış ve İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn adlı ünlü eserini kaleme almış. Selahattin Eyyubi Kudüs’ü fethettikten sonra bu kapıyı hem 3 din için de kutsal bir öneme sahip olduğundan hem de konum itibari ile Kidron Vadisi gibi saldırıya açık, oldukça stratejik bir bölgeye baktığından dolayı taşla ördürerek tamamen kapattırmış ve adeta mühürlenmiş gibi bir daha asla açılmamış.

    Yahudiler bu kapıya Nikanor Kapısı, Hristiyanlar Altın Kapı, Araplar ise Babü’z Zahiriyye diyorlar. Yahudilerin kutsal kitabı olan Eski Ahid’de bu kapının İskenderiyeli Nikanor tarafından yapıldığı yazıyor. Kudüs İbrani Üniversitesi’nin bahçesinde yapılan kazılarda, üzerinde ‘’Kapıyı yapan Nikanor’un kemikleri’’ yazan tarihi bir mezar keşfedilmiş ve bu düşünce kısmen de olsa doğrulanmış. Musevi inancına göre; beklenen Mesih kapının tam karşısında bulunan Zeytin Dağı’na inecek, bu dağın yamacında gömülü olan Yahudiler dirilecek, Mesih dirilen bu Yahudiler ile birlikte Altın Kapı’dan içeriye girecek, kutsal kayanın üzerindeki tahtına oturacak ve Yahudilerin Cennetinin Krallığı başlayacak. Aynı inanış Hristiyanlarda da var. Kimi Yahudiler, Selahattin Eyyubi’nin bu kapıyı Mesih’in girememesi için kapattırdığına inanıyorlar. Altın Kapı, yapı olarak iki kemerden oluşuyor ve birisine Tevbe diğerine Rahmet Kapısı deniliyor. Yahudilere göre Hz. Davut bu kapının önünde durmuş ve tevbe ederek mağfiret dilemiş. Altın Kapı’nın Mescid-i Aksa’ya bakan yüzünde yer alan mescit günümüzde ibadete açılmış durumda, dilerseniz namaz kılabilirsiniz.

2. Müzdevec (Müzdeviç) Kapısı - İkili Kapı: Mescid-i Aksa’nın güney cephesinde, Mescid-i Aksa Kıble Camii’ne ait mihrabın hemen altında yer alıyor. Hz. Muhammed’in Miraç hadisesinde Beytül Makdis denilen kutsal alana bu noktadan girdiği düşünüldüğünden Nebi yani Peygamber Kapısı olarak da adlandırılıyor. Yine burada bulunan Üçlü Kapı ile birlikte Mescid-i Aksa’ya gelebilecek tehlikelerden dolayı Selahaddin Eyyubi döneminde taşla örülerek kapatılmış. Kapatıldıktan sonra bu kapıya bağlı olan ve aslında Mescid-i Aksa avlusuna çıkan uzun koridor mescide çevrilerek adına Kadim Mescit denilmiş. Dilerseniz Kıble Camii’nin önünde bulunan merdivenleri kullanarak bu koridora inebilirsiniz.  

3. Müselles - (Bab’ul Sülâsî) Üçlü Kapı: Yukarıda bahsettiğim Çiftli Kapı’nın hemen yanında bulunan Üçlü Kapı, 1034 yılında Fatımî halifesi Ez Zahir Lizazi Dinillah’ın emriyle yenilenmiş. Çiftli Kapı gibi burası da Selahattin Eyyubi döneminde, dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı taşla örülerek kapatılmış. Günümüzde halen kapalı durumda.

4. Münferid – (Bab’ul Müfred) Tekli Kapı: Mescid-i Aksa’nın güney cephesinde, Üçlü ve Çiftli Kapıların yanında yer alan Tekli Kapı, yine 1034 yılında Fatimi Halifesi Ez Zahir Lizazi Dinillah’ın emriyle yenilenmiş. Silvan Mahallesi’ndeki su pınarına baktığı için ‘Ayn Kapısı’ olarak da adlandırılıyor. Haçlılar döneminde, Mescid-i Aksa Camii’nin hemen yanında bulunan Mervan Mescidi ahır olarak kullanılmış ve atların giriş çıkışı bu kapıdan yapılmış.

KUDÜS GEZİLECEK YERLER;

    Arapça ‘kutsal’ anlamına gelen Kudüs’e, Yahudiler Yeruşalayim ve Hristiyanlar ise Jerusalem diyorlar. Selam kelimesi Arapça ‘barış’ demek, İbranice Şalam veya Şalom kelimeleri de aynı anlama geliyor. Bu sebeple Kudüs tüm dillerde ‘Barış Şehri’ olarak isimlendiriliyor ancak yüzyıllardır üç semavi din için de kutsal sayılan bu topraklarda bir türlü barış sağlanamıyor.

    Yukarıda da bahsettiğim üzere Kudüs Eski Şehir; Hristiyan Mahallesi, Yahudi Mahallesi, Müslüman Mahallesi ve Ermeni Mahallesi olmak üzere 4 ayrı mahalleye/bölgeye bölünmüş. Bu mahallelerin arasında herhangi bir sınır yok yani iç içe geçmiş durumdalar. Bir mahalleden diğerine geçtiğinizi kolay kolay anlayamazsınız ancak belli başlı ikonik yerleri gördüğünüzde veya harita üzerinden konumunuza baktığınızda net olarak hangi mahallede olduğunuzu kavrayabilirsiniz. Nerede daha çok asker/polis görürseniz, bilin ki orası Müslüman Mahallesi! Ermeni Mahallesi’nde olduğunuzu anlamak için de duvarlara bakmanız yeterli, eğer duvarlarda sözde Ermeni soykırımını anlatan afişler görürseniz, bilin ki Ermeni Mahallesi’ndesiniz. Müslüman Mahallesi, yiyecek-içecek, tatlı, kıyafet vs. satılan Arap pazarı ve en başta Türkleri kazıklamaya çalışan kurnaz esnafları ile nam salmış. Etrafınızdaki insanların büyük çoğunluğu kippa denilen takkelerden takıyorsa Yahudi Mahallesi’ne hoş geldiniz. Hristiyan Mahallesi’nde de zaten adım başı kilise ve bu kiliselerin önünde bekleyen yaşlı Hristiyan gruplar göreceksiniz. Hem ezan sesini hem kilise çanını hem de Yahudilerin Ağlama Duvarı önündeki dua yakarışlarını aynı anda duyabilirsiniz. İşte Kudüs tam olarak böyle bir şehir. Şehrin kutsallığından yukarıda yeterince bahsettim ki zaten aşağıda da bahsedeceğim. Bu yüzden diğer konularla alakalı bilgi vereyim;

    İsrail genel olarak çok pahalı bir ülke. Tel Aviv kadar olmasa bile Kudüs’te de fiyatlar oldukça yüksek. Eğer turla gelmemişseniz, hostelde konaklama yapmanızı tavsiye ederim. Hem Yeni Kudüs denilen, şehrin modern tarafında hem de Eski Şehir’de çok güzel hosteller var. Mutlaka ilginizi çekecek bir hostel bulursunuz. Eğer sokak yemekleri ve fast food ile bir probleminiz yoksa, yeme-içme konusunda sıkıntı yaşayacağınızı sanmıyorum. Kudüs’ün olayı falafel, humus ve künefe. Her üçünün de en iyisini Kudüs’te yiyeceğinizi garanti ederim. Şehri gezmek için toplu taşıma kullanmanıza gerek yok. Gezilecek her yere yürüyerek kolayca ulaşabilirsiniz. Yine de kullanmak isterseniz, tramvayla birçok yere gidebilirsiniz. Eğer Kudüs’ü yüksek sezonda ziyaret ederseniz, Eski Şehir’e adım attıktan sonra, hangi mahalleye giderseniz gidin, sokakların dar olmasından dolayı adım atmakta dahi zorlanacaksınız. Burası her yıl 2.5-3 milyon turistin ziyaret ettiği bir şehir! Sizlere tavsiyem; ya düşük sezonda gidin ya da sabah çok erkenden kalkıp turist yoğunluğu başlamadan gezin. Zaten yaz aylarında hava çok sıcak oluyor, isteseniz de öğlen saatlerinde gezemezsiniz.

    Kudüs’te gezerken etliye sütlüye karışmayın. Kesinlikle gaza gelip birileriyle tartışmaya girme hatasını yapmayın, pişman olursunuz. Öyle milliyetçi duygularınızı falan Türkiye’de bırakıp gidin. Ermeni Mahallesi’nde, Yahudi Mahallesi’nde veya polislerle bir münakaşaya girerseniz kaybeden siz olursunuz. Hem zaten Kudüs’ün gerginliği kendine yetiyor, bir de siz çıkmayın! Efendi efendi gezin, görün, dua edin, fotoğraf çekin, falafel yiyin ve dönün. Fazlası hem sizi hem Kudüs’ü bozar. Müslüman esnaflara çok dikkat edin, ‘sevgili din kardeşlerimiz’ özellikle Türk olduğunuzu öğrenince fiyatı 10 Şekel olan bir ürüne 20 Şekel isteyip sonra da ‘neyse sen din kardeşimsin, sana 15 olsun’ deyip fazladan 5 Şekel daha geçiriyorlar! Aynı ürünü Yahudi veya Hristiyan bir satıcıdan almak isterseniz, fiyatı 10 Şekel ise 10 Şekel diyor, 3 eksiği 5 fazlası ‘sen din kardeşimsin’ pazarlığı vs. yok. Fiyatı neyse o! Ben bunları üçüncü kişilerden duymadım, bizzat tecrübe ettim. Her neyse… Mescid-i Aksa’nın kapılarında nöbet tutan askerler/polisler genellikle Dürzi topluluğuna mensup. İslami dualara daha vakıf oldukları için Dürzilerin arasından seçilip Mescid-i Aksa’nın kapısına koyuyorlar. Bu yüzden diğer İsrail askerlerine/polislerine kıyasla biraz daha insancıl oluyorlar. Eğer fotoğraf çekinmek isterseniz, şansınızı bu askerlerden/polislerden yana kullanın zira diğerleri moralinizi bozacak tepkiler verebilir.

    Bana sorarsanız; Kudüs’e en az 5 gün ayırın, her gün bir mahallesini ve son gün de Yeni Şehir kısmını gezin derim. Eğer sindire sindire, şöyle etraflıca gezmek isterseniz her mahalleye en az 2 tam gün ayırmanız gerekir. Kudüs’ü tam anlamı ile gezmeye de zaten ömür yetmez. Görülecek çok fazla yer var ve elinizde bir kaynak olmadan hepsine ulaşmanız ve daha da önemlisini hepsini anlamanız mümkün değil. Bu yüzden Kudüs’e gitmeden önce mutlaka bir kaynak edinin. Bu herhangi bir gezginin seyahat notları olabilir, Kudüs’ü anlatan kitaplar olabilir, aylık sayısı sadece Kudüs’e ayrılan ve detaylı bilgi veren dergiler olabilir… Artık ne bulursanız.

MÜSLÜMAN MAHALLESİ;

    Hemen yukarıda Eski Kudüs’ün 4 mahalleye ayrıldığını söylemiştim. Bu mahalleler İngilizce kaynaklarda; Muslim Quarter (Müslüman Çeyreği), Christian Quarter (Hristiyanlar Çeyreği), Armenian Quarter (Ermeni Çeyreği) ve Jewish Quarter (Yahudi Çeyreği) olarak geçiyor. Eski Şehrin devasa savunma duvarları ve şehrin kapıları 1535-1542 yıllarında Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış ayrıca bu dönemde kapsamlı bir restorasyon çalışması yapılmış. Kanuni, Kudüs’ün eski şehrinde yaptırdığı bu yenileme çalışmalarında Müslüman Mahallesi’ne ayrı bir ihtimam göstermiş. Şehrin günümüzdeki Müslüman nüfusunun çoğunluğu Müslüman Mahallesi’nin etrafında yaşıyor.  Hristiyanlar ve Yahudiler ise Kudüs’ün yeni şehir kısmında. 1948 Arap-İsrail Savaşı sonunda Doğu Kudüs Ürdün tarafından işgal edilmiş ve bunun sonucunda Yahudiler eski şehri terk etmişler. 1967 yaşanan Altı Gün Savaşı sonrasında ise galip gelen İsrailli güçler, Eski Şehri ve Doğu Kudüs’ün geri kalanını ele geçirmiş ve sonrasında bu yerleri İsrail toprakları olan şehrin batısına eklemişler. Eski Kudüs mahallelerinde ikamet eden Filistinlilerin büyük bir kısmını zorla veya evleri parayla satın alınarak surların dışına itmişler. Bugün, sadece Müslüman Mahallesi’nde konut sahibi Filistinliler yaşıyor. Müslüman Çeyreği; doğudaki Aslanlı Kapı’dan, batıdaki Şam Kapısı’na kadar uzanıyor. Bu iki kapının arasında başta Mescid-i Aksa olmak üzere Müslümanlarca kutsal sayılan birçok dini mekan, bugün ikamet olarak kullanılan tarihi medrese binaları ve iş yerleri bulunuyor. Müslüman çeyreğinde aynı zamanda Hristiyanlar için en kutsal noktalardan birisi olan Via Dolorosa yani İsa’nın Çile Yolu, birçok kilise, Yahudi yerleşimcilere ait evler ve Yahudi ibadethaneleri olan Yeşivalar da bulunuyor.

Mescid-i Aksa Avlusu İçerisinde Kalan Yerler;

1. Mescid-i Aksa (Harem-i Şerif - Beytü’l Makdis - Tapınak Tepesesi - Temple Mount - HaBayit): Müslümanların Mescid-i Aksa, Harem-i Şerif veya Beytü’l Makdis dedikleri, Hristiyanların Temple Mount yani Tapınak Tepesi dedikleri ve Yahudilerin ise HaBayit dedikleri bu 144 dönümlük arazi, üç semavi din için de kutsal sayılıyor. İlk olarak birçok kişi tarafından yanlış bilinen bir bilgiyi düzeltelim; Mescid-i Aksa denilen yer, altın kubbesi olan yapı veya kurşun kubbesi olan cami değil. Mescid-i Aksa; tam ortasında altın kubbeli yapı olan, etrafı duvarlarla çevirili, dikdörtgen forma sahip arazinin adı. Mescid-i Aksa sanılan o altın kubbeli yapının adı ise Kubbet’üs Sahra. Kubbesi altın ve duvarları mavi çiniler ile kaplı olduğu için hiç şüphesiz tüm Kudüs’ün en dikkat çeken yapısı Kubbet’üs Sahra, bundan dolayı da birçok kişi tarafından Mescid-i Aksa denilince zihninde direkt olarak bu yapı canlanıyor. Aynı şekilde Emeviler döneminde yapılan ve arazinin güneyinde yer alan kurşun kubbeli yapı da kimilerince Mescid-i Aksa olarak biliniyor ancak o caminin ismi El Aksa Camii. Tekrar söyleyelim; Mescid-i Aksa veya Beytü’l Makdis denilen yer, içine altın kubbeli Kubbet’üs Sahra ve El Aksa Camii gibi yapıları da alan dikdörtgen forma sahip 144 dönümlük arazi.

    Kuran-ı Kerim’de geçtiği ismi ile Mescid-i Aksa; kelime anlamı olarak ‘Uzak Mescit’ demek ve bu adı da Kabe’ye olan uzaklığından dolayı almış. Arapça adı olan Beytü'l-Makdis, Türkçe ifadeyle ‘Mukaddes Ev’ anlamına geliyor. Bu adı almasındaki sebep ise bu arazinin Allah-u Teala tarafından kutsal sayılması ve bu yüzden Hz. Süleyman’ın bir mabet, Hz. Ömer’in de bir mescit yaptırmış olması. Yani mukaddes olan evler, buraya yapılan dini yapılar. Aramice Beth Makdeşa ve İbranice Beth ha-mikdaş (Süleyman Mabedi) olarak isimlendiriliyor. Bu kutsal alan, Moria/Morya Tepesi denilen küçük bir tepe üzerine inşa edilmiş ve etrafını çevreleyen duvarların içerisinde 200’den fazla eser barındırıyor. Bu tepenin de en yüksek/sivri noktasında Hz. Peygamberin Miraca yükseldiği Kutsal Kaya ve onun üzerine inşa edilen Kubbet’üs Sahra bulunuyor. Müslümanlar tarafından her ne kadar bu toprakların kutsiyetinin Miraç hadisesi ile başladığı sanılsa da aslında bu tepe, Hz. Davut zamanından itibaren yeryüzünün en kutsal yerlerinden birisi. Yahudilerin ve Hristiyanların King David yani Kral Davud olarak adlandırdıkları Davud Peygamber, Talut’un ordusunda bir askerken Calut (Golyat) denilen devi öldürmeyi başarmış ve böylece herkes tarafından bilinen birisi olmuş. Ardından Müslüman inancına göre kendisine peygamberlik bahşedilen Hz. Davud, İsrailoğulları’na kral olmuş. Tebaası ve içerisinde ‘On Emir’in yazılı olduğu tabletler olan Ahit Sandığı ile birlikte bugün Mescid-i Aksa dediğimiz kutsal tepeye gelmiş ve Kudüs şehrini kurmuş. Buraya bir mabet yaptırmak istese de Allah tarafından gelen emirle bu görevi oğlu Hz. Süleyman’a bırakmak zorunda kalmış. Süleyman Peygamber, 100 yaşında vefat eden babası Hz. Davud’dan güçlü ve zengin bir ülke devralmış. Babasının ölmeden önce verdiği emirle bu tepeye yapılması gereken tapınağı yaptırmış ve adına da Süleyman Mabedi denilmiş. Önce Kral Davud (Hz. Davud)’un buraya kavmi ile birlikte buraya yerleşmesi ve Ahit Sandığı’nı getirmesi, ardından Hz. Süleyman’ın bir tapınak inşa ederek içerisine Ahit Sandığını ve mukaddes emanetleri koyması ile Kudüs’ün kutsiyeti başlamış.

    Hz. Süleyman’ın vefatından sonra M.Ö 602 yılında Kudüs, Babil Devleti’nin egemenliği altına girmiş. Daha fazla boyunduruk altında yaşamak istemeyen halk, Babillere karşı büyük bir isyan başlatmış ancak Babil Kralı II. Nebukadnezzar (Buhtunnasır) bu isyanı bastırmakla kalmamış, Kudüs’ü taş üstünde taş bırakmayacak şekilde yerle bir etmiş. Bu yıkımda Süleyman Mabedi ve Süleyman Sarayı da tamamen yok olmuş. Hırsını alamayan Nebukadnezzar, M.Ö 586 yılında tüm halkı Babil’e sürmüş. Yaklaşık 50 yıl sürgün hayatı yaşayan Yahudi halkı, Babil İmparatorluğu’nun Persler tarafından yıkılmasıyla birlikte Pers Kralı Koreş'in (Kiros - Cyrus) izni ile tekrar Kudüs’e dönmüşler. Pers Kralı’nın izniyle Kudüs'e geri dönen Yahudiler, M.Ö 516 yılında 2. Süleyman Mabedi’ni (ikinci mabet) inşa etmişler. M.Ö 332 yılında Büyük İskender idaresinde olan Makedonyalılar Kudüs’ü ele geçirmişler. İskender’in ani ölümünden sonra yapılan toprak paylaşımında ise önce Ptolemi Hanedanlığı'nın, daha sonra Selevki Hanedanlığı’nın hakimiyetine girmişler. Selevkilerin pagan ritüellerine ve Kudüs’ü putlarla doldurmalarına daha fazla katlanamayan halk isyan etmiş ve İkinci Süleyman Mabedi’ni putlardan temizlemişler. İlerleyen yıllarda Roma valisinin kötü yönetimini bahane eden halk ayaklanmış ve büyük bir isyan çıkmış. M.S 70 senesinde Romalı General Vespassian ve oğlu Titus orduları ile birlikte Kudüs’e gelerek isyanı bastırmış ve şehri yerle bir etmişler. Bu yıkımdan İkinci Süleyman Mabedi de nasibini almış ve toz duman olmuş. Titus, Roma’ya isyan edenlerin başına gelebileceklerini göstermek için yani ibret-i alem için İkinci Süleyman Mabedi’nin bugün Ağlama Duvarı olarak bilinen istinat duvarını ayakta bırakmış.

    Buraya kadar olan kısım, Mescid-i Aksa arazisi ile alakalı her üç din için de kabul gören hadiseler. Müslümanlar için kutsal sayılmasının asıl nedeni ise Hz. Muhammed (S.A.V)’in buradan Allah katına yükselmiş olması. Miraç hadisesini bilenler bilir, bilmeyenler için anlatayım; Hz. Muhammed hicretinden 18 ay önce, bir gece Kâbe-i Muazzama'nın Hatim mevkiinde yatarken Cebrail tarafından uyandırılır, göğsü açılır, temizlenir ve cesaret ile iman yüklenir. Ardından bulundukları yere merkepten biraz büyük, katırdan biraz küçük beyaz renkli kanatlı, gözünün gördüğü en uzak noktaya adım atabilen bir binek hayvanı gelir. Cebrail’in tebliği ile Hz. Muhammed Burak adı verilen bu binite binerek İsra denilen gece yolculuğu ile Beytü’l Makdis’e yani Mescid’i Aksa’ya ulaşır. Yolculuk esnasında bugün Filistin şehri olan El Halil (Hebron) şehrinde mola verir ve Hz. İbrahim’in kabrini ziyaret eder. Beytü’l Makdis’e vardığında, Müslümanlarca Burak Duvarı, Yahudilerce Ağlama Duvarı olarak bilinen, Herod’un yaptırdığı istinat duvarına Burak isimli binitini bağlar, bugünkü El Aksa Camii’nin mihrabının bulunduğu yerden bu kutsal toprağa adım atar, merdivenlerden tırmanarak Kutsal Kaya’ya ulaşır, bu kayanın yanında kendinden önce gelen tüm peygamberlere namaz kıldırır ve Recep ayının 27. gecesine tekabül eden bu mübarek gecede kutsal kayanın üzerinden cennete yükselir. Her bir katta Hz. Adem, Hz. İbrahim, Hz. İsa, Hz. Yahya, Hz. Yusuf peygamberlerle tanışma şerefine nail olur. Hz. Muhammed miraca yükselirken üzerine bastığı bu kutsal kaya havalanır ve Hz. Peygamber ile birlikte cennete gitmek ister ancak Cebrail tarafından kaya durdurulur.

    Bu toprakların Müslümanlar için kutsiyeti elbette Miraç hadisesi ile başlamıyor. Hz. Adem cennetten kovulduktan sonra burada bulunan Kutsal Kaya’nın üzerine düşüyor ve dünya buradan yaratılmaya başlıyor. Hatta rivayete göre Hz. Adem’in kabri de yine bu civarda bulunuyor. Nuh tufanından sonra sular çekildiğinde ilk ortaya çıkan yerin bu arazi olduğuna inanılıyor. Yahudilere göre Hz. İbrahim oğlu Hz. İshak’ı kurban etmek için buraya getirmiş, Hz. Meryem doğumdan önce bu topraklarda yaşamış. Hz. Peygamber miraca çıkmadan önce Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa’ymış ve hicretten sonra da yaklaşık 16-17 ay yine Müslümanların kıblesi olarak kalmış. Daha sonra inşa edilen Kâbe ile birlikte artık Müslümanların kıblesi Mekke’de, Mescid-i Haram avlusunda bulunan Kâbe olmuş. Hz. Ömer 638 yılında Kudüs’ü fethi ile buraya bir mescit yaptırmış ve Hz. Peygamberin miraca yüksekliği bu toprakların önemini, değerini korumaya gayret etmiş. Devamında gelen Selahattin Eyyubi de yine aynı şekilde elinden geldiği kadar Mescid-i Aksa arazini ihya etmeye çalışmış, birçok yerini tamir ettirmiş ve yeni eserler kazandırmış. Kudüs’ün Osmanlı hakimiyetine geçmesi ile birlikte Kanuni Sultan Süleyman, 1538 yılında başlattığı restorasyon projesi ile hem Mescid-i Aksa’yı hem de Kudüs surlarını baştan ayağa yeniletmiş ve bugünkü görünümüne kavuşturmuş.

    Hristiyan inancına göre bu bölgenin kutsal olması da benzer nedenlerle alakalı. Hristiyanlara göre Hz. İsa Golgota Tepesi denilen yerde çarmıha gerildikten sonra vefat ettiği yere gömülmüş ancak 3 gün sonra dirilerek Kutsal Kaya’nın üzerinden cennete yükselmiş. İslam inancında böyle bir hadise yok zira Hz. İsa hiçbir zaman çarmıha gerilmedi, onun yerine Hz. İsa’nın yüzünü alan Yahuda idam edildi. Yine Hristiyanlara göre kıyamet günü Mesih Zeytin Dağı’na inecek, burada kurulacak bir köprü ile Aslanlı Kapı’ya gelecek ve kapının hemen önünde yer alan bu kutsal kayanın üzerine oturarak Hristiyan Krallığı’nın egemenliğini başlatacak. Aynı inanış Yahudilerde de var, onlara göre beklenen Mesih Zeytin Dağı’na indikten sonra Aslanlı Kapı’dan geçerek bu kutsal kayanın üzerine, hasretle beklenen üçüncü mabedi inşa edip, Büyük İsrail Krallığı’nı kuracak ve dünyaya hükmedecek.

    Hz. Muhammed (S.A.V) bir hadisinde; “Ziyaretler ancak üç mekâna yapılır; Mekke’deki Mescid-i Haram’a, Medine’deki benim mescidime ve Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya.” (Buhari, Enbiya 8; Müslim, Mesacid 2) demiş ve “Mescidi Aksa’ya gidin ve içinde namaz kılın. Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere zeytinyağı gönderin.” (Ebu Davud, Salat 14) diye eklemiş. Allah-u Teala’nın ise ‘’Yeryüzünde iki yeri kendime ayırdım, birisi Mescid-i Haram diğeri Mescid-i Aksa’’ buyurduğu bu kutsal alanda Hz. Peygamber’in hadisine göre ibadetlere verilen sevaplar 1000’le çarpılıyor. 1967 yılında yaşanan Altı gün Savaşı’ndan sonra iç kısmının kontrolü tamamen Ürdün Haşimi Krallığı'nın himayesinde kurulan ve İslam hukuku tarafından tanınan Kudüs İslam Vakfı’na bırakılan Mescid-i Aksa’ya gayrimüslimlerin bireysel olarak girmeleri yasak. Detaylardan yukarıda bahsetmiştim. Pazartesiden Perşembeye, kış döneminde 07:30-10:30 arası ve 12:30-13:30 arası, yaz döneminde ise 8:30-11:30 ve 13:30-14:30 saatleri arasında gruplar halinde, Faslılar Kapısı’ndan İsrail polisinin nezaretinde girebiliyorlar ve hiçbir şekilde Hristiyan veya Yahudi inancına göre dua edemiyorlar. Zaten normalde Yahudi inancına göre bu topraklar son derece kutsal olduğu için beklenen Mesih’in yeryüzüne gelip yıkılan mabedi yeniden inşa edeceği güne kadar buraya adım atmak hem yasak hem de büyük günah. İsrail’in şu an en çok istediği şey; kutsal kayanın ve El Aksa Cami’nin olduğu alanlarda kazı yapmak ve hem Hz. Davut tarafından getirilen Ahit Sandığı’na hem de Hz. Süleyman tarafından yaptırılan mabedin kalıntılarına ulaşmak. Elbette bunu yapabilmeleri için hem Kubbet’üs Sahra’yı hem de El Aksa Cami’ni yıkmaları gerekiyor zira Süleyman Mabedi’nin inşa edildiği yer tam olarak bu alanı kapsıyor. Avlunun içerisinde yapamadıklarını, avlunun dışından yapıyor ve sürekli avlunun altına doğru tünel kazıyorlar. Bugün hala bu kazı çalışmaları devam ediyor ancak hiçbir şekilde dünya basınında yer almıyor.

2. Mescid-i Aksa Camii - El Aksa Camii - Kıble Camii (Al-Aqsa Mosque): Yukarıda da dediğim gibi Mescid-i Aksa denilen yer 144 dönümlük dikdörtgen araziyi kapsıyor. Mescid-i Aksa Camii de tıpkı Kubbet’üs Sahra gibi Mescid-i Aksa ile karıştırılıyor. El Aksa Camii, Harem-i Şerif denilen kutsal alanın güney ucunda yer alan bir cami. El Aksa Camii, Mescid-i Aksa Camii, Ulu Camii, Cami-i Kebir gibi birçok farklı adı var. İsmine her ne derseniz deyin, asıl olan bu caminin bulunduğu yerin, Müslümanlar için yeryüzünde bulunan ilk kıble olduğu.

    İslam inancına göre Miraç hadisesi; Hz. Muhammed’in Mekke’de bulunan Mekke Ulu Camii ile bu caminin bulunduğu yer arasında yaptığı İsra adı verilen gece yolculuğu ile başlıyor. Elbette o dönem Kudüs’te Müslüman hakimiyeti yok, burada bir cami veya mescit de yok. Hz. Peygamber, Burak Duvarı’na binitini bağladıktan sonra yürüyerek bugünkü caminin mihrabının yer aldığı duvara geliyor ve Beytü’l Makdis’e giriş yapıyor. Hz. Ömer 636 yılında Kudüs’ü fethetmiş ve kimi çevrelere göre Kutsal Kaya’nın üzerine, kimi çevrelere göre ise bugün El Aksa Camii’nin olduğu yere ahşaptan bir mescit yaptırmış ancak Kudüs’te meydana gelen depremler sonucunda burada bulunan mescit çok geçmeden tamamen yıkılmış. Emevi Halifesi Abdülmelik bin Mervan, burada bulunan Hz. Ömer Mescidi’nin daha büyük ve geniş olacak şekilde yeniden inşa edilmesini emretmiş. Mescidin tamamlanmasını göremeden vefat etmiş ve M.S 705 yılında oğlu el-Velid tarafından bitirilmiş. 746 yılında meydana gelen bir depremle tamamen yıkılan cami, 754 yılında Abbasi Halifesi Mehdi bin Mansur tarafından yeniden inşa edilmiş. İlerleyen yıllarda yine yıkılmış ve 780 yılında yeniden inşa edilmiş. 1033 yılında meydana gelen büyük deprem El Aksa Camii’nin büyük bir kısmını yok olmuş ancak iki yıl sonra Fatımi Halifesi Ali az- Zahir orijinal yapının taslağı korunarak bir başka cami daha yaptırmış. Caminin bugünkü cephesi Fatımiler tarafından inşa edilmiş. Periyodik tadilat çalışmaları sırasında, İslam Halifeliğinin çeşitli yönetici hanedanları ve Osmanlı Padişahları; kubbesi, cephesi, minberi, minareleri ve iç yapısı ile alakalı ilaveler ve restorasyon çalışması yapmışlar. 1099 yılında Haçlılar Kudüs'ü işgal ettiklerinde camiyi önce saraya, ardından da bir kiliseye çevirmişler ancak Selahaddin Eyyubi 1187 yılında Kudüs’ü fethettiğinde tekrar camiye çevirmiş ve geniş bir yenileme çalışması yaptırmış. Eyyubiler’den sonra Memlûkler, Osmanlılar, Yüksek İslam Konseyi ve Ürdün tarafından kontrol altında tutulan, yenilenen ve genişletilen cami bugün Ürdün/Filistin liderliğindeki İslam Vakfı’nın idaresi altında. Mescid-i Aksa arazisi tüm dinler için kutsal ancak Yahudiler için Mescid-i Aksa Camii’nin ayrı bir önemi var. Yıkılan Süleyman Mabedi’nin bir ucu El Aksa Camii’nin bugünkü yerinde olduğu için Yahudiler burayı yıkmak ve tapınağın kalıntılarını çıkarmak istiyorlar.

    1099'da Birinci Haçlı Seferi sırasında Haçlılar tarafından ele geçirilen camiye, Templum Domini yani Tanrı Tapınağı adını verdikleri Kubbet-üs Sahra'dan ayıran ‘’Süleyman Tapınağı’’ adı verilmiş. Kubbet -üs-Sahra, bir Hristiyan kilisesine dönüştürülürken El-Aksa Camii de kraliyet sarayı ve aynı zamanda atlar için ahır olarak kullanılmış. 1119 yılında Tapınak Şövalyeleri'nin karargahına dönüştürülen cami, kuzey sundurmasının genişletilmesi ve bir apsis ilavesi dahil olmak üzere bazı yapısal değişikliklere uğramış. Diğer yapılarla birlikte yeni bir manastır ve kilise inşa edilmiş. Tapınakçılar binaya tonozlu batı ve doğu ekleri inşa etmişler. Bugün batı tarafı Kadınlar Mescidi, Doğu tarafı ise İslam Müzesi olarak hizmet veriyor. Kudüs’ü Haçlılardan alan Selahaddin Eyyubi, bir hafta içinde camiyi Cuma Namazı için hazır hale getirmiş. Haçlıların El Aksa Camii’nde kurdukları tuvaletleri ve tahıl depolarını kaldırarak, zeminleri değerli halılarla kaplatmış ve caminin içini de gül suyu ve tütsü ile kokulandırmış.

    1922 yılında Kudüs Başmüftüsü olan Emin el-Hüseyni yönetimindeki Yüksek Müslüman Konseyi'nin el-Aksa Camii ve çevresindeki anıtları restore etmesi için Türk mimar Ahmet Kemalettin Bey'i görevlendirmesiyle, 20. Yüzyılın en kapsamlı yenileme çalışması yapılmış. Konsey ayrıca İngiliz mimarları, Mısırlı mühendislik uzmanlarını ve yerel yetkilileri, Kemalettin Bey tarafından 1924-25'te gerçekleştirilen onarım ve eklemelere katkıda bulunmaları ve denetlemeleri için görevlendirmiş. Yenileme çalışmaları sırasında; caminin eski Emevi temellerinin güçlendirilmesi, iç sütunların düzeltilmesi, kirişlerin değiştirilmesi yapılmış ayrıca bir iskele kurularak ana kubbenin iç kısmının kemerleri ve kasnağı da elden geçirilmiş ancak 1927 depreminde ağır hasar almış. 20 Temmuz 1951 tarihinde, İngiliz ajanlar olan Arabistanlı Lawrence ve Gertrude Bell ile birlik olup Osmanlıya ihanet eden, Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulmasının önünü açan ve bunun karşılığında da İngilizlerin verdiği sözle kral olan dönemin Ürdün Kralı I. Abdullah, camiye girerken Hüseyni aşiretine mensup Filistinli bir Müslüman genç tarafından ‘’Sen velinimetine ihanet ettin, bu hainliğin bedeli ancak ölümdür’’ nidaları ile tabanca ile üç kez ateş edilerek öldürülmüş. Suikast sırasında kralın hemen yanında başında olan oğlu Talal de vurulmuş ancak göğsüne taktığı bir madalya mermiyi saptırdığı için hayatta kalmış. Diğer yanında olan torunu Hüseyin ise bu olaydan dolayı akıl sağlığını kaybetmiş, İstanbul’da uzun yıllar tedavi görmüş ancak şifa bulamamış. Suikaste ait mermi izlerini, bugün hala caminin içerisinde bulunan sütunlarda görebilirsiniz.

    Yukarıda da bahsettiğim üzere; İsrail polisinin Mescid-i Aksa’ya avlusuna girmek isteyenlere sure okutmasının sebebi; gayrimüslimlerin bu kutsal alana girmesinin yasak olması. Müslüman olmayan kimse Beytül Makdis denilen bu kutsal avluya Mağribi Kapısı haricinde herhangi bir kapıdan giremez. Mescid-i Aksa’ya gayrimüslimlerin alınmamasının asıl sebebi ise 21 Ağustos 1969 tarihinde Avusturalyalı fanatik Yahudi Michael Dennis Rohan isimli şahıs tarafından Mescid-i Aksa Camii’ne saldırı düzenlenmiş olması. Michael Dennis Rohan, Mescid-i Aksa Camii’ne girmiş ve çantasına doldurduğu içi benzin dolu topları yanında getirdiği sapanla caminin dört bir tarafına fırlatmış ve büyük bir yangın çıkarmış. Camiyi yok etmenin Mesih'in gelişini hızlandıracağına inandığını söyleyen Rohan tarafından çıkarılan bu yangın neticesinde cami büyük bir yara almış. Büyük Selçukluların Halep ve Musul Atabeyi olan Nureddin Mahmud Zengi, 1168 yılında Mescid-i Aksa için kündekari bir ahşap minber yaptırmış. Hayali Kudüs’ü fethetmek ve bu minberi camiye yerleştirmekmiş ancak hayalini gerçekleştiremeden hakkın rahmetine kavuşmuş. Bu şerefe 1187 yılında Kudüs’ü fetheden Selahattin Eyyubi nail olmuş ve fethin nişanesi olarak Zengi’nin yaptırdığı bu muhteşem sanat eseri olan minberi camiye yerleştirmiş. İşte Rohan’ın çıkardığı yangın neticesinde Türklerin Kudüs’e en büyük değerli armağanı olan neredeyse 800 yıllık minber büyük oranda yanarak kullanılamaz hale gelmiş.

    2007 yılında iki Türk kündekâri ustası olan Recep Elitok ve Mehmet Ali Uçar, Amman’da oluşturulan atölyede yaklaşık 4 yıl süren hummalı bir çalışma sonucunda Zengi’nin yakılan minberini aslına uygun olarak yeniden yaptılar. Eski fotoğraflarına bakılarak yapılan çalışma ile görünüş itibari ile eskisinden bir farkı olmayan yeni ahşap minber, parçalar halinde Ürdün’ün başkenti olan Amman’dan Kudüs’e taşınmış. Yanan minberin artık kullanılamaz hale gelen parçaları ise Mescid-i Aksa Kıble Camii’nin hemen yanında bulunan İslam Müzesi’nde sergilenmeye başlanmış. Bu yangında sadece minber değil, daha birçok tarihi eser zarar görmüş. Dönemin İsrail Başbakanı olan Golda Meir, daha sonları yapılan bir röportajında: ‘’Yangın haberini aldıktan sonra sabaha kadar gözüme uyku girmedi, sabah kalktığımda tüm İslam aleminin ayaklanacağını ve görülmemiş bir tepkiyle karşı karşıya kalacağımı düşündüm ancak hiç de düşündüğüm gibi olmadı, yangından sonra hiçbir Müslüman ülke bu olayı haber dahi yapmadı.’’ demiş. Church of God isimli tarikatın mensubu ve gayet aklı başında birisi olan Rohan, bir şekilde akli dengesinin yerinde olmadığına dair rapor almış ve cezai ehliyetinin olmadığı kararı verilerek ülkesine gönderilmiş.

    El Aksa Camii tüm vakit namazlarında ibadete açık ancak Kudüs’te, kutsal topraklarda diye hınca hınç dolduğunu düşünmeyin. Vakit namazlarında yarısı bile dolmuyor. Sadece Cuma namazlarında aşırı bir yoğunluk oluyor. Eğer Cuma namazı için gidecekseniz ve yaz mevsimi ise kesinlikle birkaç saat öncesinden gidip içeride safınızı tutun derim çünkü dışarısı aşırı sıcak ve kalabalık oluyor. Dışarıda sundurmalar var ama yeterli gelmiyor. Eğer geç kalacaksanız ve namazı dışarıda kılacaksanız yanınızda seccade götürün derim.

3. Kadim Mescit: M.S 63 yılında Yahudi Vassalı Herod, Kudüs yönetimini ele geçirdikten sonra Beytü’l Makdis denilen bu kutsal alana, bugün Mescid-i Aksa Camii dediğimiz caminin bulunduğu yere bir saray yaptırmış. Bu sarayı yapabilmek için eğimli bir tepe olan Beytü’l Makdis alanının düzlenmesi ve güney cephesi ile kuzey cephesine istinat duvarı yapılması gerekiyormuş. Herod alanı düzlemiş ve duvarları da yaptırmış. Sarayın ve duvarların inşaatı esnasında da Beytü’l Makdis’e güney cepheden giriş yapılabilecek kapılar açtırmış. Güney duvarında bulunan Tekli Kapı, İkili Kapı ve Üçlü Kapı olarak bilinen bu kapılardan kutsal alana direkt olarak ulaşım sağlanıyormuş. İşte bugün Aksa Camii’nin altın bulunan ve Kadim Mescit olarak adlandırılan bu mescit, Herod tarafından açtırılan kapılardan Aksa avlusuna uzanan geniş koridordan oluşuyor. Aksa Camii’nin girişinde göreceğiniz menfezden aşağı indiğinizde Kadim Mescit’e ulaşacaksınız. Eğer kapatılmamış olsaydı mescidin sonunda İkili ve Üçlü Kapı’yı görecektiniz. Mescide girdiğinizde tabanda mazgallar ve ardında birtakım depolar göreceksiniz. Bu depolar uzun yıllar boyunca zeytinyağı depolamak için kullanılmış. Eskiden elektrik olmadığı için aydınlatma, içine zeytinyağı koyulan şamdanlar ile yapılıyormuş. Uzun saatler boyunca yanan zeytinyağları bu dönemin en önemli yakıtıymış. Mescid-i Aksa gibi büyük bir alanı aydınlatmak için de çok fazla zeytinyağına ihtiyaç olduğundan, bu depolarda zeytinyağı stoku yapılmış. Hz. Peygamber, Miraç Gecesi Burak isimli binitini bugün Ağlama Duvarı olarak bilinen Kuzey Duvarı’na bağladıktan sonra Aksa Cami’nin hemen arkasında, kıble tarafından bulunan kapılardan kutsal alana girmiş ve bugün Kadim Mescit olan alandan geçerek Kubbet’üs Sahra’nın olduğu yere yürümüş. Mescid-i Aksa’ya kadar gitmişken Hz. Peygamberin ayak bastığı bu alanı görmeden gelmemelisiniz. 

4. Mervan Mescidi (Süleyman Ahırları): Burası aslında bir mahzen ve Yahudilere göre Kral (Peygamber) Süleyman tarafından yaptırıldığına, atların bağlandığına inanılıyor. Her ne kadar Yahudiler inanmak istemese de burası Herod zamanından kalma bir mahzen yani MS 60-70 yılları arasından. Herod, Mescid-i Aksa dediğimiz kutsal alanın güneyine ve kuzeyine birer istinat duvarı yaptırmış. Bugün mescidin olduğu yer özellikle boş bırakılmış ve hem ahır hem de depo olarak kullanılmış. 1099 yılında şehri kuşatan Haçlılar, buraya atlarını bağlamışlar. Bugün hala sütunlarında atların bağlandıkları delikleri görebilirsiniz. Mervan Mescid-i denilmesinin asıl sebebi, Emevi Halifesi Abdülmelik Bin Mervan tarafından bu mahzenin en ince ayrıntısına kadar yenilenmiş olması. Abdülmelik Bin Mervan'ın çocukları, Aksa Camii’nin ve Kubbetü’s Sahra'nın düz bir zemine oturması için bugün Mervan Mescidi ve Kadim Mescit denilen mescitleri yaptırmışlar. Her iki mescit de yeraltında bulunuyor. En sol köşede göreceğiniz merdivenleri tırmandığınızda, kubbeli bir oda göreceksiniz. Odanın içerisinde ise Hz. İsa’nın beşiği veya Hz. İsa’nın küveti denilen, Hz. İsa’nın yıkanıp vaftiz edildiğine inanılan küçük bir küvet. İslami kaynaklara göre Hz. Meryem Makamı olarak bilinen bu odanın hikayesi ise şöyle;

    Hz. Zekeriya’nın araya girmesiyle annesinin mabede adadığı Hz. Meryem, Yahudi Hahamların itirazlarına rağmen küçük bir kızken bu mabede kabul edilmiş ve kendisine verilen bu odada ikamet etmeye başlamış. Ardından da bu odada doğum yapmış ve Hz. İsa dünyaya gelmiş. Hz. Meryem, bugün Mervan Mescidi denilen ikamet ederken Allah tarafından yaz mevsiminde kış meyvesi, kış mevsiminde yaz meyvesi gönderildiğine inanılıyor. Bu hadiselerden yaklaşık 650 yıl sonra Abdülmelik Bin Mervan, Hz. Meryem’e hürmeten mescit içerisinde küçük bir oda yaptırmış. Her iki mescit de taş koridorlardan, kemerli tavanlardan ve soğan kubbelerden oluşuyor. Mescitleri meydana getiren koridorlar, Mescid-i Aksa’nın güneyine bakan ismi Üçlü Kapı ve İkili Kapı olan kapılar sayesinde Emevi Saraylarına açılıyormuş. Emeviler Sarayı’nda oturan kişiler de bu kapıları kullanarak ve koridorlardan geçerek Mescid-i Aksa’ya çıkıyorlarmış. Hz. İsa Küveti denilen taş küvetin üzerinde göreceğiniz kubbe, Osmanlı Dönemi’nde yapılmış. Mervan Mescidi de Yahudiler tarafından 1920 yılından itibaren 1970’li yıllara kadar ahır olarak kullanılmış ve Kudüs muhafızı Şeyh Raid Salah tarafından uygulanan sivil toplum tepkileri sayesinde çöplerden temizlenerek tekrar mescit olarak açılmış.

5. Burak Mescidi (Faslılar Mescidi): Sanılanın aksine Hz. Peygamber Miraç gecesi Mekke’den Kudüs’e geldiğinde direkt olarak semaya yükselmemiş. Mekke’den Burak adı verilen, merkepten biraz büyük katırdan biraz küçük kanatlı binek hayvanı ile Kudüs’e gelmiş, bugün Aksa Camii’nin kıble duvarı olan, o dönemin Beytü’l Makdis Güney Duvarı üzerinde yer alan İkili Kapı’dan girmiş ve Kutsal Kaya’nın olduğu yere yürümüş. Burada peygamberlere namaz kıldırdıktan sonra dua etmiş ve en nihayetinde Kutsal Kaya’nın üzerinden Allah katına yükselmiş. İşte Hz. Muhammed (SAV)’in Kudüs’e geldiğinde Burak adı verilen binitini bağladığı duvar, bugün Yahudilerin önünde ağlayarak dua ettikleri Ağlama Duvarı. Müslüman inancına göre ise mübarek cennet binitinin bağlandığı duvar olduğu için adına Burak Duvarı deniliyor. Duvarın bir yüzünde Yahudiler ibadet ediyorken, diğer yüzünde ise Burak Mescidi denilen mescitte Müslümanlar ibadet ediyorlar. Emeviler tarafından yaptırılan Burak Mescidi, Faslılar Kapısı’nın Mescid-i Aksa’ya bakan tarafının hemen bitişiğinde yer alıyor. Dar bir merdivenden aşağı inilerek ulaşılan mescidin güney duvarı, tam olarak Ağlama Duvarı’nın Mescid-i Aksa’ya bakan yüzü. Burak adı verilen binitin bu duvara bağlandığına inanıldığı için duvara temsili bir yular halkası yapılmış. Faslılar Kapısı’nın bitişinde yer aldığından, Faslılar Mescidi de deniliyor ve Faslılar arasında çok yaygın olan Şazeli tarikatı da zikirlerini bu mescitte yapıyorlar. Burak Mescidi yüzyıllar boyunca birçok kez elden geçirilmiş ve son olarak da Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz Han tarafından tamir ettirilmiş. 

6. Kadınlar Mescidi (Mescidü’n Nisa): Aksa Camii’ni karşınıza aldığınızda, hemen sağında camiye bitişik halde bir yapı göreceksiniz. Köşedeki minarenin hemen altında yer alan bu yapı, 1099 yılında Haçlılar tarafından yaptırılmış. Şehri ele geçiren ve Aksa Camii’ni saray olarak kullanan Haçlı ordularına mensup Tapınak Şövalyeleri tarafından, hem bir yönetim merkezi hem de kendi kurdukları tarikatın dini ritüellerinin yapıldığı bir ibadethane olarak kullanılmış. 1187 yılında Selahattin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethetmesiyle birlikte bu yapı sadece kadınlar tarafından kullanılan Kadınlar Mescidi’ne dönüştürülmüş. Bir süre lise binası olarak kullanılan yapı günümüzde kütüphane ve arşiv binası olarak hizmet veriyor.

7. Mescid-i Aksa İslam Eserleri Müzesi (İslam Müzesi): Mescid-i Aksa’nın güneybatı köşesinde, Kadınlar Mescidi’nin ile Meğaribe (Faslılar) Kapısı arasında yer alan bu müze; 1923 yılında İslam Yüksek Konseyi tarafından kurulmuş. Günümüzde İslam Müzesi içerisinde sergilenen eserler, İslam tarihinin en değerli ve nadir eserleri arasında sayılıyor. Müzede bulunan eserler, Hz. Ömer zamanında getirilmiş. Filistin sınırları içerisinde bulunan, en büyük boyutlara sahip Kur'an-ı Kerim nüshası, İslam Müzesi'nde sergileniyor.

    Müzenin olduğu bina ilk olarak Selahattin Eyyubi’nin oğlu Melik Efdal tarafından Maliki mezhebine mensup Faslılar için Efdaliye Medresesi olarak inşa edilmiş. Memlûkler döneminde Şeyh Ömer bin Abdullah Mağribi tarafından 1303 yılında yeniden inşa edilen yapı, son kez Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz Han tarafından restore edilmiş. Müzede sergilenen önemli eserlerden bazılar şunlar; 21 Ağustos 1969 tarihinde Avusturalyalı fanatik Yahudi Michael Dennis Rohan isimli şahıs tarafından Aksa Camii’nde çıkan yangın sonucunda ağır hasar alan, Nureddin Zengi’nin Aksa Camii için yaptırdığı minberin kalan parçaları, Artuk Arslan’ın Mardin’de yaptırdığı şamdan, Mescid-i Aksa ve Kubbet’üs Sahra’nın alemleri, Kutsal Kaya’nın tarihi şebekesi, Hürrem Sultan İmareti’ne ait kazanlar, Hürrem Sultan İmareti’nin dağıtım cetveli, Tapınak Şövalyeleri’ne ait mektuplar, Aksa medreselerinde Kozmografya derslerinde kullanılan usturlaplar, Memluk Sultan’ı Baybars’ın Aksa’ya hediyesi olan Kur’an-ı Kerim, Selahattin Eyyubi dönemine ait ahşap mukarnaslar (İslam sanatında mimari yapılarda görülen geometrik bir bezeme çeşidi), Aksa medreselerinde kullanılan zaman ölçüm cetvelleri ve çok daha fazlası.

8. Yusuf Ağa Kubbesi: Hem Kadınlar Mescidi hem de İslam Müzesi’nin tam önünde göreceğiniz kubbeli küçük kulübe, Topkapı Sarayı’nda harem ağası olan Yusuf Ağa tarafından yaptırılmış. İlk inşa edildiği dönem, yaz aylarında ders yapılabilen, dört tarafı açık üstü kubbeli bir derslik olarak hizmet vermiş. 1970’li yıllara gelindiğinde, Faslılar Kapısı’ndan Aksa Avlusu’na giren gayrimüslim turistlere bilet satılan bir bilet gişesi olarak kullanılmış. Etrafı demir paneller ile kapatılan kulübe günümüzde İslam Vakfı idaresinde bir danışma noktası olarak hizmet veriyor.

9. Kâse Şadırvanı: Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethetmesinin ardından Eyyubiler döneminde, Selahaddin Eyyubi’nin küçük kardeşi olan Sultan Adil Ebu Bekir Eyyubi tarafından 1193 yılında abdesthane olarak inşa ettirilen şadırvan, 1327 yılında Emir Tenkiz Nâsıri tarafından restore edilmiş. Zamanla zarar gören şadırvan, Sultan Kayıtbay tarafından ikinci kez restore edilmiş. Yuvarlak bir havuz, orta kısmında bir fıskiyeden ve etrafına abdest alacak olan kişilerin oturmaları için yerleştirilen taş oturaklardan ibaret. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kudüs’te baş gösteren su sıkıntısı, Kanuni’nin şehir dışına yaptırdığı barajlardan su çekilmesi ile çözülmüş. Yine Kanuni’nin açtırdığı Arrub Kanalı ile Kadim Şehir Kudüs’e gelen su, Sultan Adil Ebu Bekir Eyyubi’nin yaptırdığı bu havuzu da beslemiş.

10. Altın Kapı Mescidi: Müslümanlar tarafından Tevbe ve Rahmet Kapısı, Hristiyanlar tarafından Golden Gate olarak adlandırılan, Selahattin Eyyubi tarafından fetihten sonra güvenlik sebebiyle kapatılan kapının hemen altında, Mescid-i Aksa Avlusu’na bakan tarafta yer alan mescit, İsrail güçleri tarafından 2019 yılına kadar kapalı tutulmuş. İsrail askerleri; 2003 yılında Mescid-i Aksa'nın Doğu surlarındaki Rahmet Kapısı'na inen merdivenlerin başındaki kapıyı 17 Şubat'ta zincirlemiş, bunun üzerine 18 Şubat'ta Mescid-i Aksa'da toplanan bir grup Filistinli genç kapıyı kırmış, İsrail polisi gençlerden bazılarını gözaltına almış ve Harem-i Şerif'in kapılarını bir süreliğine kapatmış. İsrail güçleri aynı yılın 19 Şubat akşamı da Rahmet Kapısı'nda nöbet tutan Filistinli cemaate saldırmış, çıkan olaylarda çok sayıda kişi yaralanmış ve bazıları gözaltına alınmış. Filistinliler, 22 Şubat'ta 2019 tarihinde ilk defa Mescid-i Aksa'daki Rahmet Kapısı'nın içinde Cuma Namazı kılmışlar. Kudüs İslami Vakıflar İdaresinden yapılan yazılı açıklamada, İsrail'in onayı olmadan Rahmet Kapısı'nın Kudüs Yüksek İslami Vakıflar Konseyi Başkanı Şeyh Abdülazim Selheb tarafından açıldığı ve yüzlerce Filistinlinin Cuma Namazı’nı burada kıldığı bildirilmiş. O günden bugüne bu mescit ibadete açık durumda ancak kapısında her daim İslam Vakfı’na bağlı görevliler ile İsrail polisleri birlikte nöbet tutuyorlar. İçeriye girmek isteyenlerin Müslüman olduklarından emin olabilmek adına bazı sorular yöneltebiliyorlar. İç kısmı restore edilen mescitte tüm vakit namazları kılınabiliyor.

11. Makam-ı Süleyman: Mescid-i Aksa’yı çevreleyen Doğu surları üzerinde, Altın Kapı Mescidi’nin hemen yanında göreceğiniz kesme taştan örülü iki kubbeli tek katlı küçük bina, 17. yüzyılda inşa edilmiş. Üzerindeki tabelada da yazılı olduğu üzere sadece kız öğrencilerin eğitim aldığı Darü’l Hadis yani Hadis Okulu olarak hizmet veriyor. Normalde içeriye erkeklerin girmesi yasak ancak içeride ders varsa, yani kapısı açıksa ve öğretmenden izin alabilirseniz; içeriye girip sol tarafınıza baktığınızda büyük bir perde göreceksiniz. Bu perdenin hemen arkasında, Hz. Süleyman ile ilişkilendirilen dev bir mezar lahdi yer alıyor. 

    Tıpkı Hz. Yuşa Peygamberin türbelerinde olduğu gibi bu mezar da normal mezarların yaklaşık 4 katı uzunluğunda. Anadolu’da da örnekleri görülen uzun mezarlardan farkı ise hem uzun hem de çok yüksek olması. Sadece bu kadar değil, asıl önemli fark; İslam inancına göre baş kısmının kıbleye dönük olması gerekirken bu mezarda ayakların kıbleye dönük olması. Bu özelliği, kabrin İslam öncesi döneme ait olduğunu gösteriyor. Bu teori ne kadar doğru bilinmez ancak Mescid-i Aksa’ya kadar giderseniz, Hz. Süleyman’a ait olduğu düşünülen kabri ziyaret etmeden dönmeyin.

12. Taht-ı Süleyman: Mescid-i Aksa’nın kuzey revaklarında bulunan medreselerin hemen önünde yer alan ve Melik Faysal Kapısı’ndan girer girmez karşınıza gelecek olan kubbeli yapının adı Taht-ı Süleyman. Diğer isimleri ise Süleyman Kubbesi, Süleyman Kürsüsü ve Süleyman Kayası. İslami kaynaklara göre babası Hz. Davut’un emri ile kutsal alanda bir mabet yapma görevi üstlenen ve Allah-u Teala tarafından üstün güçler bahşedilen Hz. Süleyman, insanlardan ve cinlerden oluşan işçi grubuna, kutsal alana büyük bir mabet inşa etme emri verir. Hayvanlarla, rüzgarla, taşlarla, kayalarla, ağaçlarla ve cinlerle konuşabilen Hz. Süleyman, cinlere büyük taşları getirmelerini ve mabedi yükseltmelerini emreder. Tam olarak şu an bahsettiğimiz kubbeli yapının olduğu yerden, cinlerin çalışmalarını seyreder ve savsaklamasınlar diye gözünü üstlerinden ayırmaz. Bir gün asasına dayanan ve cinlerin çalışmalarını takip eden Hz. Süleyman asanının üzerinde vefat eder ancak mübarek vücudu sabit kalır, yere düşmez. Hz. Süleyman’ın vefat ettiğinden bihaber olan cinler, halen kendilerini izlediğini zanneder ve korkularından harıl harıl çalışmaya devam ederler, ta ki asanın içine giren bir tahta kurusu asayı kemirip Hz. Süleyman’ının bedenini düşürene kadar. Cinler Süleyman Peygamberin vefat ettiğini anladıklarında artık çok geçtir zira mabedin yapımı zaten bitmiştir. Hz. Süleyman’ın vefat ettiği nokta olarak kabul edilen bu yer, hem Müslümanlar hem de Yahudiler tarafından kutsal kabul ediliyor.

    Buraya Süleyman Kayası da denilmesinin sebebi ise şu; M.Ö 586 yılında Babil Kralı Buhtunnasır kutsal kayadan çok etkilenmiş ve bir parçasını koparıp başkentine götürmüş. Babil Devleti’nin yıkılması ile sürgünden kurtulan ve yurtlarına dönen Yahudiler, Kudüs’e gelirken Buhtunnasır’ın götürdüğü kutsal kaya parçasını da getirmişler ve Süleyman Peygamberin vefat ettiği yere koymuşlar. 1187 yılında Kudüs’ü fetheden Selahattin Eyyubi, kadim şehrin her bir köşesinde olduğu gibi buraya da imzasını atmış ve kutsal kaya parçasının üzerine kubbeli bir yapı inşa ettirmiş.

12. Sultan II. Mahmud (Kubbesi) Eyvanı - Peygamber Aşıkları Kubbesi: Melik Faysal Kapısı’nın tam karşısında, Taht-ı Süleyman’ın hemen yanında göreceğiniz eyvan, Şam Valisi Süleyman Paşa tarafından yaptırılmış ancak başta Tel Aviv Mahmudiye Camii olmak üzere Filistin şehirleri ve Şam gibi daha birçok yerde eser inşa ettiren ve kendinden önce yaptırılan yapıları da tamir ettiren Sultan II. Mahmud tarafından restore edildiği için bu adı almış. Dört ayaklı baldaken forma sahip eyvan, Osmanlı mimarisinin en gözde yapılarından olan eyvan yapısının Kudüs’te bulunan tek örneği. Tam da yapılış amacına uygun bir şekilde insanların gölgede namaz kılabilmelerini ve öğretmenlerin yaz aylarında açık alanda Kur’an-ı Kerim dersi verebilmelerini sağlıyor. Peygamber Aşıkları Kubbesi adının verilmesinin sebebi ise sûfi şeyhlerin ve dervişlerin bu kubbenin altında toplanarak zikir yapmaları.

13. Karanlık Kapı (Sultan Süleyman) Sebili: Taht-ı Süleyman ve II. Mahmud Kubbesi’nin hemen yanında göreceğiniz sebil, Mescid-i Aksa avlusunda yer alan en ilginç yapılardan birisi. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1537 yılında yaptırılan sebilin bir tarafında su içilebilin bir çeşme varken, diğer tarafında bir namazgah mihrabı bulunuyor. Kanuni’nin Kudüs’te inşa ettirdiği 9 sebilden birisi ve bu özelliği ile diğer sebillerden ayrılıyor.

14. Gavanime Minaresi: Mescid-i Aksa’nın en işlek kapılarından birisi olan Gavanime Kapısı; Selahaddin Eyyubi döneminde şehre yerleşen, Memlûkler döneminde ise Kudüs’ün en önemli ailelerinden biri haline gelen Gavanime ailesinin oturduğu sokağa açıldığı için bu ailenin adını almış. Gavanime Minaresi de adını bu hemen bitişiğinde bulunan bu kapıdan alıyor. Beytü’ül Makdis yani Mecid-i Aksa arazinin kuzey revakları üzerinde yer alan minare, 1278 yılında El Melik El Mansur Hüsameddin El Ecyed tarafından inşa ettirilmiş ve 1329 yılında Sultan El Nasır Muhammed Bin Kalavun tarafından yenilenmiş. Müslümanlar tarafından Mücahitler Caddesi denilen, Hristiyanlar tarafından Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği tepeye yürütüldüğü Via Dolorosa yani Çile Yolu’nun hemen başında bulunuyor. Selahattin Eyyubi Kudüs’ü fethettikten sonra bu cadde üzerinde yer alan bir kiliseyi Selahiyye Medresesi adında bir medreseye çevirmiş ve başına da en güvendiği insanlardan birisi olan Şeyh Ganim Bin Ali’yi getirmiş. Ailesi ile birlikte medrese yakınına yerleşen, Mescid-i Aksa’nın ilk şeyhlerinden ve imamlarından olan Şeyh Ganim, Mescid-i Aksa’ya bu kapıdan girip çıktığı için minarenin hemen yanında bulunan kapıya Gavanime Kapısı adı verilmiş. Kudüs’ün en güzel, en göz alıcı minaresi olan Gavanime Minaresi, üzerinde bulunan kitabeye göre en son 1923 yılında İslam Vakfı tarafından restore edilmiş. Güncel kayıtlara göre ise 2001 yılında yenileme çalışması yapılmış.

    Mescid-i Aksa’nın en yüksek minaresi olan Gavanime Minaresi dört köşeli bir zeminde yer alıyor ve şerefenin üst kısmı ise sekiz köşeli bir yapıya sahip. Üzerinde yer alan nakışlar ve İslami motifler Gavanime Minaresi’ne eşsiz bir güzellik katıyor. Yüksekliği 38,5 metre ve 120 basamağı var. Minareye ziyaretçilerin ve hatta İslam Vakfı yetkililerinin dahi çıkması yasak çünkü üzerinde İsrail polisine ait güvenlik kameraları bulunuyor. İsrail polisi bu kameralardan 24 saat boyunca Mescid-i Aksa’yı izliyor. Hemen altında Ürdünlü yetkililerin bir ofisi mevcut. Dilerseniz ofisi ziyaret edebilir ve iyi derecede İngilizce bilen yetkililerden hem Gavanime Kapısı hem de Mescid-i Aksa ile alakalı bilgiler alabilirsiniz.

15. Musa Kubbesi: Mescid-i Aksa avlusunun batısında yer alan Musa Namazgâhı’nın ortasında bulunun yapı, Eyyubilerin son hükümdarı olan Melik el-Salih Necmuddin Eyyubi tarafından 1250 yılında, büyük âlimlerin ibadetlerini yapmaları için özel bir mekânın oluşturulması amacıyla inşa edilmiş. Kare şeklinde bir oda ve bu odayı örten bir kubbeden oluşuyor. Yapının üzerine oturtulduğu namazgâha ait bir duvar ile desteklenerek yükseltilmiş başka bir mihrap daha bulunuyor. Bazı tarihçiler, bu kubbenin adını Hz. Musa’ya bazıları ise bu kubbede ikamet etmiş büyük bir sûfi şeyhin adına dayandırıyorlar. Yapının yanındaki hurma ağaçlarından dolayı ‘Ağaç Kubbesi’ de deniliyor.

16. Esbât Kapısı Minaresi (Salâhiye Minaresi): Esbât Kapısı’nın hemen yanında yer alan minare, Memlûk Sultanı Eşref Şaban döneminde Haremeyn Nâzırı ve Kudüs Nâibi olan Emir Seyfeddin Kutluboğa tarafından yaptırılmış. İnşa edildiği dönemde diğer Memlûk minareleri gibi dörtgen bir yapıya sahipmiş ancak 1599 yılında Osmanlılar tarafından yeniden yapılarak Osmanlı tarzı silindir şekline çevrilmiş. Mescid-i Aksa avlusunda yer alan tek silindir şeklindeki minare. 1967 yılında Kudüs’ün İsrail tarafından işgali sırasında top ve mermilerin isabet etmesinden dolayı minarenin büyük kısmını zarar görmüş. Bu sebeple kapsamlı bir yenileme çalışması yapılmış ve külahı kurşunla kaplanmış.

17. Meğâribe Kapısı Minaresi (Fahriye Zaviyesi): Meğaribe (Faslılar) Kapısı’nın hemen yanında göreceğiniz minare, 1278 yılında Kadı Şerefüddin Abdurrahman b. esSâhib tarafından inşa edilmiş. Minarenin temeli yok ve 23,5 metre yükseklikle Mescid-i Aksa’nın en küçük minaresi sayılıyor. Minarenin üst kısmı 1922 yılında meydana gelen Kudüs depreminden sonra zarar görmüş, bunun üzerine Mescid-i Aksa İmar Komitesi tarafından restore edilmiş ve minareye daha öncesinde olmayan yeni bir kubbe eklenmiş. Devam eden yıllarda ise Mescid-i Aksa İmar Komitesi tarafından bir kez daha tamir edilen minarenin kubbesine kurşun kaplama yapılmış.

18. Silsile (Zincirli) Kapısı Minaresi: Zincirli Kapı yanında bulunan minare, 1329 yılında Emir Seyfeddin Tenkez b. Abdullah enNâsırî tarafından inşa ettirilmiş. Kare şeklinde dört köşeli bir platform üzerine kurulan ve kapalı bir balkonu olan minarenin içerisinde ise 80 basamaklı bir merdiven yer alıyor. Minareye Eşrefiye Medresesi tarafından çıkılıyor. 1922 yılında meydana gelen Kudüs depreminden sonra ağır hasar minare, İslam Vakfı tarafından tamir edilmiş. Silsile Kapısı Minaresi, Ağlama Duvarı’na baktığı için İsrail Polisi, dua eden Yahudileri koruma bahanesiyle Müslümanların minareye çıkmalarına ve yaklaşmalarına izin vermiyor.

19. Kayıtbay Sebili: Mescid-i Aksa’nın belki de en güzel ve en estetik Memlûk yapılarından birisi olan Kayıtbay Sebili; 1456 yılında Sultan Seyfeddin İnal tarafından inşa ettirilmiş. Memlûk Sultanı El-Eşref Seyfeddin Kayıtbay tarafından 1428 yılında yenilenmiş ancak ilk halinden bugüne sadece su kuyusu sağlam kalabilmiş. Eşref Kayıtbay, sebile renkli taştan bir yapı eklettirmiş ve zeminini mermer ile döşettirmiş ayrıca kubbesi ve duvarları İslami motiflerle ve nakışlarla süslenmiş. Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid Han tarafından 1882-1883 yılında tekrar restore ettirilmiş. Sebil iki kattan oluşuyor; zemininde bir su kuyusu, üst katında ise suyun depolandığı bir oda bulunuyor. Yapılışında beyaz ve kırmızı taşlar kullanılan sebilin en göz alıcı bölümü ise hiç kuşkusuz muhteşem bir estetiğe sahip olan kubbesi.

20. Narenciye Sebili: Mescid-i Aksa avlusu içerisinde, Kasım Paşa Sebili ile Kayıtbay Sebili’nin bitişiğindeki namazgâhın arasında bulunun sebil; Memlûk Sultanı Eşref Kayıtbay tarafından 1483 yılında, Eşrefiye Medresesi’nin inşası ile birlikte kapsamlı bir şekilde restore ettirilmiş. Depremler sebebiyle birçok kez hasar alan sebil, Mescid-i Aksa İmar Komitesi tarafından yenilenmiş ve abdesthaneye çevrilmiş. İçerisindeki su, hemen yanındaki Kasım Paşa Sebili’nin su deposundan temin ediliyor.

21. Kasım Paşa Sebili: Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 1527 yılında Kudüs komutanı Kasım Paşa tarafından, Silsile Kapısı yanında inşa ettirilmiş. Üzerinde 16 adet musluk bulunun sebile, Mahkeme Kapısı Sebili de deniliyor.

Kubbet-üs Sahra Avlusu İçinde Kalan Yerler;

1. Kubbet-üs Sahra (Dome of the Rock - Kaya Kubbesi): Neredeyse tüm Kudüs fotoğraflarında göreceğiniz, Kudüs denilince akla ilk gelen yer olan bu altın kubbeli yapı, göz kamaştıran muhteşem bir güzelliğe sahip. Bölgenin en dikkat çekici yapısı olduğu için Mescid-i Aksa ile karıştırılır. Arapça olan Sahra kelimesi ‘kaya’ demek, Kubbet ise Kubbe. Yani kelime anlamı olarak Kaya Kubbesi demek. Hemen altında bulunan, Hz. Muhammed’in üzerinden Miraca yükseldiğine inanılan kayanın ise Kutsal Kaya, Mukaddes Kaya, Hacer-i Muallak olarak farklı isimlendirmeleri var. Hacer-i Muallak kelime anlamı olarak Muallak Kayası demek. Böyle söylenmesinin yegane sebebi ise Miraç hadisesinin vuku bulduğu esnada bu kayanın Hz. Muhammed ile birlikte yükselerek cennete girmek istemesi ve peygamberin emri ile Cebrail tarafından durdurulması. İnanışa göre kaya tam yükselecekken Cebrail müdahale etmiş ve kaya zeminden ayrıldıktan sonra öylece kalmış. Yerden yükseldiği ve havada asılı kaldığı için ‘asılı kalan’ anlamına gelen Muallak sıfatı verilmiş. Günümüzde kayanın hemen altında bulunan mağara, bu hadisenin gerçekliğinin bir kanıtı olarak kabul ediliyor.

    Hz. Ömer döneminde Sasaniler Devleti ile yapılan savaşlar sırasında Kudüs 636 yılında ilk kez Müslümanların eline geçmiş ve Hz. Ömer Kudüs'e girdiğinde baş patriğe kendisini Tapınak Tepesine yani yıkık olan Süleyman mabedinin yerine götürmelerini rica etmiş. Harabe bir halde olan tepede, Yahudilikten Müslümanlığa dönüş yapan "Ka'ab al-Ahbar'' adındaki bir kişi, dinsel bilgilerinin yardımıyla Yahudilerin nerede tapındıklarını göstermiş. Hz. Ömer tapınaktan geri kalanları bulmuş ve ilk olarak Beytü’l Makdis’i ve Muallak Kayası’nın bulunduğu Harem-üs Şerif'i yıkıntılardan temizlemiş. Sonra Sahra üzerinde ‘’Sahra Mescidi’’ veya ‘’Ömer Mescidi’’ adı ile anılan, Medine'deki Hz. Peygamber’in mescidine benzer kamıştan namazgah tarzında bir mescit yaptırmış. Hz. Ömer, on bin kişi ile birlikte tapınağın M.S 70 yılında yıkılmasından sonra ilk kez bu yerde ibadet etmiş. Uzun yıllar boyunca Sahra Mescidi olarak anılan mescit, yaşanan depremlerden dolayı yıkılmış ve artık kullanılamaz hale gelmiş. Günümüze kadar gelen Kubbet-üs-Sahra binası Emevi Halifesi, Abdülmelik bin Mervan devrinde 687-691 yılları arasında inşa edilmiş. Sahra Mescidini büyütüp yenileyerek Kubbet-üs-Sahra'yı yaptırmış. Bu mevkiinin hemen yanına da bugün El Aksa Camii denilen Ömer Camisini inşa ettirmeye başlamış ve bu cami Halife I. Velid döneminde tamamlanmış. Birinci Haçlı seferi sonunda 1099'de Kudüs'ü Müslümanlardan aldıktan sonra Frenk Haçlılar tarafından Kubbet-üs Sahra "Augustinler" tarikatı keşişlerine verilmiş. Bu kesişler Kubbet-üs Sahra binasında çeşitli değişiklikler yapıp binayı bir Augustin Tarikatı manastırına ait olan Katolik Kilisesine çevirmişler. Binanın kuzeyine Hristiyan kesişler için hücreler ilave edilmiş. Binanın kubbesine hac yerleştirilmiş ve kubbenin altındaki mağaraya ikonalar konulmuş. Aynı mevkide bulunan Mescid-i Aksa Camii ise Haçlılar Kudüs Krallığı Devlet Sarayına dönüştürülmüş. Bu binanın bir kısmı da Kubbet-üs Sahra ile birlikte Tapınak Şövalyeleri'ne merkez olarak verilmiş. 1187'de Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs'ü fethinden sonra Haçlılar döneminde yapılan değişikliklerin büyük bir kısmı kaldırılmış. Tarih boyunca bölgeye hâkim olan Müslüman hükümdarlar Kubbet-üs Sahra'ya büyük saygı göstermiş, binanın bakımı ve tamiri ile yakından ilgilenmişler. Kubbet-üs Sahra, Eyyubi ve Memlûk Sultanları tarafından çeşitli tarihlerde tamir ettirilmiş. Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı topraklarına katılan Kudüs’te Kanuni Sultan Süleyman, 1538 yılında Kubbet-üs Sahra'yı köklü biçimde tamir ettirmiş. Binanın dış cephesini Kütahya çinileri ile kaplatmış.

    Kubbet-üs Sahra, Osmanlı padişahlarından III. Murat, I. Abdülhamid, II. Mahmud, Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid devirlerinde de tamir edilmiş. II. Abdülhamid, binanın zeminini İran halıları ile döşetmiş ayrıca binanın ortasına büyük bir avize astırmış ve eskiyen çinilerini yeniletmiş. 11 Temmuz 1927 tarihinde Filistin’de meydana gelen depremde önemli ölçüde hasar gören Kubbet’üs Sahra, 1955 yılında Ürdün hükümeti tarafından çok geniş bir restorasyon, revüzyon ve yenileme programına alınmış. Ürdün, diğer Arap ülkeleri ve Türkiye'nin katkıları ile esaslı bir şekilde tamir edilmiş. Bu yenilemede çoğu yağmur suyu girişi dolayısı ile zarar görmüş olan, Kanuni Sultan Süleyman tarafından verilen fonlarda yapılmış olan çini karolar restore edilmiş. Bu programın bir kısmı olarak 1965'te tahtadan yapılmış ve kurşun levha ile kaplanmış olan kubbenin dışı İtalya'da yapılmış olan daha dayanıklı ve su geçirmez alüminyum-bronz levhalarla kaplanmış. Altın görünümüne sahip bu sarı renkli alüminyum levhalar oluşan ısı farkları nedeniyle genleştiği için zamanla deforme olmuş ve ağır oldukları için de tavana baskı uygulamaya başlamış. 1998'de Ürdün Kralı Hüseyin, Kubbet-üs-Sahra'nın kubbesinin bakımı ve tamiri için 8,2 Milyon Dolar bağışlamış ve kubbesindeki alüminyum levhalar sökülerek yerine bugünkü altın kaplama yapılmış.

2. Muallak Taşı ve Mescidi (Hacer-i Muallak – Kutsal Kaya): Yukarıdaki bölümlerde de birçok kez bahsettiğim üzere; Mescid-i Aksa veya Beytü’l Makdis dediğimiz kutsal alanın tam ortasında, Kubbet’üs Sahra denilen altın kubbeli sekizgen yapının altında yer alan bu kaya, tüm semavi dinler için kutsal kabul ediliyor. Müslümanlar için; Hz. Adem’in cennetten bu kayanın üzerine düşmesi, Allah-u Teala’nın yeryüzünü bu kayadan başlayarak yaratması, Hz. İbrahim’in oğlu İsmail (İshak)’i kurban etmek için bu kayanın üzerine getirmesi, Hz. Muhammed’in Miraç hadisesinde cennete bu kayanın üzerinden yükselmesi ve Hz. Ömer’in de bu kayanın üzerine mescit inşa etmesinden dolayı en kutsal yerlerden birisi. Yahudiler için; Hz. Süleyman’ın (Kral Süleyman) ünlü Süleyman Mabedi’ni bu kayanın üzerine inşa etmiş olması ve Hz. Davud’dan teslim aldığı Ahit Sandığı’nı buraya getirerek bu kayanın önüne koyması ve beklenen Mesih’in Zeyindağı’ndan yeryüzüne indikten sonra bu kayanın üzerine oturarak Yeni İsrail Krallığı’nı kurup dünyaya hükmetmeye başlayacakları inancından dolayı kutsal. Öyle ki Yahudilerin şu an en çok istedikleri şey; Kutsal Kaya’nın etrafını kazmak ve bu Ahit Sandığı’na ulaşmak. Onlarca yıldır hep bunun mücadelesini veriyorlar. Yahudiler bu kayaya Kuruluş Kayası da diyorlar zira Yahudi yazmalarında şöyle yazıyor; ‘’Ona Kuruluş Kayası dendi çünkü dünya onun üzerine kuruludur. Ayzeyah Peygamber, ‘Rab öyle dedi, Siyon’da kuruluş için bir kaya koydum’ Gerçek kuruluşun önemli bir taşı’’ Hristiyanlar içinse Hz. İsa’nın çarmıha gerildikten sonra gömüldüğü ve 3 gün sonra dirilerek bu taşın üzerinden cennete yükseldiği, beklenen Mesih’in yeryüzüne indikten sonra bu kayanın üzerine çıkarak Hristiyan dünyasına tebliğde bulanacağı inancından dolayı kutsal.

    Bu kayaya Hacer-i Muallak yani Muallak Kayası denilmesinin sebebi, sadece tek bir köşesi yere değen ve buradan destek alarak duran, aşağıdan bakıldığında sanki havada duruyormuş izlenimi veren bir taş olmasından kaynaklanıyor. Rivayetlere göre; Hz. Peygamber göklere zuhur edeceği zaman bu kaya da havalanmış ve Hz. Muhammed ile birlikte cennete gitmek istemiş ancak Cebrail’in müdahalesi ile durdurulduğu için havada asılı kalmış. Bu hadiseden dolayı özellikle Müslüman Türkler arasında bu kayadan Hacer-i Muallak diye bahsedilir. Muallak Taşı; 18 metre genişliğe ve 1,5 metre yüksekliğe sahip. Tek bir köşesi yere tutunduğu için altında büyük bir boşluk oluşmuş. Hz. Muhammed’in peygamberlere namaz kıldırdığı düşünülen ve Ruhlar Mağarası denilen bu mağaraya 11 basamaklı bir merdivenle iniliyor. Mağarada yer alan mihrap, Kudüs İslamiyet’in ilk kıblesi olduğu için, yeryüzünün ilk mihrabı olma unvanına sahip. Haftanın 4 günü ibadete açık olan bu mescide Cuma günleri sadece kadınlar girebiliyor.

    1099 yılında yaşanan Haçlı seferlerinde Kudüs ele geçirilmiş ve şehirde yaşayan Müslüman halk kadın, çocuk demeden katledilmiş. Mescid-i Aksa’ya giren Haçlı Ordusu, Kubbet’üs Sahra’yı bir kiliseye, altında bulunan Ruhlar Mağarası’nı da bir şapele çevirmişler. Bununla da yetinmemiş, kutsal kayanın üzerini düzleyip mermer kaplayarak bir sunak haline getirmişler. Bu kaya Hristiyanlar için de kutsal olduğundan uyanık Hristiyanlar kutsal kayadan irili ufaklı parçalar kesip satmaya başlamışlar. Sadece satmak için değil, memleketlerine götürmek için de parçalar kesmişler. Bugün hala kutsal kayanın üzerinde bu kesikleri görebilmeniz mümkün. Öyle ki Hz. Süleyman’a ait olan Taht-ı Süleyman içerisinde de kutsal kayadan bir parça bulunuyor. Kayanın üzerinde Hz. Muhammed’e ait olduğu düşünülen ve muhafaza altına alınan bir ayak izi ve 1609 yılında Osmanlı Padişahı 1. Ahmet Han tarafından gönderilen Sakal-ı Şerif bulunuyor.

3. Silsile Kubbesi (Zincir Kubbesi): Kubbet’üs Sahra’nın hemen yanında yer alan ve adeta Kubbet’üs Sahra’nın bir prototipi olan yapı, Emevi Halifesi Abdülmelik b. Mervan tarafından 691 yılında inşa ettirilmiş. Rivayete göre; Abdülmelik b. Mervan, Muallak Kayası’nın üzerine bir kubbe inşa ettirmek için toplanan para, altın ve gümüşlerin muhafaza edileceği bir yer yapılmasını istemiş. Kubbet’üs Sahra’yı yapacak olan mimarlar, ilk önceleri etrafı duvarla çevrili olan bu kubbeyi inşa etmişler ve paralar ile altınlar etrafı çevrili bu kubbenin altında muhafaza edilmiş. Kubbenin mimarisine hayran kalan Abdülmelik b. Mervan, Kubbet’üs Sahra’nın da bu mimaride yapılmasını emretmiş ve en nihayetinde Kubbet’üs Sahra, Silsile Kubbesi’nin büyük hali olarak inşa edilmiş. 1099 yılında Kudüs’ü işgal eden Haçlılar, Silsile Kubbesi’ni bir kiliseye çevirmiş ve Yahudiler tarafından Mescid-i Aksa uçurumundan aşağı atılarak öldürülen, Hz. İsa’nın 12 havarisinden birisi olan Aziz Yakup (St. James)’a ithafen St. James Kilisesi adını vermişler. 1187 yılında Selahaddin Eyyubi tarafından Kudüs şehri yeniden ele geçirildikten sonra ise kubbe eski haline kavuşmuş. Kudüs’ün Osmanlı hakimiyetine girmesi ile birlikte Kanuni Sultan Süleyman kadim şehrin dört bir yanında yenileme çalışmaları yaptırmış. Yine bu yenileme projesi kapsamında 1561 yılında kubbenin mihrabı ve altıgen boyunluğun hem içi hem de dışı çinilerle süslenmiş. Silsile Kubbesi; Mescid-i Aksa İmar Komitesi ile Türk İş birliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) tarafından 2012 yılında kapsamlı bir onarımdan geçirilmiş ve İznik’te imal edilen orijinali ile aynı özellikteki çinilerle kubbeyi içinden ve dışından süsleyen çiniler yenilenmiş.

    144 Dönümlük Mescid-i Aksa içinde bulunan 200 İslami eser içindeki en eski yapı olan Silsile Kubbesi’nin diğer adı Zincir Kubbesi veya Zincirli Kubbe. Rivayete göre Hz. Davud döneminde aynı yerde başka bir kubbe varmış ve bu kubbenin altında mahkeme görülüyormuş. Kubbeden aşağı bir zincir sarkıtılıyormuş ve birbirinden şikayetçi olanlar, zincire dokunarak yemin ediyorlarmış. Kim haklıysa zincir ona doğru hareket ediyormuş ve böylece mahkeme karara bağlanıyormuş. Silsile Kubbesi günümüzde yazlık mescit ve Kur’an-ı Kerim okutulan bir derslik olarak hizmet veriyor.

4. Miraç Kubbesi: İlk olarak Emeviler Dönemi’nde, 699 yılında inşa edildiği düşünülen Miraç Kubbesi, Hz. Muhammed’in göğe yükseldiğine inanılan noktaya inşaya edilmiş. Kubbet’üs Sahra Avlusu, komple Kutsal Kaya’nın üzerini kaplıyor ve Kubbet’üs Sahra ise kayanın sadece bir parçasının üzerinde duruyor. Yani Hz. Peygamber’in Muallak Kayası’nın üzerinde, tam olarak bu noktadan Allah katına yükseldiğine inanılıyor. Üzerinde bulunan kitabeye göre Eyyubiler Dönemi’nde, 1200 yılında Kudüs Valisi Osman bin Ali ez-Zencebilî tarafından restore edilen kubbenin üzerinde taca benzeyen bir süsleme ve güney cephesinde ise 1781 yılında Muhammed Hakkı isimli birisi tarafından tamir edilen bir mihrap yer alıyor.

5. Nebi (Peygamber) Mihrabı: Kubbet’üs Sahra ile Miraç Kubbesi arasında kalan bu küçük kubbeli yapı, Miraç Gecesi Hz. Muhammed’in Allah katına yükselmeden hemen önce, kendinden önce gelen tüm peygamberlere ve meleklere namaz kıldırdığına inanılan yere yaptırılmış. Memlûkler Dönemi’nin sonuna kadar Muallak Kayası üzerinde, zeminde sadece bir mihrap izinden ibaretken devam eden yıllarda önce etrafına sütunlar, daha sonra da üzerine kubbe inşa edilmiş. Erken dönem İslam gezginlerinden olan Vasîtî, 9. yüzyılda Kudüs’e yaptığı ziyarette bu noktanın Hz. Peygamber’in namaz kıldırdığı yer olduğuna inanıldığını yazmış. Aynı şekilde Evliya Çelebi de Seyahatname’sinde bu mihraptan bahsetmiş. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kudüs ve Gazze valisi olan Muhammed Mehmed Bey tarafından, 1539 yılında boyu yaklaşık 70 cm olan bir yarım duvarla çevrilmiş. Sultan II. Abdülmecid döneminde ise mihrabın üzerine bir kubbe yaptırılmış ve bugünkü görünümüne kavuşmuş.

6. Şeyh Muhammed Zaviyesi: Miraç Kubbesi’nin hemen yanında göreceğiniz, kesme taşlardan yapılan, dikdörtgen forma sahip kubbeli yapı; üzerinde bulunan kitabeye göre adı el-Hadi el-Emin Kubbesi olan ve 1700’lü yıllarda Kudüs Valisi Muhammed Bey tarafından yaptırılan küçük bir tekke. Bugün Mescid-i Aksa İmar Komitesi’nin çalışma ofisi olarak hizmet veren yapının tam altında, Kubbet’üs Sahra’da olduğu gibi bir mağara bulunuyor. Zaviye olduğu dönemde inziva ve itikaf odası olarak kullanılan bu mağaranın içerisinde ise tarihi bir mihrap yer alıyor. Bu kubbe, Muhammed el-Halîlî isimli İslam âlimine nispetle ‘’Şeyh el-Halîlî Kubbesi’’ olarak da adlandırılıyor. Sûfi bir âlim olan Muhammed el-Halîlî’nin burada namaz kıldığı ve ibadet ettiği biliniyor.

7. Hızır Kubbesi: Şeyh Muhammed Zaviyesi’nin hemen yanında, 6 sütunlu kemerin bitişiğinde göreceğiniz bu küçük kubbe 16. yüzyılda inşa edilmiş. Kubbenin bulunduğu yerin, Kehf Suresi’nin 65-82. ayetlerinde anlatılan, Hz. Musa ile Hz. Hızır’a ait kıssanın geçtiği, namaz ve zikir için konakladıkları yer olduğuna inanılıyor. Kubbenin altında, mihrap şeklinde kıbleyi gösteren kırmızı taşlar bulunuyor.  

8. Ruhlar Kubbesi (Osmanlılar Dönemi): Ruhlar Mağarası’na yakın olması sebebiyle bu adı alan kubbenin 16. yüzyılda inşa edildiği düşünülüyor. Birbirine kemerle bağlanmış sekiz ince mermer sütunun üzerinde duran küçük bir kubbeden ibaret. Yaz aylarında namazgah olarak kullanılıyor, insanlar bu kubbenin altında güneşten korunuyorlar.

9. Burhaneddin Minberi: Kubbet’üs Sahra avlusunun güney tarafında, El Aksa Camii’ne giden güney kemerlerinin bitişiğinde yer alan bu yazlık minber, Başkadı Burhaneddin Cemâa tarafından 1309 yılında inşa ettirilmiş. Daha önce ahşaptan yapılmış ve tekerlekli olduğu için hareketli bir minbermiş ancak daha sonra mermer ve taştan yapılan sabit bir minbere dönüştürülmüş. Hemen yanında bulunan kemerlere “Mîzanlar” denildiği için “Mîzân Kubbesi” olarak da isimlendiriliyor. Mescid-i Aksa alanı üzerinde açık alanda bulunan tek minber olma özelliği taşıyan Burhaneddin Minberi, günümüzde kullanılmıyor.

10. Yusuf Ağa Mihrabı: Burhaneddin Minberi’nin hemen yanında göreceğiniz küçük kubbe 1681 yılında Osmanlı Sultanı IV. Mustafa döneminde, Topkapı Sarayı’nda harem ağası olan Yusuf Ağa tarafından yaptırılmış. Burhaneddin Minberi’nin yazlık minber olarak kullanıldığı dönemde bu kubbe de minber olarak kullanılmış ve hemen önündeki boşlukta cemaat saf tutmuş.

11. Nahivciler (Nahiv) Medresesi ve Kubbesi: Yusuf Ağa Mihrabı (Yusuf Ağa Kubbesi)’nın hemen yanında, kemerlere bitişik vaziyette duran Nahiv Kubbesi; Selahaddin Eyyubi’nin küçük kardeşi olan ve 1218-1227 arası dönemde dördüncü Eyyubiler Suriye Sultanı olarak hüküm süren Melik Muazzam İsa tarafından 1207 yılında inşa ettirilmiş. Arap dilini öğretmek ve özellikle Nahiv adı verilen Arapça Dilbilgisi eğitimi için tahsis edilen ve Nahivciler Medresesi olarak adlandırılan binaya yine Melik Muazzam İsa tarafından 1213 yılında bir kubbe ilave edilmiş ve bu kubbeye de “Nahivciler Kubbesi” adı verilmiş. Kudüs’te kültürel ve entelektüel hayatta önemli bir rolü olan ve özellikle Arap dili ve grameri konusundaki bu rolünü 17. yüzyıla kadar devam ettiren medrese, sonraki yıllarda ‘’Yüksek İslami Meclis Bürosu” olarak kullanılmış. Günümüzde ise Yüksek Şer’i Mahkeme Başkanı’nın merkez binası olarak hizmet veriyor.

12. Ahmed Paşa Medresesi: Altın Kapı Mescidi’nin hemen önünde, Kubbet’üs Sahra avlusu üzerinde göreceğiniz bu küçük medrese, III. Murad ve III. Mehmed dönemlerinde Gazze Sancakbeyliği yapan Ahmed Paşa tarafından yaptırılmış. Mescid-i Aksa avlusu içerisinde halvethane ve namazgah da yaptıran Ahmed Paşa, Osmanlı döneminde en fazla eser veren yöneticilerden birisi. Tek kubbeli, kesme taştan örülen Ahmed Paşa Medresesi’nde üstün zekalı öğrenciler eğitim görmüş.  

Mescid-i Aksa Etrafında Yer Alan Medreseler;

1. Devadar Medresesi (Mescid-i Aksa Kuzey Revakı Üzerinde): Şerefü’l Enbiya Kapısı diye adlandırılan kapının yanında yer alan bina, hem medrese hem de hangâh yani dervişlere ve ulema öğrencilerine yemek verilen ve misafir edilen yer olarak hizmet vermiş. 1295 yılında Emir Alemüddin Ebu Musa Sancar Devadar tarafından inşa edilen medrese daha sonra İngiliz Manda Yönetimi dönemine kadar kız öğrencilerin eğitimine tahsis edilmiş. İki kattan oluşan binaya Memlûk tarzı süslemelerin kullanıldığı güzel bir kapıdan geçilerek giriliyor. İçerisinde bir mescit bulunun medrese, günümüzde ‘Bekiriye Okulu’ olarak bilinen, zihinsel engelli öğrencilere özel eğitim veren bir okul olarak hizmet veriyor. 

2. Bâsitiyye Medresesi (Mescid-i Aksa Kuzey Revakı Üzerinde): Mescid-i Aksa’nın kuzey revakları üzerinde, Şerefü’l Enbiya Kapısı ile Hıtta Kapısı arasında yer alan bir Memlûk eseri olan medrese, 1412-1421 yılları arasında Melik el-Müeyyed Seyfeddin el-Memlûkî döneminde Ordu ve Hazine Veziri Kâdı Abdulbâsit Halil el-Dimeşkî tarafından inşa ettirilmiş. Üç odadan ve üstü açık bir avludan oluşan medrese özellikle Şafi-i mezhebi fıkhı, Kuran ve Hadis ilimleri öğretilen sufilere tahsis edilmiş. Günümüzde ise konut olarak kullanılıyor. 

3. Fârisiye Medresesi (Mescid-i Aksa Kuzey Revakı Üzerinde): Bir Memlûk eseri olan medrese, 1352 yılında Emir Fâris el-Bekkî b. Emir Kutlu Melik b. Abdullah tarafından yaptırılmış. Mescid-i Aksa’nın kuzey revaklarının üstünde, Hızır Kubbesi’nin tam karşısında yer alıyor. Taçlı ve nakışlı, oldukça hoş bir giriş kapısı bulunan binaya Mescid-i Aksa’nın avlusundan merdiven vasıtasıyla ulaşılıyor. Medresenin içinde kare şeklinde açık bir avlu ve bu avluda da hemen yan tarafta yer alan Eminiyye Medresesi’ne çıkılan bir merdiven bulunuyor. Eminiyye Medresesi ile Farisiye Medresesi iç içe geçmiş yapılar ve her ikisi de günümüzde özel konut olarak kullanılıyor.  

4. Eminiyye Medresesi (Mescid-i Aksa Kuzey Revakı Üzerinde): Memlûkler döneminde, 1330 yılında Eminüddin Abdullah tarafından inşa ettirilen medresenin giriş katında âlimlerin ve salihlerin mezarları bulunuyor. Medrese binasının giriş kapısı, Farisiye Medresesi ile ortak olarak kullanılıyor. Yakın zamana kadar konut olarak kullanılan medrese günümüzde boşaltılmış durumda.

5. Melikiyye Medresesi: İsardiyye ve Farisiyye Medreselerinin arasında yer alan bina, halen orijinal Memlûk mimarisini koruyan medreselerden birisi. Hacı el-Melik Çukandar tarafından 1340 yılında inşa ettirilen Melikiyye Medresesi; soğan kubbesi, kemerli ve sütunlu gövdesi ayrıca Memlûklere has renkli taşlar ile bezenmiş gül penceresi ile Aksa Avlusu içerisinde yer alan en estetik görünüme sahip medrese denilebilir. Melikiyye Medresesi’nin Aksa’ya bakan yüzünde, kitabenin iki yanına koyulmuş armalar mevcut. Bu armalar; Orta Asya kökenli, Türklere ait bir spor olan Çevgan oyununun oynandığı sopaları ve bu oyunu çok iyi oynadığı iyi Çukandar lakabı takılan Hacı el-Melik Çukandar’ı temsil ediyor.

6. Câviliye (Ömeriyye) Medresesi (Mescid-i Aksa Kuzey Revakı Üzerinde): Burası, Hz. İsa’nın ölüm emrini veren Roma Valisi Pontus Pilatus’a ait vali konağının bulunduğu yer. İlk hali İslam öncesi döneme uzandığı için şehrin en eski binalarından birisi olarak kabul ediliyor. Binayı yenileme çalışmaları, 1312-1320 yılları arasında Melik Nâsır Muhammed b. Kalavun döneminde Haremeyni-Şerifeyn Nâzırı Emir Alemüddin Sancar b. Abdullah el-Câvilî tarafından yaptırılmış. Osmanlılar dönemine kadar medrese olarak kullanılan yapı, Osmanlılar döneminde şehir meclisi binası olarak hizmet vermiş. İki kattan oluşuyor ve odalar açık bir avluya bakıyor. Günümüzde Ömeriyye Medresesi olarak da biliniyor.

7. Esardiye - İsardiyye Medresesi (Mescid-i Aksa Kuzey Revakı Üzerinde): Memlûkler döneminde, 1358 yılında inşa edilen medreseye, Mescid-i Aksa avlusundan, basamaklı bir yoldan giriliyor. İki kattan oluşan medresenin ortasında odalarla çevrilmiş bir avlu, üstünde ise üç adet kubbe ve Mescid-i Aksa avlusuna bakan bir mescit bulunuyor. Günümüzde medrese binası konut olarak kullanılıyor.  

8. Tenkiziyye Medresesi (Mescid-i Aksa Batı Revakı Üzerinde): Burak (Faslılar – Meğaribe) yanında göreceğiniz medrese Memlûkler döneminde, 1328’de Emir Seyfeddin Tenkiz tarafından inşa edilmiş. Hadis ilminde ihtisaslaşmış, Memlûkler döneminde Sultan Kayıtbay’ın karargâhı olmuş ve daha sonra ise mahkemeye dönüştürülmüş. Osmanlılar döneminde şer’i mahkeme olarak kullanılmış ve o zamandan beri de ‘Mahkeme’ adıyla biliniyor. İngiliz Manda Yönetimi döneminde Kudüs müftüsü ve İslam Meclisi Yüksek Komitesi Başkanı Şeyh Hacı Emin el-Hüseyni’nin özel konutu olmuş. Ardından da İslam Fıkıh Medresesi olarak kullanılmış. İki kattan oluşan medresenin açık bir alanı, mihrabı, dört adet eyvanı ve kütüphane olarak kullanılmış olan büyük bir salonu ile diğer müştemilat odaları bulunuyor. 1969 yılında İsrail askerleri medreseye el koyarak Mescid-i Aksa’yı kontrol edebilmek için burayı polis merkezine çevirmişler. Günümüzde halen İsrail polisi tarafından karakol binası olarak kullanılıyor.

9. Eşrefiye Medresesi (Mescid-i Aksa Batı Revakı Üzerinde): Memlûkler döneminde, 1467 yılında Melik Zâhir el-Haşgûm’un emîri Hasan b. Tatar el-Zahiri tarafından inşa ettirilmiş ve Zahiri tarafından Sultan Eşref Kayıtbay’a hediye edilmiş. Sultan Eşref Kayıtbay 1475 yılında Kudüs’e yapmış olduğu ziyaret esnasında binayı görmüş ancak beğenmeyip yıkılmasını emretmiş ve 1480 yılında medrese tekrar inşa edilmiş. Mescid-i Aksa Camii ve Kubbetü’s Sahra’dan sonra en kıymetli üçüncü yapı olarak kabul ediliyor. Medresenin bir yarısı Mescid-i Aksa’nın içinde, diğer yarısı ise Mescid-i Aksa’nın sınırlarının dışında yer kalıyor. Beyaz ve kırmızı taşlarla süslenmiş güzel bir girişe sahip olan kilisenin içerisinde eskiden Hanbelîler tarafından kullanmış bir mescit ile iki kabir bulunuyor. Günümüzde medresenin büyük bir kısmı ‘Aksa Şer’i Kız Lisesi’ olarak hizmet veriyor. Bazı bölümleri, el yazması belgelerin onarım merkezi olarak ve kalan bölümleri ise Kudüslü aileler tarafından konut olarak kullanılıyor.

10. Hatuniye Medresesi (Mescid-i Aksa Batı Revakı Üzerinde): Mescid-i Aksa’nın batı revaklarında yer alan medrese 13. yüzyılda inşa edilmiş ve Bağdatlı Oğul Hatun Hanım tarafından vakfedilmiş. Kuran ilimleri ve fıkıh dersleri için tahsis edilen medresenin avlusunda, medreseyi vakfeden Bağdatlı Oğul Hatun Hanım’ın mezarı ve yanında da Filistin davasını savunan bir Hindistanlı olan Emir Muhammed el-Hindi’nin, Osmanlı döneminde Kudüs valisi ve 3. Filistin Ulusal Konseyi Başkanı olan Musa Kazım el-Hüseyni’nin, Filistin direnişinin sembol isimlerinden birisi olan Faysal el-Hüseyni ve Arap Bank’ın kurucularından Abdulhamid Şûmân’ın mezarları bulunuyor.  

11. Aragon Medresesi (Mescid-i Aksa Batı Revakı Üzerinde): Yine bir Memlûk eseri olan medresenin inşasına 1356 yılında Emir Aragon el-Kâmilî tarafından başlanmış ve Rükneddin Baybars tarafından tamamlanmış. Kattânîn (Pamukçular) Kapısı ile Hadîd Kapısı arasında yer alan medrese iki kattan oluşuyor ve Hadîd Kapısı’nın güneyinde kırmızı ve beyaz taşlarla süslenmiş bir girişe sahip. Medresenin giriş katının içerisinde; medreseyi inşa ettiren Emir Aragon’un ve Kral Hüseyin b. Ali’nin mezarları bulunuyor. Medrese günümüzde konut olarak kullanılıyor ancak İsrailliler tarafından Mescid-i Aksa’nın altında yapılan kazılar sonucunda medresenin duvarları zarar görmüş ve medresenin sakinleri binadan tahliye edilmiş.

12. Mencekiye Medresesi (Mescid-i Aksa Batı Revakı Üzerinde): Memlûkler dönemine ait olan medrese, Emir Seyfeddin Mencek el-Yusufî el-Nâsırî tarafından kurulmuş. İki kattan oluşan medresenin çok sayıda odası ve geniş bir koridoru bulunuyor. Osmanlılar dönemine kadar medrese olarak kullanılan bina, Osmanlılar zamanında 20. yüzyıl başlarında önce konuta sonra da Kudüs ziyaretçileri için misafirhaneye çevrilmiş. İngiliz Manda Yönetimi zamanında ise ilkokul olarak kullanılmış. İslam Meclisi Yüksek Komitesi kurulduğunda ilk olarak bu binanın restorasyonunu yapmış ve idare merkezi olarak kullanılmış. Günümüzde Ürdün Din İşleri ve Evkaf Bakanlığına bağlı İslami Vakıflar Müdürlüğü’nün idari binası olarak kullanılıyor.  

13. Osmanlı Medresesi (Mescid-i Aksa Batı Revakı Üzerinde): Mescid-i Aksa’nın batı revakları üzerinde yer alan Mathara Kapısı’nın güney tarafında yer alan bina, Eşrefiye Medresesiyle birleşik bir konuma sahip. Osmanlı kızı İsfahan Şah Hatun tarafından yaptırılmış. Memlûk tarzında iki kattan oluşan binanın girişi iç içe geçmiş kırmızı ve beyaz taşlar kullanılarak yapılmış ve geometrik motiflerle süslenmiş. Mescid-i Aksa avlusuna bakan binanın içinde birkaç oda, bir mescit ve girişin sol tarafında da iki mezar bulunuyor. Mezarların biri medreseyi vakfeden İsfahan Şah Hâtun’un mezarı. İsrail yönetimi tarafından binanın altında yapılan kazılar sonucu binanın temelleri etkilenmiş ayrıca İsrail polisi tünellerin havalandırmasını sağlamak için medresesinin mescidine el koymuş. Medreseden kalan diğer bölümler günümüzde bazı Kudüslü aileler tarafından konut olarak kullanılıyor.

14. Hıtaniye Medresesi: Selahaddin Eyyubi döneminde, 1191 yılında inşa edilen medrese, adını ise medresede dini ilimler dersleri veren Şeyh Hıtaniye’den alıyor. Kıble Camii’nin güney duvarına bitişik bir konumda yer alan medrese, farklı dönemlerde çeşitli onarımlardan geçmiş ve son olarak ise odalar ve tuvaletler eklenmiş. Günümüzde orijinal halinden sadece birkaç adet kemer ve pencere kalmış. 

15. Fahriye Medresesi: Kıble Camii’nin hemen yanında, Fahriye Minaresi’nin altında yer alan, Kadı Fahreddin Muhammed b. Fadlullah tarafından 1330 yılında inşa ettirilen medrese, dini ilimlerin okutulduğu bir medrese olmak üzere vakfedilmiş ancak daha sonra sûfî zaviyesine dönüştürülmüş. İsrail askerleri tarafından birçok kez saldırıya uğrayan binanın büyük bir kısmı yıkılmış ve geriye sadece bir mescit ve üç oda kalmış. Fahriye Medresesinin mescidi, kırmızı taşlarla süslenmiş bir mihraba sahip.

Mescid-i Aksa Avlusu Dışında Yer Alan Noktalar;

1. Khan Abukhadija: Burası Kudüs eski şehrinde bulunan onlarca handan sadece bir tanesi ama en kıymetlisi. Mescid-i Aksa haricinde Kudüs’te yer alan ve Müslüman Türkler tarafından mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerden birisi. Bu hanın sahibinin adı Emad ve kendisi tam bir Türkiye aşığı. Sahibi olduğu han ise hem maddi hem de manevi anlamda paha biçilemez bir değere sahip.    

  

    Kısa bir zaman öncesine kadar bu han harabe durumda ve neredeyse yarısından fazlası toprak altındaymış. Türkiye’de okuyan Filistinli inşaat mühendisleri hanı restore etmek istemişler ve ilk olarak toprak altında kalan kısmı kurtarmışlar. Restore etmek için yapılan kazılarda, hanın tam altından birtakım tünellerin geçtiği fark edilmiş ve kazdıkça bu tünellere yenileri eklenmiş. En nihayetinde hanın altında tam 7 adet tünel ve bu tünellerin kesiştikleri yer tespit edilmiş. Buraya kadar her şey normal çünkü Kudüs’ün altında tünellerin olduğu zaten herkesçe biliniyor ancak bu hanı ve bu tünelleri diğerlerinden farklı kılan şey; hem Mescid-i  Aksa’ya hem de Ağlama Duvarı’na çok yakın bir konumda olması. Aslına bakarsanız Ağlama Duvarı’nın dibinde de tüneller var ama o tüneller İsrailli yetkililerin kontrolü altında ve üzerlerinde yeterince çalışma yapıldı. Bu tüneller ise özel bir mülk olan Khan Abukhadija isimli restoranın altında. Özel mülk olduğu için İsrailliler gelip kafalarına göre kazı yapamıyor, usulüne uygun olması için restoranı satın almak istiyorlar ama ne mümkün! Dükkanını satması için Emad’a ilk başlarda 24 milyon Dolar, daha sonra 30 milyon Dolar ve son olarak da açık çek verilmiş ancak Emad, dünyanın bütün servetini getirseniz yine de satmam demiş. İsrail bu hanı mutlaka almak istiyor zira bu tünellerin Mescid’-i Aksa’nın altında kadar uzanıyor olma ihtimali çok yüksek. Onlarca yıldır Hz. Davud’un Ahit Sandığı’na ve Süleyman Mabedi’nin kalıntılarına ulaşabilmek için Ağlama Duvarı önünde yapılan kazılar da dahil olmak üzere birçok yerde kazı çalışması yapan İsrail, Khan Abukhadija’nın altında bulunan tünellerden çok umutlu. Bu yüzden bir şekilde buranın sahibi olmak istiyorlar ancak Emad gerekirse aç kalır ölürüm yine de satmam diyor. İsrail medyası da sürekli olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Khan Abukhadija isimli restorana verdiği desteklerden dolayı; ‘’Türkiye’den gelen aşırı İslamcılar ve Hamasla bağlantısı olan Filistinli Araplar bu restoranda örgütleniyorlar’’ diyerek kara propaganda yapıyor.

    Filistinli mühendisler tarafından gün yüzüne çıkarılan han, daha sonra TİKA’nın da desteği ile baştan aşağı restore edilerek bir restorana çevrilmiş. Ziyaretçilerin büyük çoğunluğu Kudüs’e gelen Türk vatandaşları ve diğerleri de Filistinli Müslümanlar. Konum olarak Ağlama Duvarı’nın karşı hizasına düşen Sha'ar ha-Shalshelet (As Silsileh Street) isimli sokakta yer alıyor. Her gelen Türk ziyaretçi ya bir hediye ya da bir not bıraktığı için kapıdan girildiği anda sanki Türkiye’de bir restorana girilmiş hissi oluşuyor. Mekanın her bir duvarında Türk Bayrağı, Osmanlı Padişahı Sultan II. Abdülhamid Han ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafları bulunuyor. Türkiye’den giden gruplar, mutlaka buraya uğrayıp bir çay içiyor veya hep birlikte yemek yiyorlar. Ramazan aylarında toplu iftar organizasyonları oluyor. Dilerseniz siz de yöresel Filistin yemeklerinin tadına bakabilir, çay veya Türk kahvesi içebilirsiniz.

2. Babür Rahme Mezarlığı: Aslanlı Kapı’nın solunda, Mescid-i Aksa’nın doğu duvarlarının ve ünlü Altın Kapı (Golden Gate)’ın hemen altında yer alan Babür Rahme Mezarlığı ve Aslanlı Kapı’nın sağında yer alan Yusufiye Mezarlığı, M.S 637 yılından beri Müslümanların defnedildiği bir Müslüman Mezarlığı. Babür Rahme Mezarlığı, adını Müslümanlarca Rahmet ve Tevbe Kapısı olarak bilinen Altın Kapı’dan alıyor. Burası Kudüs’ün ilk Müslüman mezarlığı çünkü Hz. Ömer’in Kudüs fethinde şehre bu cepheden girilmiş, şehit olan Müslüman askerler öldükleri yere yani buraya defnedilmişler. Aynı şekilde Kudüs’ün ikinci kez Müslümanların kontrolü altına girdiği Selahattin Eyyubi fethinde de şehre bu cepheden girilmiş ve sonrasında da şehit olan askerler yine buraya defnedilmişler. Mezarlığın Hz. Ömer döneminde oluşmaya başlamasının en büyük ispatı; Ubade bin Samit ve Şeddat bin Evs isimli iki sahabenin bu mezarlıkta meftun olması. Hz. Ömer döneminden itibaren bu mezarlığa Emeviler, Abbasiler, İhşitliler, Selçuklular, Eyyubiler, Memlûkler ve Osmanlılara mensup Müslümanlar defnedilmiş. Aslanlı Kapı’nın hemen bitişiğinde göreceğiniz giriş kapısından geçtikten sonra az ileride sağ tarafta Şeddad bin Evs ve hemen ardından Ubade bin Samit isimli sahabelerin kabirlerini göreceksiniz. Mezarlığın girişinde, metal tentenin altında bulunan kesme taştan örülü harabe yapı, Osmanlı döneminden kalma bir karakol binası. Tıpkı İstanbul’da bulunan Cibali Kapısı ve Karakolu gibi şehre girilen kapının yanına karakol inşa etme geleneği burada da görülüyor. Kudüs’te vefat eden her Osmanlı devlet görevlisi, bu karakolun bahçesine defnedilmiş. Diğer tarafta bulunan Yusufiye Mezarlığı da aynı şekilde bir Müslüman Mezarlığı ve daha çok Mısırlılar meftun. İsrail uzun yıllardır yürürlüğe sokmaya çalıştığı yeni bir yönetmelik ile bu Müslüman mezarlıklarının bir bölümüne defin yapmayı yasakladı. Bu sebeple Filistinler tarafından yapılan protestolar sonucunda birçok Filistinli gözaltına alındı.

3. Aslanlı Kapı Çeşmesi: Aslanlı Kapı’dan eski şehir bölümüne girdikten sonra hemen sağınızda bir çeşme göreceksiniz. Bu çeşme Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış. Üzerinde yer alan kitabe zamanla tahrip olup kullanılamaz hale geldiği için yerine yeni bir kitabe asılmış. Bu sebil, Kanuni Sultan Süleyman’ın şehrin diğer kısımlarında yaptırdığı çeşmeler gibi gösterişli bir çeşme değil zira Aslanlı Kapı Çeşmesi kısa bir süre içerisinde, halka bir an evvel su getirme endişe ile yapılmış. Her ne kadar kitabesi ve yalağı günümüze ulaşmayı başaramamış olsa da diğer kısımları halen orijinalliğini koruyor.

4. Bakire Meryem’in Doğduğu Yer (Birth Place Virgin Mary): Aslanlı Kapı Çeşmesi’nin hemen yanında göreceğiniz kemerli bir kapının üzerinde Birth Place Virgin Mary yazıyor yani Bakire Meryem’in Doğduğu Yer. Burası Hz. Meryem’in doğduğuna inanılan mağaranın üzerine 1907 yılında yapılan bir Rum Ortodoks Kilisesi. Kapıdan girdikten sonra sağa dönerseniz kiliseye, direkt merdivenlerden aşağı inerseniz de Hz. Meryem’in doğduğuna inanılan mağaraya ulaşırsınız.

    Aynı kompleksin içerisinde; 1099 yılında Kudüs’ü ele geçiren Haçlılar tarafından, Hz. Meryem’in burada doğduğu inancına binaen Hz. Meryem’in annesi St. Anna’ya ithafen inşa edilen Church of St. Anna adında bir bazilika ve bu bazilikanın içinde yer alan Bethesda bölümünde ise ilk çağdan kalan havuzlar bulunuyor. Bethesda kelimesi İbranice Beit Hisda’dan geliyor ve Merhamet Evi demek. Burada bulunan havuzlara da Bethesda deniliyor. İncil’de de bu havuzlardan şifa kaynağı olarak bahsediliyor zira bu havuzların üzerinde uçan bir meleğin suyu kutsadığına inanılıyor. 

5. Selahiye Medresesi: St. Anna Kompleksi içerisinde yer alan ve 1100 yılı civarlarında inşa edilen bir Haçlı Bazilikası olan bu yapı, 1187 yılında Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethi ile birlikte İslami Hukuk Fakültesi’ne çevrilmiş ve adı da Selahiye Medresesi olarak değiştirilmiş. Selahaddin Eyyubi, kiliseyi medreseye çevirdikten sonra Ganim Ailesi’nin lideri olan Şeyh Ganim bin Ali’yi Kudüs’e getirterek bu medresenin başına geçirmiş. Eyyubiler’den sonra Memlûkler ve daha sonra da Osmanlılar zamanında medrese olarak hizmet vermeye devam etmiş. Müslümanlara ait bir medrese binası olmasına rağmen her daim hemen altında bulunan, Hristiyanların Hz. Meryem’in doğduğuna inandıkları mağaraya girmelerine izin verilmiş. 1840’lı yıllardan itibaren Ortodoksların hamisi olan Rusya, Kudüs’ü bir Ortodoks şehri yapmak istemiş ancak Katoliklerin hamisi olan Fransa bu durumdan oldukça rahatsız olmuş. Kudüs’ü elinde tutan Osmanlı ise hem Kudüs’ü ele geçirme hem de Osmanlı’yı yıkma çabası içerisinde olan bu iki büyük devleti birbirine düşürmek ve Fransa’yı yanlarına çekmek için Selahiye Medresesi’ni 1856 yılında Fransızlara hediye etmiş ve burayı bir Katolik Kilisesi’ne dönüştürmelerine izin vermiş. Bu sayede İngiltere, Fransa ve Avusturya’yı yanına çekmeyi başaran Osmanlı, Rusya’nın Kırım Savaşı’nı kaybetmesini sağlamış. Fransız mimarlar tarafından yapılan restorasyon çalışmasında Osmanlı’nın medreseyi verme şartı olan Selahaddin Eyyubi’ye ait kitabeye dokunulmamış. Aynı çalışmalar esnasında mimarlar ve arkeologlar, Bethesda denilen ve tarihi geçmişi M.Ö 9. yüzyıla kadar uzanan havuzlara ve eski Bizans Bazilikası’nın kalıntılarına ulaşmışlar.

6. Hürrem Sultan Hamamı: Hristiyanların hac yolu olan Via Dolorosa Caddesi üzerinde, III numaralı hac durağı tabelasının olduğu bina, Kudüs’e en fazla hayır yapan Osmanlı kadını Hürrem Sultan tarafından yaptırılan hamam binası. 1856 yılında Serope Tavitian isimli bir Ermeni, Kudüs’e kendinden bir iz bırakmak istemiş ve dönemin en zengin Katolik Ermenilerinden olan Andon’un sağladığı fon ile kilise yaptırabileceği bir yer arayışına girmiş. Artık zayıflamaya başlayan Osmanlı, sahip olduğu mülkler ile ilgilenemez hale gelmiş ve birçoğunu satışa çıkarmış. Bu dönemde atıl durumda kalan Hürrem Hamamı, Serope Tavitian tarafından satın alınarak kiliseye dönüştürülmüş. Serope Tavitian, hac yolu üzerinde olmasını da fırsat bilerek, Hristiyanlığın en kutsal yazıtları olan Yeni Ahit’te dahi geçmemesine rağmen ‘Hz. İsa’nın Çile Yolu’nda yürürken düştüğü yer’ uydurması yaparak bu kiliseyi III. hac durağı ilan etmiş ve kilise Latin Patriği tarafından da kutsanarak hac durağı resmen kabul edilmiş. 2014 yılında yapılan kazılarda, kilisenin altında Bizans dönemine tarihlenen yapı kalıntılarına ulaşılmış. Bugün kilisenin içerisinde Hürrem Sultan Hamamı’na ait kubbeleri, süslemeleri, soğukluk bölümünü ve suyun ısıtıldığı külhan bölümünü görebilmek mümkün.

7. Haseki Hürrem Külliyesi (Tekke-yi Haseki Sultan): Nazır Kapısı Caddesi üzerinde yer alan bu külliye, Kudüs’ün kesinlikle ziyaret edilmesi gereken noktalarından birisi. Memlûkler Dönemi’nden sonra bir nebze de olsa önemini kaybeden ve ihmal edilen Kudüs’e Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde birçok alanda yatırım yapılmış. Kanuni’den sonra Kudüs’e en fazla yatırım yapan ikinci isim olan Hürrem Sultan tarafından yaptırılan; içerisinde tekke, medrese, mescit ve imaret bulunan Haseki Hürrem Külliyesi’nin tam yapılış tarihi bilinmiyor ancak vakıf kayıtlarına göre 1540’lı yıllar olduğu tahmin ediliyor. Uzun yıllar boyunca öksüz ve yetimlerin okutulduğu, fakirlerin doyurulduğu, hacıların ve tüccarların ağırlandığı külliye yapısının içerisinde bugün hala ocakları, kazanları, bacaları, avluları, şadırvanları vs. görebilmeniz mümkün.

HRİSTİYAN MAHALLESİ;

    Hristiyan Çeyreği, Eski Şehrin Kuzey Batısındaki köşesinde yer alıyor. Kuzeydeki Yeni Kapı’dan güneydeki Jaffa Kapısı’na kadar uzanıyor. Ermeni ve Yahudi Çeyrekleri ile iç içe geçmiş durumda ayrıca Müslüman Çeyreği ile de sınır komşusu. Yukarıda da belirttiğim üzere Kudüs’ün eski şehir bölümünde mahalleler arasında belirgin bir sınır yok. Örneğin Şam Kapısı’ndan girdiğiniz anda Müslümanlara ait Arap Çarşısı’na adım atacaksınız ancak biraz ileride, hemen solunuzda Hristiyanlar için en kutsal yerlerden birisi olan Çile Yolu göreceksiniz ve yine bu yolun devamı, Müslümanların en kutsal yeri olan Mescid-i Aksa’ya ait Sıbtlar Kapısı’na çıkacak. Hristiyan Mahallesi, Kudüs’ün eski şehir bölümünde en fazla dini yapıya sahip olan bölgesi.

    M.S 300’lerin başında Roma İmparatorluğu’nun resmi dininin Hristiyanlık olması ile birlikte Kudüs’e Hristiyanlık adına birçok yatırım yapılıyor. Doğu Roma yani Bizans döneminde de Heraklius ve Justinianus gibi imparatorlar da bu yatırımlara yenilerini ekliyorlar. Doğu Romalılar Ortodoks oldukları için yapılan yatırımlar Ortodoks mezhebine uygun olarak yapılıyor ve şehirdeki Hristiyan olgular da buna göre şekilleniyor. 1099 yılında Haçlıların Kudüs’ü ele geçirmeleri ile birlikte bu kez Kudüs’te bir Katolik hakimiyeti oluyor ve şehre kazandırılan eserler Katolik mezhebine göre yapılıyor. Haçlılar Kudüs’ü fethettiklerinde Müslümanların çoğunu öldürüyor ve Ortodoksları da sürgün ediyorlar. 1187 yılında Selahattin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethi sonucunda ise Katolik tarikatlar sürgün ediliyor ve yine Ortodoksların üstünlüğü ortaya çıkıyor. Bu sebeple Hristiyan çeyreğinde birçok farklı mezhebe ve tarikatlara ait eserler görebilirsiniz.

1. Hz. İsa’nın Çile Yolu (Via Dolorosa): Tıpkı Müslümanların Kâbe etrafında tavaf ederek hacı olmaları gibi Hristiyanlar da Hz. İsa’nın Çile Yolu’nda yürüyerek hacı oluyorlar. Çile Yolu’nun başlangıç noktası, Mescid-i Aksa’nın Sıbtlar Kapısı yakınlarında yani Müslüman Mahallesinde yer alıyor. Bu yüzden Hristiyanlar genellikle bu hac yürüyüşünü sokaklar daha sakin olduğu için Müslümanların tatil günü olan Cuma günleri yapıyorlar. Aslanlı Kapı’dan eski şehre giriş yaptıktan yaklaşık 100 metre sonra başlayan bu hac yürüyüşü, Kutsal Kabir Kilisesi’nde son buluyor. Hacı olmak isteyen Hristiyanlar toplamda 14 durağı olan bu yolun ilk durağından başlıyorlar ve her durakta İncil’den pasajlar okuyup dua ediyorlar. Bazı Hristiyan gruplar, Hz. İsa’nın çektiği çileyi daha iyi kavramak ve hissetmek için sırtlarına ahşaptan yapılmış dev haclar alarak yürüyorlar. Hristiyanlar tarafından yapılan bu yürüyüş aslında bir Haçlı geleneği zira Ortodoks Roma döneminde böyle bir ibadet şekli yokmuş. Ortodokslar Hz. İsa’nın öldükten sonraki kutsal dirilişini, Katolikler ise Hz. İsa’nın dünyadaki son gününde yaşadığı zorlukları hatırlamayı ibadet haline getirmişler. Hristiyanların hac yürüyüşü Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethine kadar Altın Kapı’dan başlıyormuş ancak fetihten sonra Selahaddin Eyyubi bu kapıyı kapattırdığı için yürüyüş Aslanlı Kapı’dan yapılmaya başlanmış. Çile Yolu’nda bulunan duraklar arkeolojik çalışmalara göre değil tamamen geçmişten gelen dini rivayetlere, tahminlere ve uydurma hikayelere göre belirlenmiş zira bu bölge yüzlerce yıl boyunca birçok kez yıkılıp yeniden inşa edilmiş. Bu geleneğin başladığı dönem olan 14. yüzyılda Fransisken rahipleri tarafından tespit edilen 8 durak varmış ancak 1800’lü yıllarda Kudüs paylaşılamaz hale gelince, tüm Hristiyan cemaatleri Kudüs’te kendilerine ait bir iz bırakma çabası içine girmişler ve Avrupalı Katolik kiliseler o dönem Kudüs’ün idaresini elinde bulunduran Osmanlı’nın denge politikasını fırsat bilerek ricalar ve zorlamalarla durakların sayısını artırmışlar. Günümüzde 9 durağı Çile Yolu üzerinde ve 5 durağı Kutsal Kabir Kilisesi’nin içerisinde bulunuyor. Yani yaklaşık 1 kilometre uzunluktan oluşan bugünkü yolun üzerinde 9 durak var ve her durağında farklı Hristiyan mezheplerine ait bir kilise inşa edilmiş.

    Hz. İsa’nın Çarmıha Gerilişi: Beytüllahim şehrinde doğan ve Yahudilerinden arasından çıkan bir peygamber olan Hz. İsa; Kudüs’te yaşayan, Hz. Musa’nın öğretilerinden uzaklaşan Yahudileri sapkın inançlarından vazgeçirmek istemiş ve Hristiyanlık adında yeni bir dinin öğretilerini yaymak için şehrin dört bir yanında vaazlar vermiş. Bu durum Hz. Musa’dan beri Yahudiliği istedikleri gibi evirip çeviren, başta zenginler ve bürokratlardan oluşan Yahudi cemaatini oldukça rahatsız etmiş. Hz. İsa’nın eşitliği vurgulayan öğretileri ile her geçen gün etrafına daha fazla insan toplaması, Yahudi bürokrat sınıfın halk üzerinde kurmuş olduğu otoriteyi zayıflatmaya başlamış. Bu işe artık bir dur denilmesi gerektiğine inanan Yahudiler, Hz. İsa’yı öldürmenin tek çare olduğu konusunda hemfikir olmuşlar. İsa’yı hiçbir zaman Mesih olarak görmeyen, onun sadece vaaz veren bir öğretmen olduğunu düşünen Havari Yahuda, 30 gümüş dinar karşılığında İsa’ya ihanet etmeyi kabul etmiş. İsa, yakalanmadan bir gece önce, bugün Hz. Davut kabrinin üst katında bulunan ve adına Son Akşam Yemeği Kilisesi denilen yerde havarileri ile birlikte yemek yemiş. Havarilerine, yakınlarından birisinin kendisine ihanet edeceğini söylemiş ve ekmekle şarap ikram etmiş. Ekmek benim etim, şarap ise kanım, ben bundan sonra sizinle böyle birlikte kalacağım demiş. İsa’nın Gethsemane Bahçesi’nde zeytin ağaçlarının altında havarileri ile birlikte dinlendiğini bilen Yahuda, yanına aldığı Ferisiler (ekonomik gücü ellerinde bulunduran dindar Yahudi cemaati) ile birlikte Gethsemane Bahçesi’ne gelmiş. Ferisilerin ‘’Nasıralı İsa’yı arıyoruz’’ demeleri üzerine İsa, ‘’Nasıralı İsa benim’’ demiş ancak Yahuda işi garantiye almak için İsa’yı öperek Ferisilere doğru kişi olduğuna dair bir işaret vermiş. Ferisiler İsa’yı derdest etmeye çalıştıklarında, Havari Petrus bu duruma daha fazla tahammül edememiş, Ferisi askerlerinin birisinin elinden kılıcını kapmış ve askerin kulağını kesmiş. Petrus’un direniş gösterdiğini gören İsa ise ‘’O kılıcı derhal elinden bırak, kılıçla yaşayanlar kılıçla ölürler’’ demiş. Askerin kulağının koptuğunu ve aşırı kan kaybettiğini gören İsa, eliyle mest ederek askerin kulağını iyileştirmiş. İsa’yı bağlayarak şehre getiren Ferisiler, yol boyunca İsa’yı darp etmişler. Gece vakti, nispeten dürüst sayılabilecek diğer üyelerden habersiz bir şekilde Sanhedrin denilen Yahudi Konseyi’ni toplayan Ferisi hahamları, İsa’yı alel acele mahkeme etmişler. Yahudi halkı arkasına almak isteyen hahamlar (rahipler) ve meclise liderlik eden Baş Rahip Kayafa (Caiaphas), Yahudilerin en hassas olduğu konuyu kullanarak İsa’ya bir kumpas kurmuşlar. İsa daha önce Tanrı’ya “Babam” diye hitap ettiğinde Yahudiler onu öldürmeye çalışmış ve İsa’nın kendisini Tanrı’yla eşit gördüğünü öne sürmüşler. Yahudilere göre kimse Tanrı’nın Oğlu olduğunu iddia edemeyeceği için Kayafa (Caiaphas) kurnazca davranarak topluluk içinde İsa’ya; “Yaşayan Tanrı’nın adıyla sana ant ettiriyorum, söyle, sen Tanrı’nın Oğlu Mesih misin?” sorusunu sormuş. Daha önceden de Tanrı’nın Oğlu olduğunu söyleyen Hz. İsa, eğer bunu tekrar söylemezse Tanrı’nın Oğlu ya da Mesih olduğunu inkâr ediyormuş gibi yorumlanabileceği için ‘’Evet benim’’ diye cevap vermiş. Bu cevabın üzerine ‘’Bu adamı suçlamak için daha ne olmasını bekliyorsunuz’’ diyerek halkı galeyana getirmiş.

    Kayafa’nın bu hamlesi ile Hz. İsa dini yönden suçlu bulunmuş ancak Ferisiler, Saddukiler, Zelotlar ve Esseniler’den oluşan Sanhedrin denilen ve yargılama yapılan Yahudi meclisinde ölüm cezası veremeyecekleri için başka bir yol aramışlar. Ölüm cezası sadece o dönem hakimiyeti altında oldukları Roma tarafından verilebiliyormuş, bu yüzden dini yönden değil siyasi yönden suçlu bulunmasını sağlamak zorundalarmış. Zaten Roma putperest olduğu için Hz. İsa’nın kendini peygamber veya tanrı ilan etmesi hiçbir Romalı’yı rahat edecek bir durum değilmiş. Nitekim de öyle olmuş; gece yarısı İsa’yı Roma Valisi Pontus Pilatus’un huzuruna çıkaran Yahudiler, ilk önce İsa’nın Şabat’ı ihlal ettiğini, yalan söylediğini, halkı zehirlediğini, halka ihanet ettiğini ve kendini Tanrı’nın oğlu olarak gördüğünü söylemişler ancak Pilatus, Ferisiler’in liderine ‘’Onu kendi meclisinizde yargılamanız gerekiyor’’ diyerek cevap vermiş. Söz alan başka bir haham ise ‘’Efendim, baş haham henüz size bu adamın gerçek suçunu söylemedi, bu adam tehlikeli bir grubun lideri ve Davud’un oğlu olduğunu iddia ediyor, Mesih ve Yahudilerin Kralı olduğunu söylüyor ayrıca taraftarlarına da İmparator Sezar’a karşı çıkmalarını, isyan etmelerini salık veriyor’’ demiş. Bu suçlamaların ardından İsa’yı sorguya çeken Pilatus, onun suçsuz olduğuna kanaat getirmiş ancak Ferisileri karşısına almak istemedi için ‘’Bu adam Galilea’lı değil mi? O zaman bu adam Kral Herod’un malı sayılır, onu Herod’un yargılaması gerekiyor’’ demiş ve İsa’yı Kral Herod’a göndermiş. Romalı askerler tarafından Herod’un karşısına çıkarılan İsa, Herod’un umurunda dahi olmamış ve Herod, İsa’yı geldiği gibi geri göndermiş. İsa’yı tekrar karşısında gören ve onun suçsuz olduğuna inanan Pilatus, İsa ile birlikte tekrar halkın karşısına geçmiş ve ‘’Herod bu adamın suçsuz olduğuna kanaat getirdi ve ben de öyle düşünüyorum’’ demiş. O dönem Roma Valileri, Yahudilerin Fısıh Bayramı’nda, suçlu bir Yahudi’yi serbest bırakma yetkisine sahipmiş. Romalılar tarafından zindanda tutulan ve idam cezasını bekleyen Barabas isimli Yahudi bir katil, bir anda kendini İsa ile birlikte halkın karşısında bulmuş. Pilatus halka: ‘’Elimde iki tutsak var, birisi suçu ispat edilmiş bir katil olan Barabas, diğeri ise suçu ispatlanamamış olan İsa. Hangisini serbest bırakmamı istersiniz?’’ diye sormuş. Pilatus, halkın kesinlikle bir katilin serbest bırakılmasını istemeyeceklerini düşünmüş ancak evdeki hesap çarşıya uymamış. Kayafa önderliğindeki halk ısrarla ‘’Barabas’ı serbest bırakın, bu hain kesinlikle çarmıha gerilmeli’’ demişler.

    Barabas’ı serbest bırakmak zorunda kalan Pilatus, halkın gönlünü almak için ‘’Onu en ağır şekilde cezalandıracağım ancak daha sonra serbest bırakacağım’’ demiş ve İsa’yı kırbaçlanmaya göndermiş. İsa’yı gönderirken, komutanını ise ‘’O’nun ağır şekilde cezalandırılmasını sağla ama sakın ölmesin’’ diyerek tembihlemiş. Etleri parçalanana kadar kırbaçlanan İsa, ölmek üzereyken Pilatus’un komutanı tarafından kurtarılmış ve yaralı halde halkın karşısına tekrar çıkarılmış. Pilatus halka tekrar sormuş: ‘’Bakın bu adam gerekli cezayı aldı ve neredeyse ölmek üzere, şimdi bu adama ne yapmamı istersiniz?’’ demiş ancak Kayafa’dan yine aynı cevap gelmiş: ‘’Çarmıha gerin!’’ Halkın inadını bir türlü kıramayan Pilatus’un: ‘’Ne yani, kralınızı çarmıha mı gereyim?’’ sorusu artık halkın gözünde bardağı taşıran son damla olmuş ve Kayafa liderliğindeki Yahudi cemaati Pilatus’u: ‘’Bu adam kral olduğunu iddia ediyor, oysa bizim tek bir kralımız var o da Yüce Sezar. Eğer siz bu adamı bırakırsanız, o zaman siz Sezar’ın arkadaşı değilsiniz’’ diyerek alenen isyanla çıkarmakla ve bu durumu Sezar’a iletmekle tehdit etmişler. Pilatus, Kayafa’nın bu sözlerine daha fazla karşı koyamamış çünkü artık isyan kapıya dayanmış. 11 yıl boyunca Pilatus yönetimi altında birçok kez isyan çıkan Kudüs’te bir kez daha isyan çıkarsa Sezar tarafından en ağır şekilde cezalandırılacağını biliyormuş çünkü Sezar, çıkacak en ufak bir isyanda artık dökülen kanın Yahudilere değil, Pilatus’a ait olacağını söylemiş. Bu duruma artık daha fazla direnemeyen Pilatus ellerini yıkamış ve halka dönüp ‘’Bu adamın kanı benim değil sizin ellerinizde, dediğinizi yapacağım ve bu adamı çarmıha göndereceğim’’ demiş ve böylece başına dikenli tellerden yapılan bir kral tacı takılan İsa’nın Çile Yolu başlamış.

    Aslında o dönem çarmıha germek yaygın bir cezalandırma yöntemiymiş ancak hac şeklinde çarmıh sadece İsa’da görülmüş. Roma döneminde özellikle hırsızlık yapanlar, bir süre zindanda kaldıktan sonra sırtlarına büyük bir kütük bağlanarak Golgotha Tepesi’ne yürütülür ve burada sırtlarında getirdikleri kütüğe dik şekilde bağlanarak halka teşhir edilirlermiş. Teşhir süresi bittikten sonra da serbest kalırlarmış. İsa’da ise durum tamamen farklı; Pilatus’un konağından çıkarılan İsa’nın sırtına tek parça kütük değil dev bir ahşap haç yüklenmiş. İsa ile birlikte iki hırsız da sırtlarına kütük bağlanarak Golgota Tepesi’ne doğru yürütülmeye başlanmış. İsa, bugün Via Dolorosa denilen Çile Yolu’nda, çarmıha gerildiği yer olan Golgota Tepesi’ne kadar birçok kez duraklamak zorunda kalmış ve her durduğunda bir hadise yaşanmış. Yukarıda bahsettiğimiz 14 durakta yaşanan bu hadiseler İncil’de şu şekilde anlatılıyor;

1. Durak: Hz. İsa, bugün Ömerriye Medresesi’nin olduğu yerde bulunan vali konağının önüne çıkarılmış ve sırtına çarmıha gerileceği ahşap haç yüklenmiş. 14. yüzyılda bu ilk durağın olduğu yere, İsa’nın burada kırbaçlandığına inanıldığı için Kırbaçlanma Kilisesi yapılmış. ‘’Pilatus sordu: ‘’Öyleyse, Mesih denen İsa’yı ne yapayım?’’ Tümü birlikte, ‘’Çarmıha çakılsın’’ diye karşılık verdi.’’ (Mat. 27:15-26, Lu. 23:13-25, Yuh. 18:33-19:16, Mar. 15:6-15)

2. Durak: ‘’Kendisini soyup üzerine al bir kaftan attılar, başına da dikenlerden ördükleri bir taç taktılar. Sağ eline bir kamış tutturdular. Önünde diz çökerek kendisiyle alay ettiler. ‘’Selam ey Yahudiler’in Kralı!’’ diye laf attılar.’’ (Mat. 27:27-31, Mar. 15:16-20, Yuh. 19:2,3)

3. Durak: Burada Hz. İsa çarmıhın ağırlığına ve Yahudilerin darbelerine dayanamayarak ilk kez yere düşmüş. Gücünü topladıktan sonra ayağa kalkmış ve yürümeye devam etmiş. 15. yüzyılda Ermeni Katolik Kilisesi tarafından bu durağın olduğu yere küçük bir şapel inşa edilmiş.

4. Durak: Hz. İsa, sokağında bir köşesinde oğlunu görmek için bekleyen annesi Hz. Meryem ile karşılaşmış. Hz. Meryem oğlunu gördüğü anda manen onun acılarını paylaşmış ve dua etmiş. Ermeni Katolik Kilisesi, bu durağın olduğu yere inşa edilmiş.  

5. Durak: Hz. İsa’nın artık dayanamayacak hale geldiğini göre Yahudiler, çarmıha gerileceği yer olan Golgota Tepesi’ne kadar sağ kalamayacağını ve çarmıha gerilmesini göremeyeceklerini düşünerek Havari Kireneli Simon’u çarmıhı taşıması ve yardım etmesi konusunda zorlamışlar. Bu durağın olduğu yere Fransiskenler 1229’da yılında Kudüs’te bulunan ilk dini yapıları olan Cyrene Şapeli’ni inşa etmişler. ‘’Dışarıya çıkarlarken Simon adında Kireneli bir adam gördüler. İsa’nın haçını taşısın diye zorladılar.’’ (Mat. 27:32, Mar. 15:21, Lu. 23:26)

6. Durak: Sırtında dev çarmıh ile yokuş yukarı tırmanmaya devam eden Hz. İsa kan ter içerisinde kalmış ve bunu gören Veronika isimli bir kadın koşarak gelip elindeki mendille Hz. İsa’nın yüzünü silmiş. Tanrı ise Veronika’nın bu iyiliğinden dolayı mendilin üzerinde Hz. İsa’nın siluetini bırakmış.

7. Durak: Her geçen dakika gücü tükenen ve kan kaybeden Hz. İsa, bu durakta ikinci kez yere düşmüş ve biraz soluklandıktan sonra var gücüyle çarmıhı sırtına alarak tekrar yürümeye başlamış.

 8. Durak: Hz. İsa, kendisini gören ve içler acısı haline üzülen Kudüslü kadınlara seslenmiş ve ona ağlayacaklarına günahlarının bağışlanması için kendilerinin ve çocuklarının yerine ağlamaları gerektiğini söylemiş. ‘’İsa kadınlara dönüp, ‘’Yeruşalim kızları’’ dedi. ‘’Benim için gözyaşı dökmeyin. Kendiniz için çocuklarınız için gözyaşı dökün.’’ (Luka 23:28)

9. Durak: Artık dayanacak gücü kalmayan Hz. İsa, çarmıha gerileceği yer olan Golgota Tepesi’ne ramak kala üçüncü kez yere düşmüş ve artık daha fazla devam edememiş. Kutsal Kabir Kilisesi’nin girişinde bulunan durak, Hz. İsa’nın üçüncü kez düştüğü yer.

10. Durak: Kutsal Kabir Kilisesi içerisinde bulunan durak, Hz. İsa’nın çarmıha gerileceği yer. Buraya geldiğinde üzerinde kıyafetler çıkarılmış ve artık idama hazırlanmış.  “Düşmanlarım beni gözetliyorlar; giysilerim için kura çekiyorlar.” (Mezmur 12:18)

11. Durak: Kutsal Kabir Kilisesi içerisinde, Roma Katolik Sunağı’nın olduğu yerde bulunan bu durakta çarmıh yere serilmiş ve Hz. İsa çarmıhın üzerine yatırılarak ellerinden ve ayaklarından çivilenmiş. ‘’Baş rahipler, dinsel yorumcular ve İhtiyarlar da alaylı alaylı konuşarak, ‘’Başkalarını kurtardı, kendini kurtaramıyor’’ diyorlardı. ‘’Bu mu İsrail’in kralı? Şimdi çarmıhtan aşağı insin de O’na inanalım.’’ (Mat. 27:32-44, Mar. 15:21-32, Lu. 23:26-43, Yuh. 19:17-27)

12. Durak: Kutsal Kabir Kilisesi’nin ana Yunan Ortodoks sunağında bulunan durakta, sunağın her iki tarafında Hz. İsa’nın çarmıhının yerleştirildiği kaya olduğu söylenen Golgota (Calvary) kayası yer alıyor. Hz. İsa çarmıha gerildiğinde annesi Hz. Meryem’i öğrencilerine emanet etmiş. ‘’İsa artık her şeyin sonuçlandığını biliyordu. Kutsal Yazı’nın yerine gelmesi için ‘’Susadım’’ dedi. Orada sirke dolu bir kap duruyordu. Sirkeye daldırılmış bir sünger parçasını bir değneğe takıp O’nun ağzına uzattılar. İsa sirkeyi içince, ‘’Sonuçlandı’’ dedi ve başını eğip ruhunu verdi.’’ (Yuh. 19:28-30, Mat. 27:45-46, Mar. 15:33-41, Lu. 23:44-49)

13. Durak: Son nefesini veren Hz. İsa, öğrencileri tarafından çarmıhtan indirilmiş ve annesi Hz. Meryem’in kucağına verilmiş. Hz. İsa’nın ölü bedeni, Hz. Meryem’in oğlunu kucağına aldığı yerde bulunan Mesh (Anoiting) taşının üzerinde yağlanmış.

14. Durak: Yağlanıp temizlendikten sonra Hz. İsa burada toprağa verilmiş. ‘’Akşama doğru Yusuf adında zengin bir Aramatyalı geldi. O da İsa’nın bir öğrencisiydi. Pilatus’a gidip İsa’nın cesedini istedi. Pilatus da cesedin ona verilmesini buyurdu. Yusuf cesedi aldı, temiz keten beze sardı, kayaya oydurduğu kendi yeni mezarına yatırdı. Mezarın girişine büyük bir taş yuvarlayıp oradan ayrıldı. Mecdelli Meryem ile öteki Meryem ise orada, mezarın karşısında oturuyorlardı.’’ (Mat. 27:57-61, Mar. 15:42-47, Lu. 23:50-56, Yuh. 19:38-42)

    Hz. İsa’nın gömüldüğü yer olan Kutsal Kabir Kilisesi, Hristiyanlar için en kutsal yer olarak kabul ediliyor. Bazı Hristiyan mezheplere göre; Çile Yolu’nun son durağı olan Kutsal Kabir Kilisesi’nde bulunan mezar yapısı, Hz. İsa’nın yeniden dirilip göğe yükseldiğine inanılan yer. Bu yüzden bu mezhepler hac yürüyüşünün bitmesi gereken yerin 15. durak olarak görülen Zeytin Dağı olduğunu düşünüyorlar.

    İslam inancına göre Hz. İsa’nın başına yukarıda anlatılan olayların hiç birisi gelmedi zira Yahuda, Ferisiler ile birlikte Hz. İsa’nın yanına geldiklerinde Allah tarafından Yahuda ve Hz. İsa’nın yüzleri değiştirildi ve Ferisi askerler aslında Hz. İsa’yı değil Yahuda’yı tutuklayıp götürdüler. Hz. İsa ise bu hadiseden sonra Allah katına yükseltildi. Yani aslında çarmıha gerilerek idam edilen Yahuda’ydı. Hristiyan inancına göre Yahuda, Hz. İsa’ya ihanet ettiği için büyük pişmanlık duymuş ve Baş Rahip Kayafa’nın yanına gitmiş. Onlardan aldığı 30 gümüş dinarı geri vermiş ancak rahipler Yahuda’yı geri çevirmiş ve kaderine terk etmişler. Hz. İsa havarileri ile birlikte ‘Son Akşam Yemeği’ni yerken onlara şöyle demiş; ‘‘Benimle birlikte sahana ekmek banan biri, bana ihanet edecek. Tanrı’nın oğlu alnına yazıldığı için gidiyor ama Tanrı’nın Oğlu’na ihanet edenin başına gelecekleri düşünün! Hiç doğmasaydı onun için daha iyi olurdu.’’ Hristiyan inancına göre İsa’nın ölümünden sonra pişman olan Yahuda aklını yitirmiş ve meczup olmuş. Yahuda, şehrin dışında bir kayanın üzerine oturmuş ve dua etmeye başlamış. Bu esnada hemen yanında, boynunda ip olan ölü bir eşek görmüş ve eşeğin boynundan ipi sökmüş, bu iple kendini burada bulunan ağaca asarak intihar etmiş. İsa havarilerine ‘’Tanrı’nın Oğlu’na ihanet edenin başına gelecekleri düşünün! Hiç doğmasaydı onun için daha iyi olurdu.’’ demiş yani Yahuda bu kadar kolay ölemezdi. Kendini astığı ip koptuğu için kayaların üzerine düşüp parçalanarak feci şekilde ölmüş.

2. Kutsal Kabir (Kıyame) Kilisesi (Holy Sepulchre Church): Çile Yolu’nun sonunda, Roma döneminde çarmıha germe cezalarının verildiği Golgotha (İbranice kurukafa) Tepesi’nde yer alan ve Hz. İsa’nın çarmıhtan indirilip gömüldüğü yer olduğu için Hristiyanlığın en önemlisi kilisesi olarak kabul edilen Kutsal Kabir Kilisesi, Ortodokslar tarafından, Hz. İsa’nın burada yeniden dirileceğine inandıkları için Yeniden Diriliş Kilisesi olarak adlandırılıyor. Roma İmparatoru Konstantin’in annesi Helena tarafından 4. yüzyılda inşa ettirilen Kıyame Kilisesi, 1009 yılında Fatimiler tarafından yıkılmış ve daha sonra Kudüs’ün yönetimine Doğu Romalılar yani Bizans’ın geçmesiyle Konstantin Monomakhus bugün hala görülen yuvarlak mezar şapelini ve çarmıha gerilme yeri olan üst kattaki şapeli yeniden inşa ettirmiş. 1099 yılında Kudüs’ü ele geçiren Haçlılar ise bu yapıların tamamını tek bir çatı altında toplamış. 1808 yılına kadar el değmeden gelen Kıyame Kilisesi, bu yılda çıkan yangın sonucunda ağır hasar almış. Kilisenin tamirini üstlenen Ortodoks Rumlar, fırsattan istifade ederek restorasyon adı altında kilisedeki tüm Katolik izleri silmişler. 1099 yılında Haçlıların lideri olarak Kudüs’ü ele geçiren ve I. Kudüs Kralı ilan edilen Godfrey de Bouillion’un mezarı talan edilmiş ve geriye sadece kılıcı kalmış. Bu kılıç günümüzde Kıyame Kilisesi içindeki Fransisken Şapeli’nde sergileniyor.

    Kapıdan içeriye girer girmez hemen karşınızda göreceğiniz, insanların üzerine ellerini yüzlerini sürdükleri pembe renkli taş; Hz. İsa’nın çarmıhtan indirildikten sonra üzerine yatırıldığına ve yağ ile ovalandığına inanılan Mesh Taşı. Aslında 4. yüzyıldan kalan orijinal taş, tam olarak bu pembe taşın altında bulunuyor ancak çok fazla tahrip olduğundan ve insanların koparıp parça götürmeye çalıştıklarından, 1810 yılında orijinal taşın üzerine bu pembe taş koyulmuş. Taşın tam üstünde göreceğiniz kandillerin ise her biri farklı bir kilise cemaatini temsil ediyor. Bu taşın sağında göreceğiniz merdivenlerden yukarı çıkarsanız, Golgotha denilen ve Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğine inanılan yere ulaşırsınız. Yine Mesh Taşı’nın hemen yanında yer alan yolu takip ettiğinizde, Hz. İsa’nın kanının damladığı yer olduğuna inanılan Adem Şapeli’ne ulaşırsınız. Girişin hemen solunda, Hz. İsa’nın defnedildiği yer olduğuna inanılan anıt mezarı görürsünüz. Hz. İsa’ya ait olduğuna inanılan kabri görmek istiyorsanız, uzun bir sırayı beklemek zorundasınız. Sıra size geldiğinde, anıt mezarın içerisinde Hz. İsa’nın cansız bedeninin bir müddet yattığına inanılan mezarı göreceksiniz.

    Kutsal Kabir Kilisesi; Kudüs Rum Ortodoks Patrikliğinin merkezi olarak hizmet etmesinin yanında Katolik Kilisesi, Rum Ortodoks Kilisesi, Ermeni Apostolik Ortodoks Kilisesi, Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi, İskenderiye Kıpti Kilisesi ve Etiyopya Ortodoks Tevhîdî Kilisesi gibi kiliseler tarafından ortak kullanılıyor. Bu kadar çok kilisenin ortak idaresinde olması, geçmişten bugüne hep sorun teşkil etmiş ve anlaşmazlıklara neden olmuş. Hristiyan aleminin en önemli kilisesinin kapısının anahtarının kimde olacağı veya içerisinin kimler tarafından temizleneceği gibi konular çok büyük problemler yaşanmasına sebep olmuş. Bu konuların çözüme kavuşturulması için alınan bazı kararlar günümüzde de uygulanmaya devam ediyor. Selahattin Eyyubi, büyük kavgalara neden olan Kutsal Kabir Kilisesinin anahtarını, Müslüman bir aileye vererek sorunu kökten çözmeyi başarmış. Bu uygulama Osmanlılar zamanında da devam etmiş ve günümüze kadar ulaşmış. Hâlihazırda anahtardan Nuşeybe ve Joudeh (Cûde) adında iki sünni Müslüman aile sorumlu. Bu ailelerden birisi anahtarı taşıyor, diğeri ise anahtarı kullanarak kilisesi kilitleyip açıyor. Bu gelenek asırlardır hiç değişmeden uygulanmaya devam ediyor; sabah her iki aileden bir temsilci gelip törenle kiliseyi açıyor ve akşam da yine törenle kapatıyorlar. Sabahları önce kapı sonra avlu açıldığı için yakından görmek pek mümkün değil ama yatsı vaktinde yapılan kapatma törenini mutlaka izlemelisiniz. Kilise kapatılmadan önce her mezhepten bir papaz geceyi geçirmek için içeriye giriyor, kapıların kanatları kapatılıyor ve kapıya bir merdiven dayanıyor, Nuşeybe ailesinin mensubu anahtarı çıkarıp Cûde ailesi mensubuna veriyor ve kapı kilitleniyor. Daha sonra anahtar tekrar Nuşeybe ailesi mensubuna teslim ediliyor. Hristiyanların en fazla sözü geçeni dahi bu yetkinin Müslüman ailelerde olmasına itiraz edemez zira bu durumun değişmesi mezhepler arasında sonu gelmez bir çatışmaya yol açar.

    Kilisenin anahtarı gibi temizliği de Hristiyan mezhepleri arasında çok uzun yıllar boyunca problem olmuş. Hristiyanlara göre; bu kilisenin temizliğinin çok büyük sevabı varmış ve her bir mezhep de daha büyük bir alanın temizliğinden sorumlu olup daha büyük sevap kazanmak istiyormuş. Osmanlının yayınladığı fermana göre kilisenin avlusunu temizlemek Ortodoksların, avludaki merdivenleri temizlemek ise Katoliklerin göreviymiş. O günlerde Katolik bir papaz merdivenleri süpürürken son basamağa geldiğinde yanlışlıkla avludan da bir kısmı süpürünce Ortodokslar sevabımızı çalıyorsunuz diyerek bu duruma büyük tepki göstermişler ve çıkan kavgada bıçaklananlar olmuş. İlerleyen zamanlarda da bu sıkıntı devam edip kanlı çatışmalara neden olunca 1852 yılında Sultan Abdülmecid bir ferman yayınlamış ve gerekli çalışmalar yapılıncaya kadar hiçbir eşyanın veya taşın oynatılmaması ve kararın beklenmesini emretmiş. Ferman yayınlandığı sırada bir merdiven üzerinde cam temizliği yapan Ermeni din adamı da işini bırakmış fakat ‘hiçbir eşyanın veya taşın oynatılmaması’ emrine uyarak merdiveni bırakmak zorunda kalmış. O dönemden beri de o merdiven orada durmaya devam ediyor, bugün hala sağ üst pencerenin önünde merdiveni görebilirsiniz. Daha sonra çok ince hesaplarla hangi mezhebin nereyi temizleyeceği karara bağlanmış; mezhepler arası barış sağlanmış ve günümüze kadar da aynı şekilde uygulama devam etmiş.

3. Hz. Ömer Camii (Omar Mosque - Umar ibn Al-Khattab Mosque): Hz. Ömer 638 yılında Kudüs’ü fethettikten sonra Patrik Sophronius ile birlikte şehri gezmiş ve atılacak adımları, yapılması gerekenleri bir bir tespit etmiş. Tapınak Tepesi’ni yani artık yıkılmış olan ve çöplük olarak kullanılan Süleyman Mabedi’ni görmüş ve burada dua etmiş. Sıradaki durak olan Kıyame Kilisesi’ni ziyaret ettiği esnada namaz vakti gelince Patrik Sophronius’dan namaz kılabileceği bir yer göstermesini istemiş. Patrik; ‘’Kilisenin herhangi bir yerinde kılabilirsiniz.’’ demiş ancak Hz. Ömer, kilisenin içinde namaz kılmak istememiş, bu yüzden dışarıya çıkmış ve kapıya yakın bir yerde namazını kılmış. Namazını kıldıktan sonra Hz. Ömer, Patriğe dönüp; ‘’Eğer ben içeride kılsaydım, öteki Müslümanlar da orada kılarlar, orayı mescit hâline getirirlerdi.’’ demiş ve inançlara, onların kutsallarına karşı duyduğu saygıyı göstermiş.

    Hz. Ömer döneminin ardından, M.S 661 ile 750 yılları arasında hüküm süren Emeviler, İslam halifesi olan Hz. Ömer’in namaz kıldığı yere bir cami ve minare yaptırmışlar ancak Emevilerin yaptığı cami ve minare çok fazla ayakta kalamamış. Günümüzdeki Hz. Ömer Camii, 1193 yılında Selahaddin Eyyubi’nin oğlu Emir Efdal tarafından bugünkü haliyle inşa edilmiş. Günümüzdeki cami, Hz. Ömer'in namaz kıldığına inanılan, daha önceki caminin bulunduğu yerden farklı bir yerde bulunuyor çünkü olması gereken yer kilisenin doğusu ancak cami kilisenin güneyinde duruyor. Bu yeni konum, 11. ve 12. yüzyıllarda Kutsal Kabrin hasar gördüğü olaylar sonrasında Kutsal Kabir Kilisesi girişinin, doğudan güneye çevrilmesinden kaynaklanıyor. Caminin minaresi ise 1465 yılında Memlûkler döneminde inşa edilmiş ve Osmanlı Padişahı Sultan I. Abdülmecid tarafından 1839 yılında restore edilmiş. Yenilenen minare 15 metre yüksekliğe sahip ve Kıyame Kilisesi’nin çan kulesi ile yan yana duruyor. İki bölümden oluşan caminin giriş bölümünün sağ tarafında göreceğiniz kapıdan ikinci bölüme giriliyor. İkinci bölüm çok daha geniş yapılmış. Caminin tam ortasında ise bir kuyu bulunuyor.

4. Grek Ortodoks Patrikhanesi ve Müzesi (Greek Orthodox Patriarch of Jerusalem): Hz. Ömer Camii’ne yakın bir konumda, Grek Ortodoks Patrikhane Caddesi üzerinde, yine Hristiyan Çeyreği içerisinde bulunan patrikhane binası Haçlılar döneminden kalmış. Müze içerisinde 12. yüzyılda Nasıra şehrinden getirilen, üzerinde Hz. Musa ve Hz. Harun’a ait çizimlerin olduğu sütun başlığı, Hz. Ömer’in Kudüs Patriğine verdiği ferman gibi oldukça kıymetli objeler sergileniyor.

5. Aziz Salvador Manastırı (Monastery of Saint Saviour): Casa Nova Caddesi’nin sonunda yer alan manastır, 1560 yılında Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın izni ile Gürcü Ortodoks Kilisesi'nden satın alınan araziye inşa edilmiş. Kanuni Sultan Süleyman, Kutsal Germen Katolik İttifakı’ndan kopardığı Fransa’yı kendi safına çekmek için normalde Gürcülere ait olan bu araziyi alıp Fransisken Cemaatine yani Fransa’ya vermiş. 1885 yılında burada bulunan eski kiliseyi yıkmak ve yenisini yapmak isteyen Fransiskenler, Sultan Abdülmecid’den izin istemişler ve sultan da eskisinden büyük olmaması şartı ile izin vermiş. Bugün görülen kilise binası son olarak 1985 yılında yenilenmiş. İbadete açık olan kilisenin içerisinde aynı zamanda bir matbaa, bir org atölyesi, bir kütüphane ve bir Katolik Okulu bulunuyor.

YAHUDİ MAHALLESİ;

    Kudüs Eski Şehir bölgesinin Güneydoğusunda yer alan ve güneyde Zion Kapısı’ndan başlayan Yahudi Çeyreği, Doğuda ise Ağlama Duvarı ve Tapınak Tepesi’ne uzanıyor. Yahudi Çeyreği, oldukça zengin bir tarihe sahip. Sekizinci yüzyıldan beri, geçmişinde uzun dönemlerce Yahudilere ev sahipliği yapan bir bölge. 1948 yılında yaklaşık 2000 kişi olan Yahudi nüfus, savaştan sonra bölgeden ayrılmaya zorlanmış. Kudüs Savaşı’nda Arap güçleri şehri tamamen boşaltmış ve bütün sinagogları yıkmışlar. Yahudi Çeyreği, İsrailli güçler tarafından 1967 yılındaki Altı Gün Savaşları’nda tekrar ele geçirilmiş ve birkaç gün sonra İsrail yöneticileri, Ağlama Duvarı’nın bitişiğinde bulunan, Faslıların yaşadığı çeyreği yıkma emri vermiş ve orada yaşayanlar zorla başka yerlere yerleştirilmişler. Böylece Ağlama Duvarı’nın olduğu alana giriş kolaylaştırılmış. Yahudi Çeyreği’nin 1967 öncesinde yok edilen kısmı tekrar inşa edilip yeni yerleşim alanları açılmış ve birçok büyük eğitim kurumu inşa edilmiş. Bölge tekrar inşa edilmeden önce, İbrani Üniversitesi Arkeoloğu Nahman Ayigad tarafından yönetilen bir kazı projesiyle incelenmeye alınmış ve bulunan arkeolojik kalıntılar açık hava müzesi şeklinde sergiye açılmış. Günümüzde halen başta Ağlama Duvarı önü olmak üzere Yahudi Çeyreği’nin bazı kısımlarında kazı çalışmaları devam ediyor.

1. Ağlama Duvarı – Burak Duvarı (Kotel - Western Wall - HaKotel HaMa’aravi): Yahudi Mahallesi’nde görülmesi gereken en önemli yer hiç şüphesiz Yahudilerin en kutsal yeri olan Ağlama Duvarı. Eğer Mescid-i Aksa’yı ziyaret ettikten sonra gidecekseniz, Pamukçular Kapısı’ndan çıkıp dümdüz 100 metre yürüdükten sonra sola döneceksiniz, eğer eski şehre Şam Kapısı’ndan girerseniz Arap Çarşısı’ndan dümdüz yürüyüp 100 metre sonra sağa döneceksiniz. Jaffa Kapısı’ndan girerseniz de yine kapının karşısındaki yolu dümdüz takip ederek Ağlama Duvarı’na kolayca ulaşabilirsiniz.

    Yehoşua (Yeşu – Joshua) liderliğinde Filistin ile savaşan ve en nihayetinde buraya yerleşmeyi başaran İsrailoğulları, sonraki yıllarda Kral (Hz.) Davut ile Kudüs'e tam olarak hakim olmuş. Çocukluğunda bir çoban olan Davud, ilerleyen yıllarda İsrail kabilelerini hem dini hem de sosyal anlamda bir araya getirmiş ve kurduğu askeri birlikler ile İsrailoğullarını güçlü bir toplum haline getirmiş. Ordusu ile birlikte Kudüs’e saldıran ve ele geçirmeyi başaran Hz. Davud, şehrin doğusunu kraliyet merkezi ve batısını ise kışlalar kurarak askeri bir merkez yapmış. İçerisinde 10 Emir’in bulunduğu Ahit Sandığı’nı, artık korunaklı denilebilecek bu tepe üzerine inşa edilecek olan bir mabede yerleştirmek istemiş ancak tanrıdan gelen emirle bu görevi oğlu olan Hz. Süleyman’a bırakmak zorunda kalmış. Vefat etmeden önce de yanında getirdiği, içerisinde Eski Ahit ve kutsal emanetler bulunan Ahit Sandığı’nı da oğlu Hz. Süleyman’a devretmiş. Babasından güçlü ve zengin bir krallık devralan Yahudi Kralı Süleyman, babasının vasiyeti üzerine Tapınak Tepesi’ne Ahit Sandığı’nın da muhafaza edileceği büyük bir mabet yaptırmış. Bu mabedin yapımında hem insanları hem de cinleri çalıştırmış. Merkezi tam olarak bugün Kubbet’üs Sahra’nın olduğu yer olan Süleyman Mabedi tamamlandığında, Ahit Sandığı da bugün Kutsal Kaya’nın olduğu yere yani mabedin merkezine yerleştirilmiş. Hz. Süleyman'ın vefatından sonra istikrar kaybolmuş ve Davud’un kurduğu devlet bölünmüş. Kuzeyde yaşayan 10 kabile Yeroboam öncülüğünde bugün Nablus olarak bildiğimiz Şekem (Shechem) şehrinde İsrail Krallığı’nı kurmuşlar. Güneyde kalan 2 kabile ise Hz. Süleyman'ın oğlu Rehoboam liderliğinde, merkezi Kudüs olan Yahuda Krallığı'nı devam ettirmişler. Bu bölünme ile hem askeri hem de coğrafi gücünü kaybeden İsrail Krallığı M.Ö 722 yılında dönemin en güçlü devleti olan Asurlular tarafından fethedilmiş ve burada yaşayan kabileler sürgüne gönderilirken güneyde bulunan Yahuda Krallığı da vergiye bağlanmış. Yaşadıkları sıkıntılardan dolayı tanrıya olan inançlarını kaybeden Yahudiler, Asur putlarına tapmaya başlamışlar. Kral Yoşiya ve Peygamber Yeremya’nın çabaları ile toparlanmaya çalışan Kudüs, M.Ö 602 yılında da Babil Devleti’nin egemenliği altında girmişler. Daha fazla boyunduruk altında yaşamak istemeyen halk, Babillere karşı büyük bir isyan başlatmış ancak Babil Kralı Nebukadnezzar (Buhtunnasır) bu isyanı bastırmakla kalmamış, Kudüs’ü taş üstünde taş bırakmayacak şekilde yerle bir etmiş. Bu yıkımda Süleyman Mabedi de yok olmuş. Hırsını alamayan Nebukadnezzar, M.Ö 586 yılında tüm halkı Babil’e sürmüş. Yaklaşık 50 yıl sürgün hayatı yaşayan Yahudi halkı, Babil İmparatorluğu’nun Persler tarafından yıkılmasıyla birlikte Pers Kralı Koreş'in (Kiros - Cyrus) izni ile tekrar Kudüs’e dönmüşler. Pers Kralı’nın izniyle Kudüs'e geri dönen Yahudiler, M.Ö 516 yılında 2. Süleyman Mabedi’ni (ikinci mabet) inşa etmişler. M.Ö 332 yılında Büyük İskender idaresinde olan Makedonyalılar Kudüs’ü ele geçirmişler. İskender’in ani ölümünden sonra yapılan toprak paylaşımında ise önce Ptolemi Hanedanlığı'nın, daha sonra Selevki Hanedanlığı’nın hakimiyetine girmişler. Selevkilerin pagan ritüellerine ve Kudüs’ü putlarla doldurmalarına daha fazla katlanamayan halk isyan etmiş ve İkinci Süleyman Mabedi’ni putlardan temizlemişler. Yeniden ibadete açılan mabetteki şamdanları yakmak için yalnızca bir günlük zeytinyağı bulunabilmiş ancak tam 8 gün hiç sönmeden yanmaya devam etmiş. Yahudiler bu olaya ithafen her sene; İbrani takvimine göre Kislev'in (Aralık) 25. günü başlayıp sekiz gün süren, Işık Bayramı ya da Yeniden Adanma Bayramı olarak da anılan Hanuka Bayramı’nı kutlamaya başlamışlar.

    Devam eden yıllarda Ferisi ve Saduki denilen Yahudi cemaatlerinin ve yönetimdeki kardeşlerin çekişmeleri sonucu istikrar kaybedilmiş ve Kudüs M.Ö 63 yılında iç karışıklıktan faydalanan Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyetine girmiş. Kudüs’e hem yeni bir çehre kazandırmak hem de kendinden bir iz bırakmak isteyen Yahudi Vassalı Herod; bir kraliyet sarayı ve hisar inşa ettirmiş ayrıca ikinci mabedin Davut'un tarzına uygun yenilenmesini ve etrafının büyük taşlarla çevrilmesini sağlamış. İşte günümüze ulaşmayı başaran, Yahudilerin önünde ağlayarak dua ettikleri Ağlama Duvarı, aslında Herod tarafından mabedin etrafına yaptırılan bir istinat duvarı. Herod’un ölümünden sonra Kudüs’te büyük bir kargaşa baş göstermiş ve Roma valisinin kötü yönetimini bahane eden ayaklanmış. M.S 70 senesinde Romalı General Vespassian ve oğlu Titus orduları ile birlikte Kudüs’e gelerek isyanı bastırmış ve şehri yerle bir etmişler. Bu yıkımdan İkinci Süleyman Mabedi de nasibini almış ve toz duman olmuş. Titus, Roma’ya isyan edenlerin başına gelebileceklerini göstermek için yani ibret-i alem için İkinci Süleyman Mabedi’nin bugün Ağlama Duvarı olarak bilinen istinat duvarını ayakta bırakmış.

    Osmanlı hakimiyetine kadar Kudüs’e girmeleri yasak olan Yahudiler, Kanuni’nin Kudüs’e egemen olması ile birlikte yavaş yavaş tekrar şehre dönmeye başlamışlar. 1538 yılında şehir surlarının yeniden inşa edilmeye başlanmasından 14 yıl sonra Kanuni Sultan Süleyman, saray mimarına Batı Duvarı olarak bilinen bölgenin Yahudilere ibadet yeri olarak hazırlanmasını emretmiş. Batı Duvarının bir ibadet yeri olarak hazırlanmasından sonra Sultan Süleyman Yahudilerin orada her zaman dua etme hakkını tanıyan bir ferman yayınlamış. Kanuni Sultan Süleyman Yahudilere bu hakkı, Tapınak Dağı yani Mescid-i Aksa üzerinde dua etmekten vazgeçmeleri üzerine vermiş. Ferman 19. yüzyıla kadar yürürlükte kalmış ve 1840 yılında Kudüs valisi olan Mısırlı İbrahim Paşa Yahudilere geçmişte olduğu gibi Batı Duvarını ziyaret izni verirken bölgeye yakın sokakları taşlarla döşemelerini, dualarını yüksek sesle yapmamalarını ve kutsal kitaplarını açıkça teşhir etmemelerini emretmiş. Ondan sonra gelen valiler de 1841, 1889, 1893 ve 1909 yıllarında bu fermanı yenilemişler. Ellerinde sultanın fermanı olduğu için Müslümanlar dahil hiç kimse Yahudilerin Batı Duvarına gidip dua etmelerini engellememişler. Aslında Kanuni Sultan Süleyman’ın izin verdiği ve 400 yıldan daha uzun bir süre Yahudi ibadet merkezi olarak belirlen yer bugün görülen büyük duvar değil, onun yanında göreceğiniz etrafı kapalı küçük duvar parçasıymış. 16. yüzyıldan, Kudüs Savaşı’nın yaşandığı 1967 yılına kadar bu alan, sadece dar bir sokaktan ibaretmiş. Dua alanı sadece 4 metre genişliğinde ve 28 metre uzunluğunda olup batı duvarının 488 metre uzunluğunun sadece %6’sından azını ifade ediyormuş.

    1948 yılında yaşanan Arap-İsrail Savaşı’nda Ürdün Ordusu Kudüs’ün eski kısmını ve Batı Duvarı’nı ele geçirmiş. Daha sonra yapılan Ürdün ve İsrail arasındaki ateşkes antlaşması ile Yahudiler de dahil olmak üzere herkesin Batı Duvarı'na serbestçe ulaşmasına izin verilmiş ancak 1948-1967 arasında Ürdün bu şartı ihlal etmiş ve Yahudilerin Batı Duvarı'na yaklaşmasını engellemiş. İsrail Yahudilerinin tümü bu kutsal yere erişemeden büyümüş. İsrail hükümeti, Kral Davud’un Zion Tepesi üzerindeki mezarı ve Herzl Tepesindeki askeri mezarlık gibi alternatif kutsal alanlar sağlamaya çalışmış ancak halkın Batı Duvarı’na erişememesi bu mekanı daha saygın, daha cazip bir yer haline getirmiş. 1967 yılında yaşanan Altı Gün Savaşı’ndan galip ayrılan İsrail, Kudüs’ün büyük çoğunluğunu ele geçirmiş. Savaş sonrasında İsrail'in ilk başbakanı olarak emekliye ayrılan David Ben Gurion, Kudüs Belediye Başkanı Teddy Kollek ile İsrail Doğa ve Parklar Müdürü Yaacov Yanai'nin eşliğinde Batı Duvarı'na gelmiş ve İsrail devletinin efsanevi kurucusu ve ödün vermez bir laik olan Ben-Gurion başını Batı Duvarı’na dayayarak ağlamış. Sonrasında korumalarına Arapça al-Burak yazan levhayı kaldırmaları talimatını vermiş. Daha sonra Ben Gurion, Yanai'ye dönmüş ve ona ‘’Buradaki tuvaletleri görmekten utanmıyor musunuz?’’ diye sormuş. Yanai ise Ben Gurion'un kızgınlığı üzerine Kollek'e; ‘’Burayı temizlemeliyiz. Duvar'a şekil vermeliyiz’’ demiş ve Kollek de bu emir ile Mağribi Mahallesi’ndeki evleri buldozerlerle yıkıp bölgeyi düzleştirerek mahalle arasından duvara ulaşılan dar geçidi bugün Batı Duvarı Meydanı olarak bilinen açık alana dönüştürmüş. Böylece az sayıda dua edeni zorlukla barındıracak küçük alan yerine, binlerce insanın sığabileceği yeni bir alan hazırlanmış.

    Batı Duvarı'nı kutsal bir alan olarak belirleyen eski bir Yahudi geleneği yok, zaten burası Kanuni Sultan Süleyman tarafından dua edilen bir mekan olarak belirlenmiş. Son 150 yıl içinde Yahudiliğin en kutsal alanı haline dönüşmüş. Önceki yüzyıllarda da Yahudiler yıkılan mabetlere atıfta bulunup haykırarak dua ediyorlarmış ancak bugün burada ibadet eden Yahudi nesli, Ben Gurion’un duvara başını yaslayıp ağlamasından sonra ağlayarak dua etmeyi adet edinmiş. Ağlama Duvarı adının verilmesi de 1970’li yıllarda Kudüs’ü ziyaret eden Avrupalı gezginlerin anlatımları sonucu ortaya çıkmış. Aslında duvarın asıl adı Batı Duvarı. Tabi bu Yahudilere göre böyle. Müslümanlar için bu duvarın adı Durak Duvarı. Sebebi ise; Hz. Peygamber’in 621 yılında Miraç için Kudüs’e geldiğinde, Burak adında; merkeple katır arası bir büyüklüğe sahip beyaz renkli kanatlı binitini bu duvara başlamış olması. Hz. Muhammed (S.A.V), Mekke’den Kudüs’e geldiği Burak adlı binitini bu duvara bağlamış ve daha sonra bugün Mescid-i Aksa Camii’nin kıble duvarı üzerinde bulunan kapıdan Beytü’l Makdis denilen kutsal alana girmiş. Duvarı karşınıza aldığınızda, sağ üst köşede göreceğiniz kapının adı Mağribi Kapısı ve bu kapı doğrudan Mescid-i Aksa’ya açılıyor. Kapıya bağlı olan ahşap köprü ise haftanın belirli günlerinde gayrimüslimlerin Mescid-i Aksa avlusunu ziyaret etmelerine imkan sağlamak için yapılmış. Müslüman olmayan turistler, İsrail Polisi eşliğinde bu kapıdan geçerek avluya ulaşıyor ve gezinti yapıyorlar. Bu kapı, daha önce burada bulunan Faslılar Mahallesi’ne ait olduğu için Mağribi (Faslılar) Kapısı adını almış. Ağlama Duvarı önünde Yahudiler haremlik-selamlık olarak dua ediyorlar ve hem erkeklerin hem de kadınların başları açık bir şekilde dua alanına girmeleri yasak. Yani duvarın önüne başınızda kippa olmadan geçemezsiniz. Duvarın önünde kurulan barikatın hemen yanından kippa alabilirsiniz. Eğer şort giymişseniz duvara yaklaşmanıza izin verilmez. Ağlama Duvarı’nın olduğu alana, X-Ray cihazı olan arama noktalarından geçilerek ulaşılıyor ve bu alanın olduğu yere açılan sokakların başında da uzun namlulu silahları olan İsrail askerleri nöbet tutuyor. İbadet ederken duvarın arasına sıkıştırdıkları kağıtlara ise dileklerini yazıyorlar.

    Günümüzde, İsrail yönetiminde söz sahibi olan bir takım Siyonist gruplar, Yahudiliğin en kutsal öğelerinden birisi olan, içerisinde Eski Ahit’in saklandığına inandıkları Ahit Sandığı’nın Ağlama Duvarı önünde gömülü olduğuna inanıyor ve bu sandığı bulabilmek için Ağlama Duvarı Meydanı’nda hummalı bir kazı çalışması yapıyorlar. Müslümanlara göre ise bu kazıların asıl amacı Mescid-i Aksa'nın altına doğru tüneller kazarak yıkılmasına yol açmak ve hayalini kurdukları Yahudi Tapınağı’nı, Mescid-i Aksa'nın yerine yeniden inşa etmek. Ağlama Duvarı’nı arkanıza aldığınızda, tam karşınızda bir balkon göreceksiniz. Bu balkon Ağlama Duvarı’nı en iyi gözlemleyebileceğiniz yer, aklınızda bulunsun.

2. Ağlama Duvarı’nın Tünelleri (Western Wall Tunnels): Ağlama Duvarı’nın önünde göreceğiniz meydanın hemen solunda, Ağlama Duvarı tünellerinin bilet gişesi bulunuyor. Bu gişeden rehberli turlar için bilet alabilir ve Ağlama Duvarı’na ait tünellerde mistik bir gezinti yapabilirsiniz. Tur yaklaşık 1 saat sürüyor ve fiyatlar da öğrenci için 19 Şekel, yetişkin için 38 Şekel. Türkiye öğrenci kimliğinizi burada kullanabilirsiniz. Tur boyunca su depolarını, eski köprü kalıntılarını vs. görecek ve rehberden detaylı bilgiler alacaksınız. Turlarda genellikle 8-10 kişilik kontenjan oluyor, bu yüzden işinizi garantiye almak istiyorsanız The Kotel adresinden biletinizi online olarak satın alabilirsiniz.

3. Hz. Davud Kabri ve Son Akşam Yemeği Kilisesi (King David’s Tomb Cave): Zion (Siyon) Tepesi’nde yer alan, Hz. Davud’un kabrinin bulunduğu külliyeden geriye sadece Müslümanlara ait mezarlar kalmış durumda zira Hz. Davud’un kabri, İsrail yönetimi tarafından sinagoga ve Memlûkler zamanında yapılan Davud Mescidi de müzeye çevrilmiş. Haftanın her günü burada, Hz. Davud’un kabri başında, haremlik-selamlık şeklinde ellerinde Tevratlar ile dua eden Yahudileri görebilirsiniz. Aynı şekilde Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı cami de günümüzde müze olarak hizmet veriyor. Caminin kitabesi hala yerinde duruyor. Hristiyan inancına göre Hz. İsa, Ferisiler tarafından yakalanmadan önce havarileri ile birlikte son akşam yemeğini burada yemiş. Bu yüzden bu bölgeye ‘’Son Akşam Yemeği Kilisesi’’ inşa edilmiş. Buraya kadar her şey normal ancak yemeği yediği tam yerin Davud Mescidi’nin olduğu alan olduğunu iddia ettikleri için Davud Mescidi’ni de kiliseye bağlayarak müze statüsü kazandırmışlar. Müslümanların mescitte dua etmeleri yasak çünkü burası bir müze ancak Hristiyanların dua etmesi serbest. Hz. Davud’un kabri üzerine inşa edilen mescide yani günümüzdeki sinagoga erkeklerin kippa takarak ve kadınların da başlarını örterek girmesi gerekiyor. İçeride haremlik-selamlık bölümleri var yani erkekler ayrı kadınlar ayrı dua ediyor.

4. Davut Kulesi – Davut Burcu (Tower of David): Kudüs Kalesi olarak da adlandırılan bu antik yapı, Yafa (Jaffa) Kapısı'nın yanında, Kudüs'ün eski şehrinin girişinde yer alıyor. MS 70 yılında Romalılara karşı ayaklanan Yahudiler, şehrin en yüksek noktası olduğu için ilk önce bu kuleyi zapt etmişler ancak isyanı bastıran Titus, Yahudileri kuleden men ederek burayı askeri bir kışla haline getirmiş. Bizanslılar döneminde manastır yapılan kule, Emeviler tarafından tekrar kaleye çevrilmiş. Bugünkü şekli 1310 ise Memlûk Hükümdarı Muhammed Nasır döneminde verilmiş. Bir Haçlı burcu olan Tancred Kulesi, Osmanlılar döneminde Davut Burcuna eklenmiş. Yine Osmanlı döneminde bir cami ve minare eklenmiş, etrafı hendeklerle çevrilmiş ayrıca bir de kapı eklenmiş. Yani kalenin bugün ayakta kalan kısmı Memlûk ve Osmanlı dönemlerinden kalma. Haşmonayim Hanedanı, Hirodes, Bizans ve ilk İslam devletleri dönemlerinde bir dizi tahkimatlar yapılan kule, özellikle on yıllarca süren Haçlı Seferleri sırasında büyük tahribata uğramış. Evliya Çelebi Seyahatnamesine bu kule ile alakalı; mutasarrıfın emrinde 500 asker istihdam edildiğini ve bu askerlerin Şam’dan Mekke’ye giden hacı kafilelerine eşlik ettiklerini yazmış. İçerisinde yer müzelerde, Birinci Tapınak dönemi de dahil olmak üzere yaklaşık 2.500 yıllık arkeolojik buluntular sergileniyor. Hem Yeni Kudüs hem de Eski Kudüs’ü yukarıdan görmek isteyenler için en ideal noktalardan birisi ancak giriş ücreti biraz pahalı.

5. Hurva Sinagogu (Hurva Synagogue): Burası Yahudi Mahallesi’nin merkezinde yer alan, Kudüs’ün en büyük sinagogu. Burada bulunan ilk yapı, 18. yüzyılın başlarında Yahuda HeHasid'in takipçileri tarafından 15. yüzyıldan kalma bir sinagogun kalıntıları üzerinde kurulmuş ancak birkaç yıl sonra 1721'de sahiplerinin yerel Müslümanlara olan borcunu ödeyememesi nedeniyle Osmanlı yetkilileri tarafından yıkılmış. Boş kalan arsa, Perushim olarak bilinen Aşkenazi Yahudi cemaatinin üyeleri tarafından 1837'de yeniden sinagog yapılana kadar 116 yıl boyunca ıssız kaldığı için ‘Harabe’ anlamına gelen Hurva adıyla anılmış. 1864 yılında Perushim, sinagogu yeniden inşa etmiş ve resmi olarak Beis Yaakov Sinagogu olarak adlandırılmasına rağmen Hurva adını korumaya devam etmiş. 1948 Arap-İsrail Savaşı sırasında Arap Lejyonu (Ürdün Ordusu) tarafından dinamitlenerek yıkılıncaya kadar Kudüs'ün ana Aşkenazi sinagogu olmuş. Kente giren Ürdün güçlerinin komutanı ‘Bin yıldır ilk kez Yahudi Mahallesi’nde tek bir Yahudiye rastlanmıyor, onlara ait tek bir yapı dahi ayakta kalmadı. Bu da Yahudilerin bu mahalleye geri dönmelerini olanaksız kılıyor.’ demiş. İsrail 1967'de yaşanan Altı Gün Savaşı neticesinde Ürdün'ün elinden Doğu Kudüs'ü aldıktan sonra, yeni bir binanın tasarımı için bir dizi plan sunulmuş. Yıllarca süren tartışma ve kararsızlıktan sonra, 1977'de bölgeye bir anma kemeri dikilmiş ve Yahudi Mahallesi'nin önemli bir simgesi haline gelmiş. Sinagogu 19. yüzyıl tarzında yeniden inşa etme planı 2000 yılında İsrail Hükümeti tarafından onaylanmış ve yeniden inşa edilen sinagog 15 Mart 2010'da açılmış. Sinagogun giriş ücreti 5 Şekel ve bu ücreti ödedikten sonra hem teras katına çıkıp Kudüs manzarasını seyredebiliyor hem de sinagogun içinde gezinebiliyorsunuz. Halen aktif olarak kullanılan bir din merkezi olduğu için ziyaret ettiğinizde içeride Tevrat okuyan insanları rahatsız etmemek için sessiz olmanız gerekiyor. Hem alt katını hem de kadınlar için ayrılan üst katı ziyaret edebiliyorsunuz.

    Hurva Sinagogu’nun hemen yanında bulunan Ramban Sinagogu, 1267 yılında Endülüs’ten Kudüs’e göçen Rabbi Moses ben Nahman adında bir Rabbi (Yahudi yasalarını bilen, Tanah'ı iyice öğrenmiş haham) tarafından kurulmuş. Ramban adındaki haham, Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethinden sonra şehre gelmiş ve tam olarak burada bulunan metruk bir binayı satın alarak yapıyı sinagog haline getirmiş. Binayı yaparken de Romalılara ait Cardo Caddesi’nden sütun getirmiş. Bu sütunları halen sinagogun içerisinde görebilmek mümkün. Ramban’ın Kudüs’e taşındığını duyan binlerce Seferad Yahudisi de buraya göç etmiş ve Kudüs’ün Yahudi Mahallesi ilk olarak burada kurulmuş.

    Ramban Sinagogu’nun yanında göreceğiniz Halife Ömer Camii (Caliph Omar Mosque), günümüze Memlûklerden kalan şekli ile ulaşmış. Camide ibadet eden Müslümanların, sinagogda yüksek sesle ibadet eden Yahudileri şikâyet etmeleri sonucu Ramban Sinagogu uzun bir süre ibadete kapalı kalmış. Bugün ise Halife Ömer Camii ibadete kapatılmış durumda. 1967 yılından bu yana caminin kapıları kilitli.

 6. The Cardo - Ancient Roman Street (Cardo of Maximus): Yahudi Mahallesi’nin en önemli adreslerinden birisi olan Cardo, Ağlama Duvarı’na çok yakın bir konumda yer alıyor. 6. yüzyıldan kalma bu sütunlar, Bizans Dönemi’nde Kudüs’ün ana caddesiymiş. MS 130'lu yıllarda Hadrian, Kudüs'ü yeniden inşa ettirmiş ve diğer Roma şehirleri gibi Kudüs'ün sokak planına bir Cardo eklemiş. Hadrian’nın Cardo’su, Şam Kapısı'ndan güneye doğru 22,5 metre genişliğinde asfalt bir yolmuş. Daha sonra MS 6. yüzyılda Bizans döneminde İmparator Justinianus, Kudüs Cardo'sunu güneye, Kutsal Kabir Kilisesi ve Zion Kapısı'na kadar uzatmış. Cardo ‘kalp’ anlamına geliyor ve cadde de şehrin tam kalbinde olduğu için bu adı almış. Sağında ve solunda sütunlar olan bu cadde, Bizans Dönemi’nde tüm şehri kuzeyden güneye kesen uzun bir caddeymiş. Tezgahlar, caddenin üstü kapalı olan bölümüne kuruluyor, insanlar bu caddede geziyor ve alışveriş yapıyormuş. Kutsal Kabir Kilisesi'nin tören alayları yine bu caddede yapılıyormuş. Orijinal Cardo'nun inşa edilmesinden 500 yıl sonra, Kudüs’ü ele geçiren Haçlılar yolun bir kısmı boyunca bir çarşı inşa etmişler.

    Ürdün'ün Madaba şehrinde, 6. yüzyıldan kalma bir kilise zemininde Filistin topraklarının mozaik bir haritası keşfedilmiş. Kudüs’ün en eski haritası olan bu mozaik üzerinde şehir merkezi, surlar, kapılar, kırmızı çatılı kiliseler ve Cardo denilen bu kutsal yol net olarak görülebiliyor. Harita üzerinde Şam Kapısı ile Zion Kapısı arasında, sağlı sollu sütunlar ile tasvir edilen Cardo’nun, bugün 4 şeritli bir otoyola eşdeğer olduğu tahmin ediliyor. Bugün, modern cadde seviyesinin 20 metre altında bulunan Cardo'nun bir kısmı, Yahudi galerileri ve dükkanlarından oluşan restore edilmiş bir pasaj, diğer kısmı ise açık havada yeniden inşa edilmiş bir cadde olarak hizmet veriyor. Cardo'nun alışveriş bölümü güzel bir tonozlu tavanın altında bulunuyor ve modern mağazalar da Cardo'yu çevreleyen antik Haçlı dükkanlarında yer alıyor. Dilerseniz bu tarihi yola inip gezebilir ayrıca hem Birinci hem de İkinci Tapınak zamanından (MÖ 10. ve 1. yüzyıllar) kaldığı düşünülen kalıntıları görebilirsiniz.

ERMENİ MAHALLESİ;

    Ermeni Çeyreği, Eski Şehir kısmında yer alan en küçük çeyrek. Ermeniler Hristiyan olmalarına rağmen Ermeni Çeyreği, Hristiyan Çeyreği’nden farklı bir profile sahip. Alanın küçük ve nüfusun az olmasına rağmen Ermeniler ve Patriklikleri, Eski Şehirde oldukça özgür ve güçlü bir kamuoyu gücüne sahipler. 1948 Arap-İsrail Savaşı sonrasında çeyrekler Ürdün kontrolü altına girmiş ve Ürdün kanunlarına göre; Ermeniler ve diğer Hristiyanlar özel Hristiyan okullarında İncil ve Kuran’a eşit zaman ayırmak zorunda bırakılmışlar ayrıca Ermeni Kilisenin varlıklarını artırması yasaklanmış. 1967 Savaşı, bu çeyreğin sakinleri tarafından mucize olarak hatırlanıyor, nedeni ise Ermeni Manastırının içinde patlamamış iki bomba bulunmuş olması. Bugün, Kudüs’te 3000’den fazla Ermeni yaşıyor ve bunların sadece 500’ü Ermeni Çeyreği’nde ikamet ediyor. Burada yaşayanların bazıları papaz okulunda eğitim gören ya da kilisede çalışan geçici yerleşimciler. Ermeni Patrikliği, bu çeyrekteki ve Batı Kudüs’teki bazı değerli topraklara sahip. 1967 Savaşı sonrası İsrail Devleti, savaşta zarar gören kilise ve diğer kutsal alanları restore etmeleri amacıyla zararın kimden geldiğini gözetmeksizin yüklü bir miktar tazminat ödemiş. 1975 yılında ise bu çeyrekte bir Papaz okulu kurulmuş.

    Ermeni Mahallesi konum olarak Yahudi Mahallesi ve Hristiyan Mahallesi’nin arasında bulunuyor. Bu iki mahalle ile neredeyse iç içe geçmiş durumda. Diğer mahallelere kıyasla çok daha sakin bir bölge. Ermeni Mahallesi’nde konut sahibi olan Ermenilerin birçoğu burada ikamet etmiyor ancak bir servet de teklif edilse asla ve asla ne evlerini ne de arsalarını hiçbir suretle satmıyorlar. Elbette bunun sebebi Kudüs’teki nüfuslarını, etkinliklerini ve varlıklarını kaybetmek istememeleri. Kudüs’te böylesine büyük bir Ermeni Mahallesi’nin olma sebebi Ermenilerin, Kudüs’e hakim olan her milletle iyi geçinmeleri. Tarih boyunca Kudüs’te kesintisiz olarak varlıklarını sürdürebilen tek topluluk Ermeniler. Haçlılar tarafından eziyet görmelerine rağmen Müslümanlar tarih boyunca Ermenileri hep koruyup kollamışlar, hiçbir zaman zarar vermemişler. Romalılardan önce Hristiyanlığı kabul eden Ermeniler, tıpkı Romalılar gibi Ortodoks olmalarına rağmen bu dini Aziz Gregor adındaki bir din adamından öğrendikleri için onun öğretilerini takip edip Gregoryan olmuşlar. Bu yüzden Romalılar hiçbir zaman Ermenileri sevmemiş. Ermeni Mahallesi’nde başta Ermeni Ortodoks Patrikhanesi Caddesi olmak üzere hangi sokağa girerseniz girin, duvarlarda Türkiye’yi suçlayan sözde Ermeni Soykırımı afişleri göreceksiniz. Yine Ermeni Mahallesi’nin sokaklarından birinin adı Ararat Street yani Ağrı Dağı Sokak. Ermeni Çeyreği’nin en önemli yeri, içerisinde Aziz James Kilisesi, Ermeni Müzesi ve Ermeni ailelerin konutlarının bulunduğu küçük Ermeni Mahallesi’ne ev sahipliği yapan Ermeni Patrikhanesi Kompleksi.

1. Süryani Ortodoks Kilisesi (Syriac Orthodox Church): Ülkemizde de küçük bir topluluğa sahip olan Süryanilerin günümüzde nüfusu yaklaşık 5 milyon kadar. Süryaniler kendilerini ilk Hristiyanlar olarak tanımlıyorlar ve ilk patrikleri olarak da Hz. İsa’nın baş havarisi olan Aziz Petrus’u görüyorlar. Hatta Süryani Patriği, Petrus'un kanuni halifesi kabul ediliyor. Aziz Petrus’un MS. 34 yılında Antakya’da Süryaniliği kurduğuna inanıyorlar. Halen Hz. İsa’nın konuştuğu Aramice’nin farklı bir lehçesi olan Süryanice konuşuyorlar. Patriklik Merkezi'nin adı her ne kadar ‘’Antakya Süryani Patrikliği’’ olsa da Patriklik merkezi bugün Şam'da bulunuyor ve şimdiki patrikleri olan Mor Iğnatius II Afrem Kerim de şu anda Şam'da ikamet ediyor. 20. yüzyılın başında Patriklik Merkezi Mardin şehriymiş, bugün hala Mardin genelinde Süryani topluluğu, Süryani Kiliselerinde varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. 4 tanesi Türkiye’de olmak üzere Süryani Kadim Kilisesi'nde Patriğe bağlı 20 Metropolit (Hristiyanlıkta bir bölgenin tüm kiliselerinden sorumlu piskopos veya başpiskopos) bulunuyor.

    Süryaniler, Kudüs’te bulunan ve Aziz Markos’a adanan Süryani Kilisesi’nin, dünyanın ilk kilisesi olduğuna inanıyorlar zira kendilerinin ilk Hristiyanlar olduklarını düşünüyorlar. Aziz Markos, havari olmamasına rağmen Hz. İsa’nın işaret ettiği 70 gözde öğrenciden birisi ve baş havari Petrus’un da hem tercümanı hem de yardımcısı. Markos İncili’ni de havari Petrus’un vaazlarını dinleyerek derlemiş. Süryaniler, Aziz Markos’un Havari Petrus’un en yakınındaki kişi olduğunu ve aynı zamanda burada Markos’un annesine ait bir ev olduğunu düşündükleri için kiliseye onun adını vermişler. Her ne kadar kilisenin 1. yüzyıla ait olduğunu iddia etseler de yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen yazıtlara göre kilisenin 5. yüzyıldan kaldığı anlaşılmış. Kilisenin en kıymetli yeri olan apsid bölümü, ayin saatleri haricinde perde ile kapatılıyor. Bu yüzden kiliseyi özellikle Pazar günü veya ibadet saatlerinde ziyaret etmeye çalışmalısınız.

2. Aziz James Kilisesi (St. James Church): Ermeni Patrikhanesi kompleksi içerisinde yer alan ve Kudüs Ermeni Patrikhanesinin ana kilisesi konumunda olan Aziz James Kilisesi’nin sonraki yüzyıllarda eklemeler yapılarak yeni bir görünüm kazanan iskelet yapısı, 1162 yılından yani Haçlılar döneminden kalma. Hz. İsa’nın 12 havarisinden birisi olan Hz. Yakup’a (James) adanmış. Aziz James’in kafasının Herod tarafından burada kesilerek idam edildiğine inandıkları için bu ismi vermişler. Kilisenin içerisinde göreceğiniz çiniler, 18. yüzyılda Kudüs Ermenileri için İstanbul’da kendini Ermeni Kilisesi’nin direğine zincirleyen ve yardım toplayan Ermeni Patriği Gregorius’un topladığı paralar ile İstanbul’da üretilerek Kudüs’e götürülmüş ve bu kiliseye yerleştirilmiş. İplere asılı halde duran ahşap kütükler, sopalarla vurup ses çıkartılarak bir dönem çan yerine kullanılmış. Sol tarafta göreceğiniz küçük şapel, Aziz James’in kafasının gömüldüğüne inanılan yere kurulmuş. Şapelin kapı kantlarında bulunan sedefler, Suriyeli ve Filistinli sedef ustaları tarafından yapılmış. Bu kiliseyi de ibadet saatinde ziyaret etmenizi ve siyah kukuletalı cübbe giyen Ermeni papazlarının yönettiği ayini seyretmenizi öneririm.

3. Ermeni Müzesi (Armenian Museum): Müzenin olduğu bina 1853 yılında bir hacı oteli olarak inşa edilmiş ancak 1975 yılında müzeye çevrilmiş. İlk katında Urartular döneminden itibaren Ermenilerin dünya tarihindeki yeri, Hristiyanlığın Ermenistan’a girişi ve daha da önemlisi sözde Ermeni Soykırımı’nı anlatılıyor. 1915 yılında Türklerin 1.5 milyon Ermeni’yi katlettiğini iddia eden Ermeniler, bu müzede sözde katliamın canlı fotoğraflarını sergiliyorlar. İkinci katında ise Ermeni sanatçıların eserleri, Ermeni Mahallesi’nde yapılan kazılarda çıkarılan arkeolojik buluntular, Ermeni alfabesinin anlatıldığı dokümanlar ve Ermenice el yazması eserler sergileniyor. St. James Caddesi üzerinde yer alan müze Pazar hariç haftanın her günü 9:30-6:30 saatleri arasında açık oluyor. Giriş ücreti 5 Şekel.

KUDÜS ESKİ ŞEHİR DIŞINDA KALAN KUTSAL YERLER;

    Kudüs’ün Eski Şehir bölgesini gezdikten sonra, Aslanlı Kapı’dan çıkıp Zeytin Dağı’na doğru yapacağınız bir yürüyüşte, birçok farklı önemli durağa uğrayacaksınız. Dilerseniz hiç Eski Şehir’e girmeden, ilk önce sur dışını da gezebilirsiniz. Hatta bana sorarsanız bu şekilde yapmanız daha mantıklı ve faydalı olacaktır çünkü ilk önce yüksek bir tepe olan Zeytin Dağı’ndan Kudüs’ü bir görün, görüntüyü hafızanıza kazıyın, daha sonra sur içini gezin derim. Aslanlı Kapı ile Zeytin Dağı arasında Kidron Vadisi bulunuyor, bu vadinin diğer tarafına geçtiğinizde görülmesi gereken yerleri birbiri ardına ziyaret edebilirsiniz. Zeytin Dağı yüksek bir konumda olduğu için biraz yorucu bir yürüyüş olacaktır ancak göreceklerinizin tüm yorgunluğunuza değeceğini garanti ederim. Eğer yorulmak istemiyorsanız, taksiyle direkt olarak Zeytin Dağı’na çıkıp, oradan aşağı sallanıp görülecek yerleri ziyaret ede ede iniş yapabilirsiniz. Zaten yukarı tırmandığınızda grupların Zeytin Dağı’na otobüsle çıktıklarını göreceksiniz. Ben yürüyerek çıkıp indiğim için güzergahı ona göre vereceğim.

1. Kidron Vadisi (Kidron Valley): Aslanlı Kapı ve Altın Kapı’nın olduğu Doğu duvarları ile Zeytin Dağı tepesi arasında, bir diğer tanımlamaya göre Hz. Davud’un kabrinin olduğu Zion Dağı ile Zeytin Dağı arasında kalan Kidron Vadisi; hem Yahudiler hem de Müslümanlar tarafından kıyametin kopacağı yer olduğuna inanılan kutsal bir bölge. İslam inancına göre kıyamet günü İsrâfil, Kidron Vadisi’nde Allah'ın emri ile iki defa Sûr'a üfleyecek ve yeniden dirilenler burada toplanacak. Sırat Köprüsü de Zeytin Dağı ile Mekke’de bulunan Harem-ül Şerif arasında yani Kidron Vadisi üzerinde kurulacak. Şehrin en eski bölgelerinden birisi olan Kidron Vadisi’nde yapılan arkeolojik kazılarda M.Ö 2000’li yıllara tarihlenen bir yerleşim yeri bulunmuş. Bugün hala devam eden kazılarda, elde edilen buluntulara her geçen gün yenileri ekleniyor.

    Kidron Vadisi’nde bulunan ve Kudüs'ün İlk Tapınak döneminden kalma en önemli mezarlığı olan Silwan Nekropolü’ne, Kudüs’te ikamet eden en yüksek rütbeli yetkililer defnedilmiş. Yapılan araştırmalarda ayrıca MÖ 9. ve 7. yüzyıllara tarihlenen kaya mezarları ortaya çıkarılmış. İkinci Tapınak döneminde de Kudüs'ün ana mezarlık alanlarından birisiymiş. İkinci Tapınak dönemi mezarlarının birçoğu daha sonra, Bizans İmparatorluğu döneminde (4-7. yüzyıl) Kidron Vadisi'nde yaşayan büyük manastır topluluklarının cenazeleri veya keşişleri için barınak ve sığınak olarak kullanılmış. Kidron Vadisi’ne görülmesi gereken 3 adet anıt mezar var;

Abşalom Mezarı (Tomb of Absalom): Abşalom, Tanah'a göre Kral Davud'un oğlu. Öz kız kardeşi Tamar'a tecavüz eden üvey kardeşi Amnon'u öldürmüş. Babasına karşı düşmanlarıyla birleşerek ayaklanan Abşalom, savaşta yenilip, kaçmaya çalışırken uzun saçları bir ağaca takılmış ve Kral Davud'un ordusunu komuta eden Yoab tarafından öldürülmüş. Kidron Vadisi’ne inşa edilen anıt mezar, Abşalom’a atfedilmiş. Abşalom M.Ö 1000’li yıllarda yaşamış ancak anıt mezar M.S 1. yüzyılda inşa edilmiş. Hemen yanında bulunan Yehoşafat Mağarası ile aynı anda inşa edilmiş ve mağara ile birlikte tek bir plan üzerine kurulmuş. Anıt mezar, üç mezar yeri olan bir mezar odası içeriyor. Mezar odası, anıtın alt kısmına oyulmuş ancak sadece üst kısımdan bir merdivenle erişilebiliyor.

Zekeriya Mezarı (Tomb of Zechariah): Yeni Ahit ve Kur'an-ı Kerim’de adı geçen, Yahudilere göre bir Yahudi din büyüğü ve atası, Hristiyanlara göre Vaftizci Yahya’nın babası olan bir din büyüğü ve Müslümanlara göre ise peygamber olan Hz. Zekeriya’ya atfedilen bu türbe, MS. 1 yüzyılda inşa edilmiş. Hemen yanında bulunan Benei Hezir Türbesi’ne, yanındaki kayaya oyulmuş bir geçitten ulaşılıyor.

Benei Hezir Mezarı (Tomb of Benei Hezir): Zekeriya Mezarı’nın hemen yanında göreceğiniz Benei Hezir Türbesi; Benei Hezir ailesinin birkaç kuşak üyelerinin defnedildiği bir aile mezarlığı. Kidron Vadisi'nde bir mezar mağarası karşılayabilecek kadar varlıklı bir aile olan Benei Hezir, bu aile mezarlığını M.S 2. yüzyılda yaptırmış. Bir mezar mağaraları kompleksi olan yapıya, önceleri tek bir kayaya oyulmuş merdiven boşluğundan giriliyormuş ancak daha sonra Zekeriya Mezarı olarak bilinen anıtın avlusundan bir tünel açılarak ek bir giriş oluşturulmuş.

2. Meryem Ana Mezarı Kilisesi – Bakire Meryem Mezar Kilisesi (Tomb Of the Virgin Mary): Aslanlı Kapı’dan çıktıktan sonra Kidron Vadisi’ne doğru indiğinizde ilk göreceğiniz yapı; Hristiyan inancına göre Hz. Meryem’in öldüğü yere inşa edilmiş. Hristiyanlara göre Meryem Ana bu kilisenin hemen altında bulunan mağarada uykuya dalar vaziyette vefat etmiş ve 3 gün sonra dirilerek cennete yükselmiş. Öldükten 3 gün sonra dua ettiği yere gelen Hristiyan azizler, mezarı boş bulmuşlar. Tabi bunların hepsi birer rivayet zira Hz. Meryem’in İzmir/Efes, Irak/Musul, Hindistan/Ninova ve Türkmenistan/Mary şehirleri gibi birçok farklı şehirde orijinal olduğuna inanılan kabirleri mevcut.

    Arkeolojik çalışmalara göre M.S 455 yılında buraya bir kilise inşa edilmiş ancak daha sonra yıkılmış. 680 yılında ise aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Selahaddin Eyyubi döneminde tahrip edildiği için devam eden yıllarda tekrar elden geçirilmiş. Kilisenin giriş kısmında yer alan yüzü, yeni bir yapı ancak kapıdan girdikten sonra 48 basamaklı merdiveni inerek ulaşacağınız şapel bölümü ve merdivenler 12. yüzyıldan kalma. Kilisenin içerisinde; Hz. Meryem’in üzerinde vefat ettiğine inanılan taş bir sütun, Meryem Ana’nın ebeveynlerinin defnedildiğine inanılan Aziz Joachim ve Anna Şapeli (İmran ve Anne), ikonalarla kaplı duvarlar ve kapılar yer alıyor. Merdivenlerden inildiği anda karanlık, sürekli tütsü yanan inanılmaz mistik bir ortamla karşılaşılıyor.

3. Gethsemane Bahçesi (Garden of Gethsemane): Meryem Ana Mezar Kilisesi’ni gördükten sonra Zeytin Dağı’na doğru yürüdüğünüzde, büyük bir kilisenin yanında, içerisinde zeytin ağaçlarının olduğu bir bahçe göreceksiniz. Bu bahçenin adı Gethsemane Bahçesi ve ‘yağ presi’ anlamına gelen Aramice ‘Gaḏ-Šmānê’ kelimesinden türemiş. Sebebi ise burada bulunan zeytin ağaçlarından toplanan zeytinlerden yağ sıkılıyor olması. Bugün hala aynı ağaçlardan yağ sıkılmaya devam ediliyor. Hristiyanlar için en kutsal yerlerden birisi çünkü Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeden önce bu bahçede yakalandığına ve tutuklandığına inanılıyor. Hristiyan inancına göre Hz. İsa, bugün Zion Tepesi’nde yer alan Son Akşam Yemeği Kilisesi’nin olduğu yerde havarileri ile birlikte yemek yemiş ve daha sonra hem ibadet etmek hem de dinlenmek için yine havarileri ile birlikte Gethsemane Bahçesi’ne gelmiş. Burada Havari Yahuda’nın eşlik ettiği Ferisiler tarafından derdest edilmiş, elleri bağlı bir şekilde bugün Altın Kapı’nın olduğu yerden önce Sanhedrin denilen Yahudi Meclisi’ne ardından da Roma Valisi Pontus Pilatus’un huzuruna götürülmüş. Pilatus’un konağı, Çile Yolu’nun başında yer alıyor yani Aslanlı Kapı’dan Eski Kudüs’e girince hemen sağda. Yahuda’nın ihaneti ve Hz. İsa’nın burada yakalanma hadisesi İncil’de şöyle anlatılıyor;

    Yahuda, yüksek kâhinler ve Ferisilerden oluşan bir kalabalıkla birlikte İsa’yı bulmak için yola çıktı. Yanlarında da bir bölük silahlı Romalı asker ve onların komutanı vardı. Yahuda Fısıh yemeğinde İsa tarafından gönderildikten sonra belli ki doğruca yüksek kâhinlere gitmişti (Yuhanna 13:27).

    Onlar da kendi adamlarının yanı sıra bir bölük asker topladı. Yahuda onları ilk olarak İsa ve elçilerinin Fıshı kutladığı odaya götürmüş olabilir. Sonra bu grup Kidron Vadisi’ni geçerek bahçeye doğru yöneldi. İsa’yı bulmaya kararlıydılar, yanlarında silahlarıyla birlikte meşaleler ve kandiller de getirmişlerdi. Yahuda, İsa’yı nerede bulacağından emindi, grubu Zeytinlik Dağı’nın yukarısına doğru götürdü. İsa son hafta elçileriyle beraber Beytanya ve Yeruşalim arasında gidip gelirken Getsemani bahçesine sık sık uğramıştı. Ancak bu kez gece vaktiydi, belki de bahçedeki zeytin ağaçlarının gölgesi İsa’yı gizliyordu. Bu durumda daha önce İsa’yı hiç görmemiş askerler onu nasıl tanıyabilecekti? Yahuda onlara yardım etmek için bir işaret verecekti. Şöyle demişti: “Kimi öpersem, İsa odur; onu tutuklayın ve gözetim altında götürün” (Markos 14:44).

    Yahuda kalabalık grubun önünde bahçede ilerlerken İsa’yı elçileriyle birlikte gördü ve doğrudan ona gitti. “Selam Öğretmen!” diyerek İsa’yı sıcak bir şekilde öptü. İsa da ona, “Arkadaş, neden buradasın?” dedi (Matta 26:49, 50).

    Sonra İsa kendisi yanıt verdi: “Yahuda, İnsanoğlunu bir öpücükle mi ele veriyorsun?” (Luka 22:48). Kendisine ihanet edene söylediği tek söz bu oldu. İsa sonra kandil ve meşalelerin ışığına doğru ilerledi ve onlara “Kimi arıyorsunuz?” dedi. Kalabalıktan “Nasıralı İsa’yı” diye cevap geldi. İsa cesurca “Benim” dedi (Yuhanna 18:4, 5). Adamlar şaşkınlıkla geri geri gidip yere düştüler.

    İşte burası, Hz. İsa için sonun başlangıcı oluyor. Valinin huzuruna çıkarıldıktan sonra sırtına çarmıha gerileceği dev haç yükleniyor, kafasına alay etmek için dikenli tellerden yapılan bir taç takılıyor ve çarmıha gerileceği yer olan Golgotha Tepesi’ne çıkmak üzere Çile Yolu’nu yürümeye zorlanıyor. Müslüman inancına göre de bu hadiselerin çoğu yaşanmış ancak Yahuda Ferisiler ile birlikte Gethsemane Bahçesi’ne geldiğinde Allah tarafından Hz. İsa ve Yahuda’nın yüzleri değiştirilmiş ve Ferisiler Hz. İsa’nın yüzüne sahip olan Yahuda’yı yakalayıp götürmüşler. Hz. İsa ise Allah katına yükseltilmiş.

    Burada yer alan zeytin ağaçlarının Hz. İsa zamanından kalma yani yaklaşık 2000-2100 yıllık olduğuna inanılıyor ancak İtalya Ulusal Araştırma Konseyi tarafından 2012 yılında yapılan karbon testlerinde sadece 3 ağacın yaşları tespit edilebilmiş ve onlar da 1092, 1166 ve 1198 yıllarına tarihleniyor yani en eskisi bile 900 yıllık. Tabi bahçede daha birçok ağaç var ve diğer ağaçların orta kısımları artık yok olduğu için karbon testi yapılamıyor, bu yüzden uzmanlar o ağaçların çok daha eski tarihlere dayanabileceği görüşünde. Yapılan incelemelerde bu 1000 yıllık ağaçların da yine burada bulunan daha eski zeytin ağaçlarının devamı olabileceği ihtimali üzerinde duruluyor çünkü zeytin ağaçları kesilse dahi köklerinden yeniden büyüyebiliyor. Bu durum netleştirilemediği için bugün varlığını sürdüren ağaçların, Hz. İsa’nın altında dinlendiği ağaçlar olduğunu kanıtlanamıyor. DNA testlerine göre ise bahçede bulunan tüm zeytin ağaçlarının ortak bir ana ağaçtan türediği tespit edilmiş yani bu zeytin ağaçlarının soyu, burada bulunan çok daha eski bir zeytin ağacına dayanıyor. Her şekilde bu bahçede göreceğiniz zeytin ağaçları, şu an dünyanın en yaşlı zeytin ağaçları olma unvanını taşıyor.

    Gethsemane Bahçesi, 333 yılından itibaren Hristiyanların haç noktalarından birisi ancak her Hristiyan mezhebine göre Hz. İsa’nın yakalandığı yer farklı. Kimilerine göre bugün Tüm Milletler Kilisesi’nin olduğu yer ve kimilerine göre Meryem Ana Mezar Kilisesi’nin olduğu yer. Neticede İslam da dahil olmak üzere tüm inanç ve inanışlara göre Hz. İsa buralarda bir yerlerde yakalanmış. 1681 yılında Kudüs Kutsal Tarikatı'nın Hırvat şövalyeleri Paul, Antun ve James, Gethsemane Bahçesi'ni satın almış ve bugüne kadar sahibi olan Fransisken topluluğuna bağışlamış. Bahçe girişinin yanında, sağ taraftaki üç boyutlu bir levhada, bahçenin söz konusu topluma armağan edilmesi anlatılıyor. Gethsemane Bahçesi sabahları çok kalabalık oluyor, bu yüzden öğleden sonra, açılış saatlerine en yakın zamanda gitmenizi tavsiye ederim. Gethsemane Bahçesinden Tüm Milletler Kilisesi'ne giriş yapabilir ve her gün 08:30-12:00 ve 14:30-17: 00 saatleri arasında bahçeyi ziyaret edebilirsiniz.

    Gethsemane Bahçesi’nin hemen yanında göreceğiniz kilisenin yaklaşık 100 metre kuzeyinde, Hz. İsa ve öğrencilerinin geceleri kamp kurduğuna inanılan Gethsemane Grotto isimli bir mağara bulunuyor. Bu doğal mağarada, İsa'nın dua ederken havarilerinin uyuduğuna inanılıyor ve bu sahne yaklaşık 1500 yıldır tablolarda, ikonalarda ve rölyeflerde resmediliyor. Pazar ve Perşembe günleri Gethsemane Mağarası saat 16: 00'da kapanıyor.

3. Tüm Milletler Kilisesi – Gethsemane Kilisesi (Church of All Nations – Gethsemane Church): Hz. İsa’nın yakalandığı Gethsemane Bahçesi’nin hemen yanında yer alan bu kilise; Hz. İsa’nın üzerine oturup ızdırap içerisinde dua ettiğine inanılan kayanın tam üstüne inşa edilmiş. Havarileri ile birlikte son akşam yemeğini yiyen Hz. İsa, bu yemekte havarilerine ‘İçinizden birisi bana ihanet edecek’ demiş yani ihanete uğrayacağını biliyormuş. Bu yüzden yakalanmadan önce bu kayanın üzerine oturmuş ve ihanetin verdiği acı ile dua etmiş. Nesilden nesile aktarılan bu hadiseden dolayı MS. 4. yüzyılda bu kayanın üzerine bir Bizans Bazilikası yapılmış ancak 746 yılında yaşanan bir depremde tamamen yıkılmış. 1920 yılında, temeller üzerindeki çalışmalar sırasında, Orta Çağ Haçlı Kilisesinin tabanının iki metre altında bir sütun ve muhteşem bir mozaiğin parçaları bulunmuş. Bu keşfin ardından, mimar hemen yeni temelleri kaldırmış ve burada bulunan eski kilisenin kazılarına başlanmış. Bizans döneminden kalma kilisenin kalıntıları tamamen kazıldıktan sonra, yeni kilisenin planları değiştirilmiş ve mevcut bazilika üzerinde çalışmalar 19 Nisan 1922'den Haziran 1924'e kadar devam etmiş. Şu anki kilise, 4. yüzyıl Bizans Bazilikası ve 1345 yılında terk edilmiş küçük bir 12. yüzyıl Haçlı Kilisesi olan daha önceki iki kilisenin temellerine dayanıyor.

    Tüm Milletler Kilisesi; 1919-1924 yılları arasında, 12 farklı ülkeden gelen fon ile inşa edilmiş. Kilise içinde bulunan kubbelerde, 12 ayrı ülkenin sembolleri kakma altın tavanlar ortasında sergileniyor. Duvarlarda ise Gethsemane Bahçesi İncil anlatılarını betimleyen mozaikler mevcut. Kilisenin bahçelerinde bulunan açık bir sunak; Roma Katolik, Doğu Ortodoks, Ermeni Apostolik, Protestan, Lutheran, Evanjelik, Anglikan ve kültürel olarak herhangi bir özelliğe özgü Hristiyanlığın diğer versiyonları dahil olmak üzere birçok farklı Hristiyan mezhebi tarafından ortak kullanılıyor. Kiliseye bağış yapan ülkeler, doğudan batıya yani sunaktan girişe doğru kuzey apsisten başlayarak; Arjantin, Brezilya, Şili ve Meksika, kilisenin orta kısmında; İtalya, Fransa, İspanya ve Birleşik Krallık, sağ tarafta Belçika, Kanada, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri, apsislerdeki mozaiklerde İrlanda, Macaristan ve Polonya ve ana kayanın etrafındaki taçta ise Avustralya.

4. Maria Magdalena - Azize Mary Kilisesi (Maria Magdalena Church): Azize Mary Magdalena Kilisesi, Rusya Çarı III. Alexander tarafından annesi İmparatoriçe Maria Alexandrovna'nın anısına 1886 yılında yaptırılmış. Soğan biçimli kubbeleri ve genel tarzı, 16. ve 17. yüzyıllardaki Moskova (Muskovit) mimarisini yansıtıyor. Karmaşık bir şekilde dekore edilmiş cephesi mermerden yapılmış gibi görünse de aslında oyulmuş beyaz kumtaşı kullanılmış. Girişin yukarısında dairesel bir mavi mozaik madalyonda, Mary Magdalena beyaz cüppesi ile tasvir edilmiş. Kilise, Mecdelli Meryem veya Magdalalı Meryem olarak da bilinen, Hz. İsa’nın ilk kadın takipçisi ve çok kıymet verdiği bir öğrencisi olan, Hz. İsa Çile Yolu’nda yürürken onun için dua eden Maria Magdelena’ya adanmış. Markos İncili'nin on altıncı bölümüne göre Mary Magdalena, dirilişinden sonra da Mesih'i ilk gören kişiymiş. Ortodoks, Katolik, Anglikan ve Lutheran kiliseleri tarafından bir azize olarak kabul ediliyor ve 22 Temmuz, Hristiyanlıkta Azize Mecdelli Meryem Günü olarak kutlanıyor.

    Her biri uzun bir Rus Ortodoks haçıyla kaplı yedi yaldızlı soğan kubbesi, Azize Mary Magdalena Kilisesi'ni Kudüs'ün en güzel manzaralarından biri yapıyor. Işıklandırılmış kubbelerin, kilisenin etrafını çevreleyen ağaçların üzerinde süzülüyormuş gibi görünmesi, geceleri müthiş bir görsel şölen sunuyor. Kilise içerisinde birkaç farklı ülkeden yaklaşık 30 Rus Ortodoks rahibe yaşıyor. Özellikle ayinlerde söylenen şarkılarının kalitesiyle tanınan kilisede aynı zamanda göz alıcı ikonlar, ayinlerde kullanılan giysiler, eşyalar, nakışlar ve Faberge Yumurtaları bulunuyor.

5. Dominus Flevit Kilisesi (Dominus Flevit Church): Maria Magdalena Kilisesi’nden Zeytin Dağı’na doğru tırmanırken karşınıza gelecek olan Dominus Flevit Kilisesi, çoğu kilise gibi doğuya bakan eski bir Bizans Kilisesi’nin temelleri üzerine inşa edilmiş. Haçlılar döneminde yapılan ilk kilise, 1187 yılında Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü ele geçirmesi neticesinde harabeye dönmüş. 16. yüzyılın başlarında, tam olarak kullanımı tartışmalı olmasına rağmen, eski kilisenin kalıntılarının üzerine Osmanlılar tarafından inşa edilmiş bir cami veya medrese varmış. Bu caminin adı El Mansouriyeh (Muzaffer) ve ayrıca El Khelweh (Hermitage) olarak biliniyor. Fransiskenler, 1891 yılında buraya yakın küçük bir arsa satın almış ve bir şapel inşa etmişler. 1913 yılında Mellon adında bir Fransız kadın tarafından Fransisken şapelinin önüne küçük bir özel ev inşa edilmiş. Bu ev daha sonra Portekizli bir kadına satılmış ve o da Aziz Joseph Rahibelerine satmış. 1940'da mülkün bir kısmı Fransiskenler’in eline geçmiş ve 1953'te Fransiskenler buraya bir duvar inşa etmek istemişler. Duvarın temelleri kazılırken işçiler antik mezarlar ortaya çıkarmışlar. Geç Tunç Çağı'na ait bir Kenan mezarının yanı sıra MÖ 136'dan MS 300'e kadar kullanılan bir nekropol keşfedilmiş. Nekropolün, farklı mezar stilleri ile karakterize edilen iki ayrı döneme ait olduğu tespit edilmiş. İkinci Tapınak dönemi mezarları Mısır tarzı üzeri kapalı anıtsal mezar tarzındayken, Bizans dönemi bölümünün ise MS 3. ve 4. yüzyıllara ait kaya içine oyulmuş mezarlardan oluştuğu anlaşılmış. Burada ayrıca 5. yüzyıldan kalma bir Bizans manastırı da keşfedilmiş. Bu manastırdan alınan mozaikler hala yerinde duruyor.

6. Haggai, Zekeriya ve Malaki Peygamberlerin Mezarı (Tomb of the Prophets: Haggai, Zechariah and Malachi): Burası Zeytin Dağı yamacında bulunan eski mezar sitesi. Hristiyanlar tarafından da benimsenen bir Orta Çağ Yahudi geleneğine göre, MÖ 6-5. yüzyıllarda yaşadığına inanılan son üç İbranice İncil Peygamberi olan Haggai, Zekeriya ve Malaki’nin mezar yeri olduğuna inanılıyor. Arkeologlar, en eski üç mezar odasını MÖ 1. yüzyıla tarihlemişler. Mezar sitesi; 38 mezar nişi içeren iki eş merkezli geçitten oluşuyor. Kayaya oyulmuş büyük mezar mağarasının girişine, her iki tarafta da taş bir korkulukla çevrili bir merdiven ile iniliyor. Merdiven, çapı 8 metre olan büyük, dairesel bir merkezi tonoza açılıyor. Bu merkeze bağlı 1.5 metre genişliğinde ve 3 metre yüksekliğinde iki paralel tünel bulunuyor. Üçüncü bir tünel ise bu iki tünele bağlanıyor. Araştırmalar, kompleksin aslında bu tür mezarların Yahudi cenazesi için kullanılmaya başlandığı MÖ 1. yüzyıldan kalma olduğunu gösteriyor. Bölgede bulunan bazı Yunanca yazıtlar, mağaranın MS 4. ve 5. yüzyıllarda yabancı Hristiyanları gömmek için yeniden kullanıldığını gösteriyor. Mağaranın yan duvarlarından birinde Yunanca bir yazıtta; ‘’Tanrı’ya inanın, Dometila: Hiçbir insan ve hiçbir yaratık ölümsüz değildir!’’ yazıyor.

    Tomb of the Prophets denilen bu kutsal mezar sitesi, Orta Çağ’dan beri Yahudiler tarafından saygı görüyor ve sık sık ziyaret ediliyor. 1882 yılında Rahip Archimandrite Antonine (Kapustin), buraya bir Rus Ortodoks Kilisesi inşa etmiş ancak mağarayı ziyaret eden ve ibadet eden Yahudilerin güçlü protestoları neticesinde açılan davada, Osmanlı mahkemelerince verilen kararda buraya bir kilise inşa edilmesinde herhangi sakınca görülmemiş ancak daha sonra Ruslar, her inançtan insanın erişebileceği yerde Hristiyan sembollerini veya simgelerini sergilememe kararı alarak 1890 yılında kiliseyi yıkmışlar.

7. Zeytin Dağı (Mount of Olives): İslamiyet, Hristiyanlık ve Yahudilik inancına göre Kudüs’ün en kutsal yerlerinden birisi olan Zeytin Dağı, konum itibari ile Kidron Vadisi’nin diğer tarafında Mescid-i Aksa’nın tam karşısında bulunuyor. Hristiyan inancına göre beklenen Mesih kıyamet günü Zeytin Dağı’na inecek, Altın Kapı’ya yürüyecek, Mescid-i Aksa içerisinde bulunan Kutsal Kaya’ya oturacak ve tüm Hristiyan alemine tebliğ yapacak. Yahudi inancına göre beklenen Mesih kıyamet günü Zeytin Dağı’na inecek, mezarlarından dirilen Yahudilerle birlikte Altın Kapı’dan Mescid-i Aksa’ya girecek, Kutsal Kaya’nın üzerine oturacak ve hasretle beklenen Büyük İsrail Krallığı kurulmuş olacak. İslam inancına göre ise kıyamet günü Sırat Köprüsü Zeytin Dağı ile Mekke’de bulunan Harem-ül Şerif arasında kurulacak.

    809 metre yüksekliğe sahip Zeytin Dağı’na tırmandığınızda, tam karşınızda muhteşem bir Mescid-i Aksa ve Kubbet’üs Sahra manzarası göreceksiniz. Dağın tepesinde, manzara seyredebileceğiniz teraslar var ki zaten turist gruplarını görünce neresi olduğunu anlayacaksınız. Sizlere tavsiyem Zeytin Dağı’na gün batımına yakın tırmanın ve güneşin batışını seyredin. Hafızanızdan silinmeyecek bir anı olacağını garanti ederim. Hemen solunuzda göreceğiniz yer, Kudüs’ün en eski yerleşim yerlerinden olan Silvan Mahallesi.

    Zeytin Dağı eteklerinde bulunan mezarlık, bir Yahudi mezarlığı. Mezar lahitlerinin üzerinde göreceğiniz küçük taşlar, mezarı kaç farklı kişinin ziyaret ettiğini gösteriyor. Dua etmeye gelen her farklı kişi kendine ait bir taş bırakıyor. Yahudilik inancına göre beklenen Mesih Zeytin Dağı’na indiğinde, ilk önce Zeytin Dağı eteklerinde yatan Yahudiler dirilecek ve Mesih’le birlikte Altın Kapı’ya yürüyüp Kutsal Alan’a girecekler. İşte bu inanıştan dolayı bu mezarlıkta bulunan mezar yerlerinin fiyatı 500 bin Dolar’a kadar çıkıyor çünkü Yahudilerin büyük çoğunluğu buraya gömülmek ve kıyamet günü ilk dirilenlerden olmak istiyor. Elbette herkese nasip olmuyor, buraya gömülmek için hem çok zengin hem de çok nüfuzlu olmanız gerekiyor. Toplamda 150 bin kadar mezar var ve artık boşluk kalmamış. Bu yüzden Yahudiler Mescid-i Aksa’nın Doğu duvarları dibinde yer alan Babür Rahme Mezarlığı’nı park yapma bahanesi ile yıkmak ve bir Yahudi Mezarlığı’na dönüştürmek istiyorlar.

8. Silvan Mahallesi (Silwan - Kfar ha-Shiloaḥ): Silvan (Silwan) veya diğer adıyla Siloam Mahallesi, Zeytin Dağı’nın hemen solunda ve Mescid-i Aksa Kıble Camii’nin tam arkasında kalan bölgeden oluşuyor. Ağırlıklı olarak Filistin Araplarının ikamet ettiği mahallede aynı zamanda Hristiyanlar ve Yahudiler de yaşıyor. Kudüs’ün en eski yerleşim yerlerinden birisi olduğu için bu bölgede yapılan arkeolojik kazılarda 2000-3000 yıllık kalıntılara rastlanıyor. Yerel kaynaklara göre toplu yerleşim alanı olarak ilk kez 7. yüzyılda bir çiftçi köyü olarak kurulmuş. 19. yüzyıldan itibaren köy, kentsel bir mahalle haline gelene kadar yavaş yavaş Kudüs'e dahil edilmiş. 1948 Kudüs Savaşı’ndan sonra köy, Ürdün yönetimine girmiş ve Ürdün yönetimi, İsrail tarafından işgal edildiği 1967 Altı Gün Savaşı'na kadar sürmüş. Silwan, günümüzde Kudüs Belediyesi'nin bir parçası olarak yönetiliyor. İsrail hükümeti çeşitli bahaneler ile Silwan Mahallesi’nde yaşayan Filistinli Arapların evlerini yıkıyor ve daha sonra ya Yahudi yerleşimcilere veriyor ya da istimlak ediyor. Sundukları bahaneler ise Silwan Mahallesi’nin bir Yahudi Tapınağı üzerine kurulması ve buranın bir sit alanı olması ya da evlerin ruhsatsız olarak inşa edildiği iddiası. Elbette tek gayeleri son derece kıymetli ve bir o kadar da stratejik bir konuma sahip olan bu mahalleden Arap nüfusunu tamamen silmek. Dilerseniz Zeytin Dağı’ndan sonra Silvan Mahallesi’ne inebilir ve hem tarihi sokakları gezebilir hem de yüzlerce yıllık geçmişe sahip camileri ziyaret edebilirsiniz. Kudüs sınırları içinde Filistin kültürünü yakından görebileceğiniz en ideal yerlerden birisi.

KUDÜS YENİ ŞEHİR KISMINDA KALAN YERLER;

    Kudüs’ün, Eski Şehir ve Yeni Şehir olmak üzere iki ayrı bölümden oluştuğunu söylemiştim. Yukarıda anlattığım kısımlar Eski Kudüs sınırları içerisinde kalıyor. Birazdan bahsedeceklerim ise Kudüs’ün yeni ve modern bölümünde. Kudüs’e geldiğiniz zaman sadece Eski Kudüs’ü gezip dönmeyin çünkü diğer kısımlarında da görülmesi gereken, kayda değer birçok farklı adres var. Tıpkı Eski Kudüs gibi Yeni Kudüs de birkaç farklı bölgeye/mahalleye ayrılmış durumda. Jaffa (Yafa) Kapısı’nın tam karşısına düşen Mamilla Bölgesi/Mahallesi için Kudüs’ün refah düzeyi en yüksek olan semti diyebiliriz. Şehrin lüks otelleri, lüks markaların mağazaları, restore edilmiş taş binalarda yer alan özel tasarım giyim ve mücevher mağazaları ve lüks restoranların büyük çoğunluğu Mamilla Bölgesi’nde bulunuyor. Özellikle Eski Kudüs manzarasına sahip bir otel veya restoran arıyorsanız, gitmeniz gereken ilk adresin kesinlikle Mamilla Bölgesi olması gerekiyor. Jaffa Caddesi ve bu caddeye bağlı ara sokaklar ile ‘’Shuk’’ olarak anılan Mahane Yehuda Pazarı civarı, Kudüs’te görmeden dönmemeniz gereken yerler. Eski Kudüs için en az 4 gün ayırmanız gerekiyor, Yeni Kudüs için de en az 2 gün desek Kudüs’ü gezmek için minimum 1 haftaya ihtiyacınız var demektir. Gitmeden önce planınızı ona göre yapın derim. Daha az zaman ayırırsanız ya Eski Kudüs’ü hakkıyla gezemezsiniz ya da Yeni Kudüs’e vakit ayıramazsınız.

1. Alrov Mamilla Caddesi (Alrov Mamilla Avenue): Burası yukarıda bahsettiğim lüks mağazaların, otellerin, restoranların vs. yer aldığı, şehrin kalbur üstü caddesi diyebiliriz. Genellikle Kudüs’ün zengin Yahudi kesiminin takıldığı, oldukça pahalı bir cadde. Eğer bütçeniz müsaade ediyorsa, bu civarda bir akşam yemeği yemenizi tavsiye ederim. Özellikle de otellerin Eski Kudüs manzaralı teras restoranlarında. Sadece restoranlar değil aynı zamanda kafeleri ile de ünlü bir cadde. Dediğim gibi fiyatlar pahalı ama ortam şahane. Eğer gece hayatına takılmak istiyorsanız, yine en doğru adreslerden birisi Alrov Mamilla Caddesi çünkü şehrin en iyi kulüpleri bu cadde üzerinde bulunuyor. Özellikle yaz aylarında sokak sanatçıları performanslarını bu cadde üzerinde sergiliyorlar. Hareketli koltukların bulunduğu Zaman Asansörü (Time Elevator) adlı 4 boyutlu sinemada şehrin hikayesini anlatan filmler gösteriliyor. En kaliteli şarap dükkanları, baharatçılar, bakırcılar vs. yine bu bölgede yer alıyor.

2. Jaffa Caddesi (Jaffa Street): Turist çeken her şehirde mutlaka ama mutlaka trafiğe kapalı bir yürüyüş caddesi olur. İşte Kudüs’ün yürüyüş ve alışveriş caddesi de burası. Jaffa Kapısı ile "Shuk" olarak anılan Mahane Yehuda Pazarı arasında uzanan, bir kısmı trafiğe kapalı oldukça uzun bir cadde. Biraz klişe olacak ama tam anlamı ile Kudüs’ün İstiklal Caddesi olarak tanımlayabiliriz. Jaffa (Yafo) Caddesi üzerinde butik mağazalar, küçük dükkanlar, kafeler, restoranlar, eğlence mekanları, bazı kamu binaları, hosteller, bankalar vs. yer alıyor. Benim konaklama yaptığım Abraham Hostel de bu cadde üzerinde bulunuyor. Yani şehrin en popüler caddesinin üzerinde. Bu yüzden bu hostelde kalmanızı şiddetle tavsiye ederim. Jaffa Caddesi’ne öyle ya da böyle yolunuz düşecektir ancak bana sorarsanız; hem gündüz hem gece yürüyüş yapın ve ara sokakları atlamayın zira akşamları asıl eğlence ara sokaklarda dönüyor. Eski Kudüs’ü gezdikten sonra direkt olarak Jaffa Caddesi’ne geçecekseniz, müthiş bir kültür şokuna hazır olmalısınız zira zamanda yolculuk yapmış olma hissine kapılacağınızı garanti ederim. Aynı durum tam tersi için de geçerli. Yaz aylarında, gündüz saatlerinde hava çok sıcak olduğu için Jaffa Caddesi’nin asıl olayı hava karardıktan sonra başlıyor. Canlı müzikler, dans eden gençler, eşiyle veya sevgilisiyle el ele yürüyüş yapanlar, publara oturup birasını yudumlayanlar, bir yandan atıştırmalıklarını yerken bir yandan sohbet eden insanlar vs. Yani hava karardıktan sonra herkes soluğu bu civarda alıyor.

    Jaffa Kapısı istikametinde giderken solunuzda göreceğiniz, önünde İsrail polisinin nöbet tuttuğu yer, Kudüs Belediye Binası (Jerusalem Municipality). Hemen önünde, Kudüs için şehit olan İsrail askerlerin anısına yapılmış bir anıt mezar, ön cephesinde ise Amerika ve İsrail bayrakları bulunuyor. Kudüs’ün 13 kilometrelik tramvay hattı Yafo Caddesi’nden de geçiyor. Dilerseniz hostelinizden çıktıktan sonra direkt olarak tramvaya binip, Jaffa Kapısı karşısında inerek Eski Kudüs’e adım atabilirsiniz. Aynı şekilde hostelden çıktıktan hemen sonra tramvaya binebilir ve otobüs terminalinin tam önünde inebilirsiniz. Caddenin tam ortasında göreceğiniz I Love JLM yazısının olduğu yere Zion Square yani Siyon Meydanı deniliyor ve caddenin en popüler noktası burası. Sokak performansları bu meydanda sergileniyor. Zion Square’e bağlanan Ben Yehuda Street de en az Jaffa Caddesi kadar popüler. Bu çevreyi kesinlikle her sokağına kadar gezin derim.

3. Herzl Tepesi (Mount Herzl - Har HaZikaron): Burası Kudüs şehir merkezine yaklaşık 6 km uzaklıkta yer alan, İsrail’e ait ulusal mezarlığı, anıtları ve eğitim tesislerini barındıran yüksek bir tepe. Adını politik (modern) Siyonizm'in kurucusu olan Theodor Herzl’den alıyor ve tepenin en yüksek kısmında da Herzl’in mezarı bulunuyor. Sadece Herzl değil, aynı zamanda; İsrail başbakanlarından Levi Eşkol, Golda Meir, Yitzhak Shamir, Yitzhak Rabin ve Şimon Peres’in mezarları da yine bu tepe üzerinde yer alıyor. Herzl Tepesi’nde birçok farklı anma etkinliği ve ulusal kutlamalar yapılıyor.

    Theodor Herzl; 2 Mayıs 1860 – 3 Temmuz 1904 tarihleri arasında yaşayan ve Modern Siyonizm’in kurucu babası olarak bilinen, Avusturya-Macaristan vatandaşı Yahudi gazeteci, oyun yazarı, yazar ve politik aktivist. Dünya Siyonist Örgütü’nü kurmuş ve bir Yahudi devleti kurma amacı için Yahudilerin, Filistin’e göçmeleri gerektiği fikrini savunmuş. İsrail’in kuruluşundan çok önce yaşamını yitirmiş olmasına rağmen İsrail Devleti’nin kurucu babası olarak biliniyor. Herzl’den, İsrail Bağımsızlık Bildirgesi’nde özel olarak bahsediliyor ve resmi olarak ‘‘Yahudi Devletinin Ruhani Babası’’ yani politik Siyonizm’e somut, uygulanabilir bir platform ve çerçeve sunan bir vizyoner olarak anılıyor. İlk Siyonist teorisyen veya aktivist Herzl değil, örneğin; Yehuda Bibas, Zvi Hirsch Kalischer ve Judah Alkalai gibi birçok dindar Yahudi haham, Herzl’dan daha önce Proto-Siyonizm fikrini desteklemiş ve savunmuşlar ancak Theodor Herzl, bu düşüncelerin tamamını uygulamaya geçirmiş ve hem politik, hem diplomatik, hem de sosyal anlamda bu uğurda kayda değer adımlar atmış, çaba sarf etmiş. Bu sebeple de tarih diğerlerini değil, Herzl’i yazmış.

4. Herzl Müzesi (Herzl Museum): Herzl’in ölümünden kısa bir süre sonra Anglo-Filistin Bankası, bugün Hulda Ormanı’nın bulunduğu Güney-Orta Filistin’de yaklaşık 2.000 dönümlük bir arsa satın almış ve Herzl’in adının yaşatılacağı bu tepede bir çiftlik, çiftliğin yönetimini barındıracak bir idare binası ve Herzl’e adanmış müze inşa edilmiş. 1960 yılında açılan müze, 2005 yılında yapılan revizyon çalışmaları ile çağa ayak uydurabilecek interaktif bir konsept ile yeniden tasarlanmış. Toplamda 4 ayrı bölüme ayrılan müze, görsel ve işitsel 4D film sergileri içeriyor. Bunlarından birincisi Herzl’in Siyonizm yolculuğunu, ikincisi Siyonist siyasi hareketlerdeki faaliyetlerini, üçüncüsü çalışma şekli ve ideolojisini, dördüncüsü ise Herzl’in İsrail vizyonunu anlatıyor. Müze içerisinde ayrıca Herzl’in Viyana’da bulunan çalışma salonunun bir kopyası sergileniyor. Aynı zamanda bir Siyonizm Enstitüsü olan müzede ayrıca seminerler, atölyeler ve yürüyüş turları düzenleniyor. İşletmesi ise 1897 yılında İsviçre’nin Basel kentindeki ilk Siyonist Kongresi’nde, Herzl tarafından kurulan Dünya Siyonist Örgütü tarafından yapılıyor. Müzeye giriş ücreti 25 Şekel.

5. Yad Vashem Müzesi (Yad Vashem Museum): İsrail’in Holokost kurbanları için resmi bir anıtı olan Yad Vashem, Yahudi soykırımında ölenlerin anısını korumaya adanmış bir müze. Aslında sadece bir müze değil aynı zamanda; Nazi zulmüne karşı savaşan Yahudileri ve muhtaç Yahudilere özverili bir şekilde yardım eden Yahudi olmayanları onurlandırmak ve gelecekte bu tür olayların yaşanmasını engellemek amacıyla özelde Holokost olgusunun ve genelde ise soykırımın bilimsel ve sosyolojik anlamda araştırılması için kurulan kapsamlı bir enstitü. 1953 yılında kurulan Yad Vashem, Herzl Dağı’nın batı yamacında, Kudüs Ormanı’nın bitişiğinde yer alıyor ve Anma Dağı olarak da biliniyor. İki tür tesis içeren 180 dönümlük dev bir kompleksten oluşuyor. Birinci kısım; Holokost ve genel olarak soykırımla ilgili bilimsel çalışmalara adanmış ve halkın ihtiyaçlarını karşılayan bir kütüphane, bir yayınevi ve bir eğitim merkezi ile Uluslararası Holokost Araştırmaları Okulu’na ev sahipliği yapıyor. İkinci kısımda ise Holokost Tarihi Müzesi, Çocuk Anıtı ve Anma Salonu, Holokost Sanat Müzesi, heykeller, Cemaatler Vadisi gibi açık hava anma yerleri ve bir sinagog yer alıyor.

    Holokost Tarihi Müzesi’nde; soykırıma ait fotoğraflar, kısa filmler, belgeler, mektuplar, sanat eserleri ve kişisel eşyalar sergileniyor. Yad Vashem’deki İsimler Salonu bölümü; ölenlerin aileleri ve akrabaları tarafından verilen, üç milyondan fazla Holokost kurbanının ismini içeren oldukça ürpertici bir alan. Yad Vashem kampüsünde ziyaret edebileceğiniz daha birçok ürpertici anıt var. Bunlar arasında; ölülerin küllerinin gömüldüğü ve anma töreninde ebedi ateşin yakıldığı Anma Salonu, Holokost’ta hayatını kaybeden bir buçuk milyon Yahudi çocuğun anısına dikilen çocuk anıtı Yad Layeled ve Yahudileri toplama kamplarına götürmek için kullanılan, aslında hayvan taşınan penceresiz ve havalandırmasız bir vagonu temsil eden HaKaron Monument. Aynı kompleks içerisinde yer alan Dürüst Milletler Caddesi; Yahudileri Nazilerden kurtarmak için hayatlarını tehlikeye atan Yahudi olmayanların onuruna dikilmiş 2.000'den fazla ağaçtan oluşuyor. Yad Vashem, duygusal olarak ziyaret edilmesi kolay bir müze değil ancak Yahudi Soykırımı’nın gerçek boyutlarını ve etkisini anlamak için İsrail’e gelen herkesin kesinlikle ziyaret etmesi gereken bir müze. Yad Vashem, her yıl yaklaşık bir milyon ziyaretçisiyle İsrail’in, Batı (Ağlama) Duvarı’ndan sonra en çok ziyaret edilen ikinci turizm noktası. Giriş ücretsiz. Çalışma saatleri ise; Pazar: 09:00-17:00, Pazartesi: 09:00-17:00, Salı: 09:00-17:00, Çarşamba: 09:00-17:00, Perşembe: 09:00-20:00, Cuma: 09:00 -14:00, Cumartesi: Kapalı ve en geç kapanıştan 1 saat öncesine giriş yapmak zorundasınız.

6. İsrail Müzesi (Israel Museum): İsrail Müzesi, 1965 yılında İsrail’in en önde gelen kültürel kurumu ve dünyadaki en ileri gelen ansiklopedik müzelerden birisi olarak kurulmuş. Kudüs’ün Givat Ram bölgesindeki bir tepede ayrıca İsrail Meclisi Knesset, İsrail Anayasa Mahkemesi ve Kudüs İbrani Üniversitesi’nin yakınlarında yer alıyor. Müzenin varlıkları arasında, dünyanın kutsal topraklara ait en kapsamlı arkeolojik koleksiyonları, Yahudi sanatı ve yaşamıyla ilgili eserler ve güzel sanatlar koleksiyonları var.

    Müzede güzel sanatlara ait 11 farklı departman bulunuyor. Bunlar; İsrail Sanatı, Avrupa Sanatı, Modern Sanat, Çağdaş Sanat, Baskı ve Çizimler, Fotoğraf, Tasarım ve Mimari, Asya Sanatı, Afrika Sanatı, Okyanus Sanatı ve Amerika Kıtası Sanatı. Müzede; Tarih Öncesi, Antik Mısır, Hitit, Fenike, İbrani, Hellenistik, Roma, Memlûk ve Osmanlı Dönemlerine ait yaklaşık 500.000 objeden oluşan bir koleksiyon sergileniyor. Sunumda olan nadir objeler arasında; Berekhat Ram’lı Venüs, 1736 yılında Surinam’da kurulan Zedek ve-Şalom Sinagogu’nun içi, Yemen’de Yahudi gelinler tarafından takılan gerdanlıklar, 17. Yüzyıl’dan kalma İran tarzı mozaik bir mihrap, İsa’nın çarmıha gerildiği dönemden kalan, çarmıha germe için kullanıldığına inanılan çivilerden biri, Antik Mısır döneminden kalma 2200 yıllık mumya ve Madrid Prado Müzesi’nden getirilen 10 adet Goya Tablosu sayılabilir.  

    Müzenin bir parçası olan Kitap Tapınağı; şimdiye kadar bulunan en eski İncil parşömenlerinden bazıları olan Ölü Deniz Parşömenlerine (Yahudilere göre Tevrat’ın en eski metinleri olan Kumran Yazıtları) ve Masada antik şehrinde bulunan tarihi eserlere ev sahipliği yapıyor. Tapınağın bitişiğinde; şehrin topografyasının ve mimari karakterinin MS 66 yılında Romalılar tarafından yıkılmasından önceki haliyle yeniden inşa edildiği, İkinci Tapınak Dönemi Kudüs'ünün etkileyici bir modeli bulunuyor. Ana müze galerileri içerisinde binlerce arkeolojik eser, sanat eseri ve Yahudi tarihine ait obje sergileniyor. Ziyaret saatleri; Pazar, Pazartesi, Çarşamba, Perşembe ve Cumartesi: 10:00 - 17:00, Salı: 16:00 - 21:00, Cuma ve Tatil günleri: 10:00 - 21:00. Giriş ücretleri ise yetişkinler için 54 Şekel ve öğrenciler için 39 Şekel.

7. Kutsal Topraklar Müzesi (Bible Lands Museum): İsrail Müzesi kompleksi içerisinde yer alan müzede; İncil’de adı geçen eski Mısırlılar, Kenanlılar, Filistinliler, Aramiler, Hititler, Elamitler, Fenikeliler ve Persler ile alakalı kültürel ögeler sergileniyor. Bir arkeoloji müzesi olan Kutsal Topraklar Müzesi’nin ana galerisinde antik Yakın Doğu'dan eski belgeler, idoller, madeni paralar, heykeller, silahlar, çömlekler ve mühürler yer alıyor. Duvarlarda yer alan açıklayıcı makalelerde; alfabenin kökenleri, mumyalama ve Hz. İbrahim’in yolculuğu gibi pek çok konu hakkında detaylı bilgiler veriliyor. Müzede ayrıca antik Kudüs’ün, Irak sınırları içerisinde yer alan Ziggurat of Ur (Ziggurat, Antik Mezopotamya vadisinde ve İran’da terası bulunan piramitlere benzeyen tapınak kulesi olarak tanımlanabilir. Sümerlerde, Babillerde ve Asurlarda görülür.) ve Gize Piramitlerinin ölçeklendirilmiş modelleri bulunuyor. Müzenin tasarımcıları, sergilenen eserleri İncil’de yazan ayetler ile eşleştirmişler. Örneğin bir antik Anadolu galerisinde yer alan testilerin üzerine; ‘‘Bakın, Rebecca sürahiyle omzunda öne çıktı ve çeşmeye gidip su çekti.’’ (Yaratılış; 24:45) ayeti yazılmış. Giriş ücreti 45 Şekel ve ücreti ödeyip içeri girdikten sonra her gün saat 10.00’da düzenlenen ücretsiz rehberli turlara katılabilirsiniz.

GÖRÜLMESİ GEREKEN DİĞER FİLİSTİN ŞEHİRLERİ;

    Filistin elbette sadece Kudüs’ten ibaret değil ki zaten Kudüs de tam anlamı ile bir Filistin şehri sayılamaz. Asıl Filistin, Kudüs’e 10-15 kilometre uzaklıkta yer alan Batı Şeria bölgesi yani West Bank. Haberlerde mutlaka Batı Şeria adını duymuşsunuzdur zira Filistinliler ile İsrail Polisi arasında çıkan çatışmaların büyük bir kısmı Batı Şeria’da yer alan Filistin şehirlerde yaşanıyor. Bu bölgede yer alan şehirlere Kudüs’ten kolayca ulaşım sağlayabilirsiniz, Jaffa Kapısı ve Şam Kapısı önünde Filistin şehirlerine giden minibüsleri göreceksiniz. Dilerseniz bu minibüslerle dilerseniz taksi ile dilerseniz de özel turlarla Filistin şehirlerine gidebilirsiniz. Tur paketleri birkaç şehri kapsayacak şekilde düzenleniyor, herhangi bir acenta ile görüşerek size uygun bir paket olup olmadığına bakabilirsiniz. Eğer gitmeden önce rezervasyon yaptırmak isterseniz West Bank Tours adresini ziyaret ederek size uygun bir tur paketi seçebilirsiniz. Daha kapsamlı bir site üzerinden araştırma yapmak istiyorsanız Palestine Tours adresinde yer alan alternatiflere bir göz gezdirebilirsiniz. Eğer bireysel olarak gidecekseniz son derece dikkatli olmalı ve herhangi bir karışıklıkta hiç vakit kaybetmeden o bölgeden uzaklaşmalısınız. Her ne kadar gündelik hayatın devam ettiği, güvenli şehirler olsa da hiç beklenmedik bir anda toplumsal bir olay ile karşı karşıya gelebilirsiniz. Size tavsiyem; Filistin şehirlerde tek başınıza gezmemeniz, ya arkadaş grubunuz ile gezin ya da grup halinde gelen turistlere takılın. Batı Şeria’da yaşayan çocukları sevindirmek istiyorsanız; giderken yanınızda abur cubur, lokum, balon, oyuncak, kıyafet, ayakkabı, bot vs. götürebilirsiniz.

    Filistin’in bir de Gazze Bölgesi (Şeridi) var ancak burası en tehlikeli olan bölge. Hamas (Filistin Ulusal Yönetimi'nde seçimle belirlenmiş Filistin Parlamentosunda çoğunluğu elinde tutan ancak Amerika, Avrupa, İsrail ve uluslararası toplumlar tarafından terör örgütü olarak kabul edilen Filistinli paramiliter örgüt ve Sünni İslamcı siyasi parti) yönetiminde olan bir Filistin toprağı olduğu için giriş ve çıkışlarında İsrail askerleri tarafından kurulan kontrol noktaları bulunuyor yani İsrail tarafından abluka altında tutuluyor. Hem girmek hem de çıkmak çok zor. Turist olarak girmek isteseniz dahi bin bir türlü sorgudan geçeceksiniz ve her halükarda potansiyel bir şüpheli olacaksınız. Aynı şekilde Gazze’den çıkıp tekrar İsrail’e geçmek istediğinizde de İsrail askerleri Gazze’de ne yaptığınızı, kimlerle görüştüğünüzü bilmediği için önce sorguya çekecek ardından da İsrail’e girmenize izin vermeyecektir. Eğer illaki Gazze’ye gitmek, görmek istiyorum diyorsanız; yapabileceğiniz en mantıklı şey bir tur şirketi ile anlaşmak olacaktır. Yukarıda da bahsettiğim Palestine Tours adresinden iletişime geçebilirsiniz.

    West Bank denilen Batı Şeria; Orta Doğu’da batı, kuzey ve güneyinde İsrail, doğusunda ise Şeria Nehri ve Lût Gölü ile çevrili bölgeye verilen isim. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından bölge Büyük Britanya yönetimindeki Filistin Mandası’nın bir parçası haline gelmiş. 1948 Arap-İsrail Savaşı’nın ardından Batı Şeria Ürdün tarafından ilhak edilmiş ve 1967 yılında gerçekleşen Altı Gün Savaşı’nda da bölgeyi İsrail işgal etmiş. 1988 yılında Ürdün, Batı Şeria üzerindeki iddialarından vazgeçmiş ve tüm haklarını Filistin Kurtuluş Örgütü’ne devretmiş. Bölgenin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve Uluslararası Adalet Divanı tarafından İsrail işgali altında olduğu kabul ediliyor. Günümüzde Filistin Devleti kontrolünde olan bir bölge ancak Filistin Devleti çok az devlet tarafından tanındığı için Batı Şeria yönetimi meşru olarak hiçbir devlete ait değilmiş gibi gösteriliyor. 1995 yılında Yaser Arafat ve İzak Rabin arasında yapılan İkinci Oslo görüşmesinin ardından Batı Şeria; A (yüzde 17), B (yüzde 24) ve C (yüzde 59) bölgeleri olarak üçe ayrılmış. A bölgesi tamamen Filistin Otoritesi’ne, B bölgesi Filistin Otoritesi ve İsrail’in ortak yönetimine ve C bölgesi de tamamen İsrail kontrolüne verilmiş. Filistin nüfusunun yüzde 98’i A ve B bölgelerinde yaşıyor. CIA kaynaklarına göre Batı Şeria’da yaklaşık 2.5 milyon Filistinli yaşıyor. Yine aynı kaynağa göre Batı Şeria’da 187.000, Doğu Kudüs'te ise 177.000 kadar İsrailli yerleşimci bulunuyor. İsrailli ‘‘Peace Now’’ örgütüne göre 2008 yılında Batı Şeria’da 1518 yeni Yahudi yerleşim birimi inşa edilmiş. Bu durum önceki yıla göre %60 oranında artış anlamına geliyor. Yerleşim faaliyetlerinin dondurulması, bölgede çözüme yönelik olarak yapılan uluslararası anlaşmalarda yer alan isteklerden biri.

1. Beytüllahim (Bethelem): Kudüs’ün güneyinde yer alan Beytüllahim, Kudüs şehir merkezine yaklaşık 10 kilometre uzaklıkta bulunuyor. Turistler tarafından en fazla ziyaret edilen Filistin şehri zira Hristiyan alemi tarafından Hz. İsa’nın bu şehirde doğduğuna inanılıyor. Ulaşımı kolay, Şam Kapısı veya Jaffa Kapısı önünde göreceğiniz minibüslerle veya taksiyle gidebilirsiniz. Dilerseniz de tur şirketlerinin düzenlediği rehberli turlara katılabilirsiniz. Beytüllahim ve El Halil şehirleri hem birbirine yakın hem de Kudüs’ün güneyinde yer alan iki şehir olduğu için tur şirketlerinin paketleri genellikle bu iki şehri birlikte sunuyor. Diğer Batı Şeria şehirleri Kudüs’ün kuzeyinde kaldığı için bu pakete dahil edilmiyor; Ramallah, Nablus, Eriha, Lut Gölü ve Nasıra için farklı bir rota izleniyor.

    Kudüs’ten Beytüllahim’e giderken ilk görülen yapı; İsrail hükümeti tarafından Filistinlileri Batı Şeria’da tutmak için yapılan 7 metrelik Utanç Duvarı (The Wall of Shame - West Bank Security Barrier). Duvarın bir tarafı Beytüllahim, diğer tarafı ise İsrail kontrolü altında olan bölge. Hiçbir Filistinli -çok zor alınan- geçiş iznini almadan duvarın diğer tarafına geçemiyor. Aynı şekilde Yahudilerin de diğer tarafa geçmeleri yasak. Yani tam bir açık cezaevi. Duvarı protesto etmek için bugüne kadar çok sayıda gösteri yapılmış ve bu gösteriler çok sayıda çocuğun/gencin öldürülmesi ve tutuklanması ile sonuçlanmış. Duvarın üzerine hem yerel hem de Bansky gibi ünlü Avrupalı sokak sanatçıları tarafından grafittyler yani duvar resimleri yapılmış. Bunların en ünlüleri ise ‘’İsrail askerinin üzerini arayan kız çocuğu’’ ve ‘‘mermi atan İsrail askerine çiçek atarak karşılık veren Filistinli genç’’ resimleri. Beytüllahim’e gidecekseniz kesinlikle Utanç Duvarı’nı görmeden geçmeyin.

    Beytüllahim’e giden Hristiyanların asıl amacı; Hristiyanların hac noktalarından birisi olan Church of The Nativity isimli kiliseyi ziyaret etmek zira Hz. İsa’nın burada doğduğuna ve vaftiz edildiğine inanılıyor. Hem Müslümanlar hem de Hristiyanlar tarafından Filistin’in en çok ziyaret edilen bölgelerinden birisi. Kilisenin içerisinde Hz. İsa’nın doğduğu yer olduğuna inanılan bir mağara bulunuyor. Mağaranın hemen yanında ise Hz. İsa’nın vaftiz edildiği düşünülen yer. Hristiyanlar Hz. İsa’nın vaftiz edildiği yere yüzlerini sürmek için sıraya giriyorlar çünkü bu sayede hacı olduklarına inanıyorlar. Müslümanlar tarafından ziyaret edilen yer ise Kutsal Doğum Kilisesi’nin tam karşısında yer alan ve 1860 yılında Hz. Ömer’in anısına inşa edilen Hz. Ömer Camii.

    Beytüllahim’de ziyaret edilmesi gereken diğer adres ise Aida Mülteci Kampı (Aida Refugee Camp). Burası 1948 yılında İsrail-Arap Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler tarafından kurulmuş ve günümüzde de BM tarafından yönetiliyor. Kampta, İsrail’in işgali sırasında topraklarından olan Filistinli mültecilerin aileleri yaşıyor. Aslında bir kamptan ziyade, harabe evlerden oluşan varoş bir mahalleyi andırıyor. Elektrik, su ve gıda malzemeleri sadece haftanın belirli günlerinde, belirli saat aralıklarında veriliyor. Bu sebeple burada yaşayanlar tam bir sefalet içerisindeler. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, bu bölgede yaşanan en ufak bir sorunda İsrail askerleri bu sahipsiz mültecilere anında ateş açıyorlar ve kimseye hesap vermiyorlar.

2. El Halil (Hebron): Beytüllahim’e 15, Kudüs’e ise 25 kilometre uzaklıkta yer alan El Halil, yine Batı Şeria’nın en fazla ziyaretçi çeken şehirlerinden birisi. Tüm semavi dinlerde kutsal bir isim olan Hz. İbrahim ve diğer Peygamberlerin türbe veya makamlarının olduğu Halilurrahman Câmii, El Halil şehrinin en önemli adresi. İsrail işgalinden bu yana Yahudi yerleşimcilerin, İsrail güvenlik güçlerinin koruması altında Talmudik ayinlerini gerçekleştirmek adına her gün camiye akın etmeleri üzerine uluslararası toplumda dile getirilen tepkiler neticesinde İsrail hükümeti camiyi ikiye bölmüş, %63’ü Yahudi yerleşimcilere tahsis edilirken geri kalanı ise Müslümanlara verilmiş. Bugün caminin kontrolü tamamen İsrail güçlerinin elinde. Müslümanlar yalnızca cami tarafını gezebiliyorken, Yahudiler havra tarafına girebiliyor ve Hristiyanlar ise her iki tarafı da ziyaret edebiliyorlar. Her gün 21:00-03:00 arasında Müslümanlara ayrılan bölüm kapatılıyor. Yahudi yerleşimcilere tahsis edilen bölümünde Hz. İbrahim ile eşi Sare’nin kabrinin bulunduğu “el-Hadral İbrahimiyye”, Yakup Peygamber ile eşinin kabrinin bulunduğu “el-Hadral Yakubiyye” ve Yusuf Peygamberin kabrinin bulunduğu “el-Hadral Yusufiyye” yer alıyor. Caminin tüm dünyaca bilinmesinin asıl sebebi ise El Halil Katliamı olarak bilinen trajik olay. Yahudilerin ve Müslümanların dini bayramlarının (Purim ve Ramazan) çakıştığı 24 Şubat 1994 günü, radikal görüşlere sahip Kahanist akımının üyesi Baruch Goldstein adlı bir Yahudi, otomatik silahıyla açtığı ateş sonuncu İbrahim Camii’ndeki 29 Filistinliyi öldürmüş ve 125'ini de yaralamış. Goldstein, olay sonrasında öfkeli kalabalık tarafından linç edilmiş. Daha sonra düzenlenen gösterilerde çıkan olaylarda da 26 Filistinli ve 9 İsrailli ölmüş.

    Yahudilere göre 4 kutsal şehirden birisi olan El Halil şehrinde 150 bin kadar Filistinli ve yaklaşık 1000 kadar da İsrailli Yahudi yaşıyor. Yapılan anlaşmalara göre aslında bir Filistin toprağı ancak şehir Müslümanların yaşadığı H1 ve Yahudilerin yaşadığı H2 olmak üzere iki parçaya ayrılmış. H1 bölgesi Filistin yönetimi, H2 bölgesi ise İsrail yönetimi altında ve İsrail askerleri tarafından korunuyor. H1 bölgesinde yaşayan Filistinliler ya işçilik ya da esnaflık yapıyorlar. H2 bölgesinde yaşayan Yahudiler ise hiçbir iş yapmıyorlar zira Settlers yani Yerleşimci denilen bu Yahudiler; Yahudi lobisinin finans gücü ile başta New York ve Londra gibi metropoller olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinden getirilip dini amaçlarla Judean çöllerine yerleştirilen koyu dinci Yahudiler. Sadece ibadet edip çocuk doğuruyorlar çünkü bu Yahudilerin tek misyonu bol bol çocuk yapıp Yahudi nüfusunu artırmak. Geçimleri tamamen İsrail hükümeti tarafından sağlanıyor. El Halil Çarşısı’nda, Filistinlilere ait dükkanların üzerinde yer alan dairelerde oturuyorlar ve Müslümanları bezdirmek, El Halil’i terk etmeye zorlamak için sürekli camlarından aşağı çöp atıyorlar. Filistinli esnaflar ise dükkanlarının üzerine gerdikleri ağlar ile bu soruna çözüm bulmaya çalışıyorlar.

3. Ramallah: Kudüs’ün kuzeyinde, Kudüs şehir merkezine 10 kilometre uzaklıkta yer alan Ramallah; yine Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sırasında Osmanlı topraklarına katılan bir Filistin şehri. 19. yüzyıl ortalarında Osmanlı Valisi İbrahim Paşa döneminde Hristiyan yerleşimleri başlayan Ramallah, 400 sene Osmanlı idaresinde kalmış ve I. Dünya Savaşı’ndan sonra İngilizlerin eline geçmiş. Günümüzde Müslümanların ve Hristiyanların barış içerisinde, bir arada yaşadığı Ramallah; mağazaları, restoranları, kafeleri ve barları ile ülkenin en modern ve en güvenli şehirlerinden birisi. Batı Şeria bölgesinde yer aldığı için yine giriş çıkışlarda İsrail polisi ile muhatap olunuyor. Polisler her aracı durdurdukları için özellikle çıkışlarda sonu gelmeyen uzun kuyruklar oluşuyor. Ramallah’a dilerseniz taksi dilerseniz de minibüsler ile kolayca ulaşım sağlayabilirsiniz.

4. Eriha (Jericho): Kudüs’e yaklaşık 80 kilometre uzaklıkta yer alan Eriha, Ürdün Nehri yanında bulunan eski bir yerleşim yeri. 1517-1918 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde kalan Eriha, birçok farklı tarihi yapıya ev sahipliği yapıyor. Yaklaşık 10.000 yıllık tarihi geçmişi ile dünyanın en eski şehri olduğu düşünülen Eriha’dan İncil’de; ‘‘Çölün ortasındaki palmiyeler şehri’’ olarak bahsediliyor. Ürdün Nehri kıyısında yer alan Eriha şehrinde Ürdün’e açılan Allenby Bridge Gümrük Kapısı bulunuyor.

    Şehrin en önemli yapısı; Hz. İsa’nın 40 gün 40 gece şeytanla imtihan olduğu ve Peygamberliğini ilan ettiği yer olarak bilinen, bugün Yunan Ortodoks Kilisesine bağlı bir manastır olarak hizmet veren The Monastery of Temptation. Ayartma Dağı üzerinde, kayaların oyulması ile yapılan manastıra dilerseniz teleferikle çıkabilirsiniz. Oldukça yüksek bir konuma sahip olduğu için Ürdün vadisi, Lut golü ve Eriha şehrini içeren müthiş bir manzara sunuyor.

    Eriha’nın diğer önemli adresi ise aynı zamanda Tel Jericho veya Antik Jericho olarak da bilinen Tell-es Sultan isimli antik şehir. İncil'de anlatılan Jericho’nun bulunduğu yer tam olarak burası ve günümüzde UNESCO tarafından yönetilen arkeolojik bir sit alanı. Eriha şehir merkezinin iki kilometre kuzeyinde yer alıyor ve MÖ 10.000 yılından kalma birçok önemli arkeolojik buluntu sayesinde ‘’Dünyanın en eski şehri’’ olarak adlandırılıyor.

5. Lut Gölü (Ölü Deniz – Dead Sea): Hem Jericho hem de Kudüs’e yakın bir konumda yer alan Lut Gölü’ne rehberli turlar veya taksiler ile ulaşabilirsiniz. Deniz seviyesinin 350 metre aşağısında bulunan göl, bu özelliği ile dünyanın yeryüzündeki en derin yeri yani dibi olarak görülüyor. Lut kavminin helak olduğu Sodom ve Gomore şehirleri, tam olarak bu gölün altında kalmış. Ürdün ile İsrail arasında doğal bir sınır olan Lut Gölü’nde sıcaklık nedeniyle tuz oranı %31 olarak ölçülmüş, Akdeniz’de bu oran %3 civarında. Doğu Afrika’da yer alan Assal Gölü’nden sonra dünyanın en tuzlu ikinci gölü. Tuz oranı çok fazla olduğu için birkaç bakteri haricinde hiçbir canlı yaşamıyor ve bu yüzden de adı Dead Sea olarak anılıyor. Ölü Denizi bu kadar popüler yapan özelliği ise yoğun tuz oranından dolayı hiçbir şeyin batmıyor ya da batamıyor olması. Suya girdiğiniz andan itibaren sizi havaya kaldırıyor ve suyun üzerinde bırakın yatmayı, oturabiliyorsunuz bile. Su çok tuzlu olduğu için yüzmek imkansız. Eğer yüzmeye çalışır ve gözünüze ya da burnunuza su kaçırırsanız her zamankinden daha fazla yanacağını bilmelisiniz. Sırt üstü yatın ve dönmemeye gayret edin. Zaten daha sahile adım atar atmaz her yerde karşınıza ‘’yüzmeyin’’ uyarısı çıkıyor. Suyun kıyıya vurduğu yer taşlaşmış tuzlarla kaplı, eğer dikkat etmezseniz kayıp düşebilirsiniz. Sahil kenarında elinizi kuma daldırdığınızda avuç avuç tuz toplayabilirsiniz. Sudan çıktıktan sonra ise vücudunuz adeta yağ ile kaplanmış gibi oluyor ve arınmak için iyice yıkanmanız gerekiyor. Üzerinizdeki su kuruduktan sonra da resmen tuza batmış gibi oluyorsunuz, vücudunuz bembeyaz tuz ile kaplanıyor. Eğer dilerseniz sudan çıktıktan sonra çamur banyosu yapabilirsiniz, plajda kovaların içerisinde çamurları göreceksiniz. Sudan çıktıktan sonra yine gölden elde edilen bu çamur vücuda sürülüp, kurutulursa cilde çok iyi geliyormuş.

6. Masada: Lut Gölü kıyısında bulunan Masada, İsrail'in güneyinde, Necef Çölü'nde yer alıyor. Romalılara teslim olmak istemeyen 960 Yahudi’nin burada intihar ettiğine inanılıyor. İnanca göre; sarp tepelere kurulu Masada Kalesi içerisinde gizlenen Yahudiler, kurtuluş ümitlerinin tükendiği anda aralarından silah kullanmayı bilen 10 kişiyi, kendilerini öldürmeleri için görevlendirmişler. Kural gereği bu 10 kişi, diğer 950 kişiyi öldürdükten sonra birbirlerini de öldürerek kimse hayatta kalmaksızın toplu şekilde intihar edeceklermiş. Toplu intihardan sadece 2 kadın ve 5 çocuk hayatta kalmış. Hikâyenin tarihsel arka planında da hayatta kalan bu kişilerin aktarımları rol oynamış. Dünden bugüne, Yahudi direnişinin simgelerinden biri olan olaydan, Talmud’da bahsedilmiyor. Rivayete göre matematik ve fizikte kullanılan J sayısı konsepti, adını toplu intiharda kimin kimi öldüreceği konusunda kura çekilirken en sona kalan Jospehus’tan alıyor. Masada, 2001 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilmiş.

7. Nablus (Şehem): Kudüs şehir merkezine yaklaşık 65 kilometre uzaklıkta yer alan Nablus, Batı Şeria sınırları arasında yer alan en turistik şehirlerden birisi ayrıca Filistin yönetimi altında bulunan en büyük ve en önemli şehir. Büyük çoğunluğu Arap Müslümanların oluşturduğu 130.000 kişilik nüfusa ayrıca yaklaşık 700 yıllık tarihi bir geçmişe sahip. 1624 yılında Tukan Ailesi tarafından yaptırılan, Hamam Al Shifa (Şifa) denilen Osmanlı hamamı, şehrin en fazla ziyaret edilen noktası. Sadece sıcak su ile değil aynı zamanda çayı, tatlısı ve nargilesiyle de ün salmış. Hatta sırf bu hamam için Kudüs’ten buraya tur düzenleniyor. Sabah 08.00’de başlayan turlar 16.00’da sona eriyor ve ücreti kişi başı 200 Şekel. Tur boyunca tarihi eski şehir, El-Kebir Camii ve Şeyh Bedreddin Türbesi Şifa Hamamı geziliyor. Salı ve Pazar günleri hariç diğer günler erkeklere saat 8:00-24:00 arası; Salı ve Pazar günleri ise saat 8:00-17:00 arası kadınlara ve 17:00-24:00 arası erkeklere açık. Banyo 18 Şekel, masaj 10 Şekel ve deve tüyü fırça ile banyo 10 Şekel. İstek üzere gruplara 700 şekel karşılığında; hamam, masaj, künefe ve nargile hizmeti de içeren musiki (klasik Arap repertuarı) dinletisi yapılıyor.  

    Şehrin bir diğer hamamı olan El-Hâna (Sümera) Hamamı’nın geçmişi antik Roma dönemine kadar uzanıyor. 1928 yılından beri kapalı olan hamam 1995 yılında yeniden hizmete açılmış. Salı günleri hariç erkeklere her gün saat 6:00-23:00 arası; Salı günleri ise saat 8:00-17:00 arası kadınlara açık. Banyo 20 Şekel, masaj 10 Şekel ve deve tüyü fırça ile banyo 5 Şekel. Tukan Sabun Fabrikası, Nâsır Camii’nin karşısında yer alan Roma Amfi-tiyatrosu, Roma döneminde at ve savaş arabaları yarışlarının yapıldığı Hipodrom Meydanı ve Şehitler Meydanı da yine Nablus’un görülmesi gereken adresleri.

    Nablus, künefenin doğduğu yer olarak kabul ediliyor. Bu sebeple en iyi künefenin Nablus’ta yenilebileceği söyleniyor. Şehirde hala Türk soyadı taşıyan aileler, Osmanlı döneminden kalma evlerinde yaşamaya devam ediyorlar. Filistin şehirleri arasında en kaliteli zeytinyağı ve sabun da yine bu şehirde üretiliyor. 

8. Nasıra (Nazareth): Hristiyan ve Müslüman Arapların birlikte yaşadığı Nasıra, İsrail’in en büyük Arap şehri. Bir inanca göre Hz. İsa’nın doğduğu (Hz. İsa’ya Nasıralı İsa deniliyor), bir diğer inanca göre ise Hz. Meryem’e İsa’nın doğacağı müjdesinin verildiği şehir olarak kabul ediliyor. Bu sebeple Hristiyanlar için dünya üzerinde yer alan kutsal şehirlerden birisi. Aynı zamanda da bir hac noktası. Hz. İsa'nın ergenliğini burada geçirdiğine, ilk vaazlarını burada verdiğine ve Cana köyünde de mucizelerinin ilkini gerçekleştirdiğine inanılıyor. Şehrin en turistik noktası, hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar tarafından yoğun olarak ziyaret edilen Basilica of the Annunciation yani Müjde Kilisesi. Bu kilisenin haricinde ise St. Joseph Kilisesi, Ergin İsa Bazilikası, Sinagog Kilisesi ve St. Gabriel Kilisesi de şehrin ziyaret edilmesi gereken önemli kiliselerinden. Eski şehir bölgesi ve Nasıra Pazarı da mutlaka görülmeli zira sahip olduğu otantik ambiyansı ile kendine hayran bırakıyor.

Kudüs Şehrinde Katılabileceğiniz Aktiviteler;

1. The Old City Train: Jaffa Kapısı’nın hemen önünde göreceğiniz sarı renkli mini tren, Eski Şehri zahmetsiz bir şekilde gezmek isteyen turistlere hizmet veriyor. Genellikle çocuklu aileler ve yürümekte zorlanan yaşlılar tarafından tercih ediliyor. Tren, Jaffa Kapısı’ndan hareket ediyor ve sırasıyla; Ermeni Mahallesi, Zion Gate, Ağlama Duvarı, Dung Gate ve Hz. Davud’un kabrinin olduğu Davud Tepesi’nden geçerek yine Jaffa Kapısı’na dönüyor. Geziler, Pazar-Perşembe günleri 10:00-20:00 (kışın 18: 00) ve Cuma günleri Şabat'tan 1 saat öncesine kadar her 30-45 dakikada bir düzenleniyor. Biri Yafa Kapısı'nda ve diğeri de Batı Duvarı yakınlarındaki Gübre (Dung Gate) Kapısı’nda olmak üzere iki ayrı bilet gişesi var. Yetişkinler için 30 Şekel ve çocuklar için ise 20 Şekel.

2. Sandeman’s Free Walking Tour: Yurtdışına seyahat edenler bilir, Sandeman’s firması şehir turu sektöründe lider firmalardan birisidir. Turistik şehirlerin büyük çoğunluğunda hizmet veriyor, ofislerinin olduğu her şehirde ücretli ve ücretsiz yürüyüş turları ile ücretli şehir dışı turlar düzenliyorlar. Dilerseniz Kudüs’te de Sandeman’s firmasının ücretsiz yürüyüş turuna katılabilirsiniz. Jaffa Kapısı'nın hemen dışından başlayan turlarda; Yahudi, Müslüman, Hristiyan ve Ermeni Mahallelerini keşfediyor, lisanslı rehberinizden Kudüs’ün en kutsal yerleri olan Kutsal Kabir Kilisesi, Kubbet’üs Sahra, Ağlama Duvarı ve Zeytin Dağı’nı dinliyor, Hz. Davud’un kabrini ziyaret ediyor ve son olarak yine Jaffa Kapısı’na geliyorsunuz. Bu tur tamamen ücretsiz ama eğer isterseniz rehbere bahşiş verebiliyorsunuz. Firmanın düzenlediği turlar bu kadarla sınırlı değil; dilerseniz ücretli şehir turlarına, gerçek bir Şabat deneyimi yaşayabileceğiniz yemekli Şabat turlarına veya çevre şehirlere düzenlenen turlara da katılabilirsiniz. Bunun için tek yapmanız gereken Sandeman's Walking Tour adresini ziyaret etmek. Tur ücretleri 100-150 Şekel arasında değişiyor.

Kudüs Hakkında Faydalı Bilgiler;

1- Öncelikle Kudüs’e gitmek için İsrail Vizesi almanız gerekiyor. Eğer yeşil pasaportunuz varsa 180 gün içerisinde 90 günü aşmamak kaydıyla vizeden muafsınız yani vize almaya ihtiyacınız yok. İsrail Vizesini nasıl alacağınızı uzun uzun yazmama gerek yok. Yapacağınız işlemler çok basit; Israel Tourist Visa adresini tıklayacaksınız, burada bulunan vize başvuru formunu indirerek eksiksiz dolduracaksınız, yine bu adreste yazılı evrakları eksizsiz temin edeceksiniz, evraklarınız ve pasaportunuz ile birlikte İstanbul/Levent Yapı Kredi Plaza C Blok’ta bulunan İsrail Başkonsolosluğuna gidecek ve görevlilerin yönlendirmeleri ile evraklarınızı teslim edeceksiniz. Burada görevli sizinle Türkçe olarak kısa bir mülakat yapacak ve ‘’Yanınızda silah veya bomba var mı?’’ gibi absürt sorular soracak. Sorulara ciddiyetle cevap vermenizi öneririm. Başvuruyu yaptıktan sonra size bir fiş verilecek, bu fişi kaybetmeyin çünkü pasaportunuzu bu fiş ile teslim alacaksınız. İsrail Vizesi başvurusu 5-7 gün içerisinde sonuçlanıyor, dilerseniz şahsen dilerseniz de aracı firma ile başvuru yapabilirsiniz. Size verilen fiş ile herhangi birisi gidip pasaportunuzu teslim alabilir. Eskiden İsrail Vizesini talep olması halinde pasaporta değil, farklı bir kağıda basıp veriyorlarmış ancak artık böyle bir uygulama yok, her halükarda vizeniz pasaportunuza basılıyor. Eskiden öyle yapılmasının sebebi ise İsrail’in; İran, Libya, Suriye, Kuveyt, Lübnan, Suudi Arabistan, Sudan ve Yemen ile olan problemlerinden dolayı bu ülkelere ziyaret yapacak kişilerin girişte zorluk çekmemesini sağlamak. Artık Suudi Arabistan ile bir problemleri yok, pasaportunuzda İsrail Vizesi varsa Suudi Arabistan’a girebilir veya tam tersini yapabilirsiniz. En büyük sorun Lübnan ve İran ile. Bu iki ülke, pasaportunda İsrail Vizesi olanları %95 kapıdan geri çeviriyor. Girmeyi başarabilen yok mu? Elbette var ama bin bir sorgu ve sualle. Aynı durum tam tersi için de geçerli; pasaportunda Lübnan ve İran damgası olanlar, İsrail’e gittiklerinde saatler sürecek bekleme ve sorguya hazır olmalılar. Özetle İsrail Vizesi almak çok kolay ve daha da güzeli; tamamen ücretsiz! İsrail Vizesi için aracı firma kullanmazsanız hiçbir şekilde ücret ödemiyorsunuz ki zaten böyle kolay bir vize için de aracı firma kullanmanıza gerek yok!

2- Konu İsrail olunca akla ilk önce güvenlik geliyor. Türkiye’den Amerika, İngiltere ve İsrail’e gidecek olan uçakların bekleme salonlarında uçağa binmeden önce ek bir güvenlik araması oluyor. Çantalar boşaltılıyor, numuneler alınıp teste sokuluyor ve kapsamlı bir üst araması yapılıyor. İsrail’e giderken küçük bir çanta ile gitmenizi öneririm çünkü hem Türkiye’den çıkarken, hem İsrail’e girerken hem de İsrail’den çıkarken komple boşaltacaksınız. Türkiye’den çıktınız, Tel Aviv Ben Gurion Uluslararası Havalimanı’na indiniz ve pasaport kontrol noktasına geldiniz; burada daha pasaport kontrolüne girmeden dahi görevliler gözlerine kestirdiklerini pasaport sırasından ayırıp sorgu yapılan odaya götürmeye başlıyorlar. Bu muamele özellikle Orta Doğu, Afrika ve Türkiye’den gelen uçakların yolcularına yapılıyor. Beni pasaport sırasından ayırmadılar ve görevliye pasaportumu uzattım. Sorular şöyle; Ziyaret maksadınız nedir? Kaç gün kalacaksınız? Hangi şehirlere gideceksiniz? Filistin tarafına geçecek misiniz? Nerede konaklayacaksınız? Burada arkadaşınız veya akrabanız var mı? Filistin’de tanıdığınız var mı? Sorulara sakin, soğukkanlılıkla cevap vermelisiniz. Ben Tel Aviv ve Kudüs’e gideceğimi söyledim, diğer soruları da cevapladım ve ‘’İsrail’e hoş geldiniz, umarım eğlenirsiniz’’ temennisi ile pasaportumu teslim alıp yola koyuldum. Benim geldiğim uçağın neredeyse 1/3’ini sorgu odasına götürdüler ama onların da muhtemelen hepsi sorgunun ardından ülkeye alınmıştır çünkü bu insanlar zaten İsrail’e vize alarak geliyor.

3- İsrail’de gezdiniz ve artık dönüş vakti. Havalimanına geldiğinizde ilk önce güvenlik kontrol noktasına gitmeniz ve çantanızı aratmanız gerekiyor. Burada zaten sıraya giren yolcuları göreceksiniz. Çantanız arandıktan sonra size bir etiket verilecek ve bu etiketle birlikte check-in bankosuna gideceksiniz. Siz güvenlik noktasında sıra beklerken yanınıza bir görevli gelecek ve sizinle mülakat yapacak. Sorular şöyle; İsrail’de kaç gün kaldınız? Hangi şehirlere gittiniz? Filistin tarafına geçtiniz mi? Daha önceden tanıdığınız Filistinli var mı? Size silah, bomba, zarf, belge vs. veren oldu mu? Burada herhangi bir eğitim aldınız mı? Aynı şekilde bu sorulara da sakinliğinizi koruyarak cevap vermeniz gerekiyor. Ben sırada beklerken görevli yanıma geldi ve pasaportumu istedi, pasaportumun sayfalarını çevirirken bir taraftan da bu soruları yöneltti. Pasaportumda Ürdün kaşesini görünce; Ürdün’e ne zaman gittin? Neden gittin? Kaç gün kaldın? Hangi şehirlerini gördün? gibi sorular sordu. Sorulara cevap verdim ama ikna olmadı ve amirini çağırdı, beni sıradan ayırdılar ve tek başıma yeniden sorgu yaptılar. Yine sorulara soğukkanlılıkla cevap verdim, pasaportumu götürdüler ve inceleyip geri getirdiler. Daha sonra ‘’kusura bakmayın vaktinizi aldık’’ deyip pasaportumu iade ettiler. Ben de güvenlik kontrolümü yaptırıp check-in bankosuna geçtim. Check-in yapıldıktan sonra uçağa binmeden önce çantalar yine didik didik ediliyor ve herhangi bir sorun yoksa uçağa öyle biniyorsunuz. Ülkeye girerken verilen fişi kaybetmeyin çünkü girerken bu fişi isteyebiliyorlar.

4- Kudüs’te güvenlik ile alakalı herhangi bir endişeniz olmasın. Her yerde uzun namlulu silahlar ile nöbet tutan İsrail askerleri/polisleri var. Tabi her yerde asker görmek sizi biraz tedirgin edebilir ama bakmazsanız, görmezsiniz. Kudüs’e gidin ve sadece gezin. Eğer Şam Kapısı, Jaffa Kapısı veya Yeni Kapı önünde toplanan bir kalabalık görürseniz hemen uzayın. Eylem ve polisin sert müdahalede bulunması muhtemel bir durum var demektir.

5- İsrail dünyanın en pahalı ülkelerinden birisi. Tel Aviv kadar olmasa da Kudüs de hiç ucuz sayılmaz. Konaklama, yeme-içme, ulaşım, alışveriş, gece hayatı. Günümüz kurlarına göre hepsi cep yakıyor. Eğer düşük bütçeli bir seyahat planlıyorsanız; konaklamayı hostelde yapmanızı, kendi yemeğinizi pişirmenizi, suyu sebillerden doldurmanızı ve gece hayatına çok fazla takılmamanızı öneririm. Ben hostelde konakladım, kahvaltı ve akşam yemeğini genellikle hostelde yedim, suyumu hazır almayıp dışarıdan doldurdum, alışverişlerimi marketten yaptım ve gece hayatına çok takılmadım. E hal böyle olunca çok küçük bir bütçe ile seyahatimi tamamlamış oldum. Sizin maddi durumunuz iyiyse, bütçe konusunda herhangi bir öneriye ihtiyacınız yok. Özellikle tezgahlardan yapacağınız alışverişlerde pazarlık yapmayı unutmayın.

6- Kendi tecrübelerime dayanarak söylemeliyim ki; İsrail’de ATM’den para çekmek kesinlikle döviz bürolarında para çevirmekten çok daha hesaplı. Döviz büroları çok fazla komisyon alıyor. Bankaları söylemiyorum bile, kesinlikle bankadan çevirmeyin. Eğer paranız kartınızda ise direkt ATM’den Şekel (NIS) olarak çekin, yanınızda Dolar veya Euro getirmişseniz de Google’a ‘’Jerusalem Exchange Money’’ yazdığınızda bütün döviz bürolarını görebilirsiniz. Hem Ağlama Duvarı önünde hem de Şam Kapısı civarında birçok döviz bürosu bulabilirsiniz. Döviz bürosu bulamazsanız otobüs terminalinde paranızı çevirebilirsiniz. İhtiyacınız kadar para çevirin çünkü ülkeden ayrılırken tekrar çevirdiğinizde yine komisyon ödeyeceksiniz. Ülkeye indiğinizde havaalanında göreceğiniz döviz bürosundan küçük bir miktar çevirip, kalanını şehir merkezinde çevirin çünkü havalimanının komisyonu daha fazla ve kuru daha düşük. Dediğim gibi, havalimanında göreceğiniz ATM’lerden direkt ŞEKEL olarak çekmenizi tavsiye ederim. Eğer Abraham Hostel’de kalırsanız; hostelin hemen arkasında Jaffa Caddesi üzerinde paranızı çevirebileceğiniz bir ofis bulabilirsiniz.

7- Yine kendi tecrübelerime dayanarak söylüyorum; bana göre kesinlikle Yahudiler, Müslümanlardan daha dürüst. Havalimanından çıktım ve Kudüs’e gitmek için servise bindim. Servis bir Müslümana ait. Ne kadar ödeyeceğimi sordum ve otelin kapısına kadar bırakmasını istedim. Kudüs’e vardığımızda hem beni otelin yeri uzak diye çarşı bölgesinde indirdi, hem de zorla anlaştığımızdan daha fazla para istedi. Aynı şekilde Kudüs’ün Müslüman Mahallesi’nde alışveriş yaptığım esnaflar da her seferinde kazıklamaya çalıştı, oysa Yahudi Mahallesi’ndeki esnaflar malın ederi neyse pazarlıksız o fiyatı söyledi. Demem o ki; Müslümanlarla alışveriş yapacağınız zaman çok dikkatli ve uyanık olun.

8- Kudüs’te İngilizce bilme oranı oldukça yüksek. Şehrin büyük çoğunluğu İngilizce biliyor yani dil konusunda herhangi bir zorluk yaşamayacaksınız. Eğer herhangi bir anlaşmazlık olursa, birilerinden yardım istemekten çekinmeyin. Yahudiler de en az Müslümanlar kadar yardımsever ve cana yakın insanlar, hemen yardımcı olurlar. Türk olmanız fark etmez, her şekilde ellerinden geleni yaparlar. Zaten İsraillilerin Türklerle bir problemi yok, problemler hükümetler arasında.

9- Yahudilik inancına göre Tanrı dünyayı 6 günde yaratmış ve 7. günü dinlenmeye ayırmış. İşte bu 7. gün olan Cumartesi, İsrail’de Şabat (Shabat) denilen mübarek gün. Müslümanlar için Cuma, Hristiyanlar için Pazar ve Yahudiler için de Cumartesi günü kutsal. Şabat; Cuma günü saat 16.00’da başlıyor ve Cumartesi saat 19.00’a kadar devam ediyor. Bu sürede toplu ulaşım araçları çalışmıyor ve dükkanlar açılmıyor. Şirketler ve devlet kurumları zaten hafta sonu tatilinde oluyor. Dindar Yahudiler bu zaman zarfını ya evlerinde ya da Yeşiva denilen ibadethanelerde dua ederek geçiriyorlar. Haredi ve Datim gibi katı Yahudi mezheplerine mensup olanlar genelde Kudüs’te yaşadıkları için Şabat’ın gündelik yaşama etkisini Kudüs’te çok daha net gözlemleyebilirsiniz. Tel Aviv modern bir şehir, bu yüzden Şabat çok fazla hissedilmiyor. Yine de özellikle market alışverişlerinizi bu güne bırakmayın derim. Taksiler çalışıyor, havalimanına gideceğiniz gün Şabat’a denk gelirse tedirgin olmayın.

10- İsrail’de çok fazla zaman geçirecekseniz, toplu taşıma kullanacaksanız ya da tüm müzelere girmek istiyorsanız şehir kartı alabilirsiniz. Israel Pass Card denilen bu şehir kartı ile; müzelere ve galerilere %40 indirimli girebilir, yürüyüş turlarına ücretsiz olarak katılabilir, anlaşmalı olan oteller, pansiyonlar ve dairelerde indirimli olarak konaklayabilir, restoran ve kafelerde indirim alabilir, anlaşmalı ticari taksilerden, rent a car ofislerinden ve bisiklet kiralama ofislerinden indirim sağlayabilir ayrıca anlaşmalı gece kulüplerinden de indirim kazanabilirsiniz. Özellikle milli parklara ve doğa rezervlerine (örneğin, Masada, En Gedi, Caesarea, Qumran) girmeyi düşünüyorsanız bu kartı mutlaka almalısınız. Fiyatlar şöyle; 3 ulusal parka ücretsiz giriş imkanı sağlayan kartlar 78 Şekel, 6 ulusal parka ücretsiz giriş imkanı sağlayan kartlar 110 Şekel ve tüm ulusal parklara ücretsiz giriş imkanı sağlayan kartlar 150 Şekel. Bu kartı satın alabileceğiniz yerler ise; Ben-Gurion Airport Terminal 3, Ramon Airport Arrivals Hall, Jerusalem (Kudüs) Hanevi'im Street Abraham Hostel ve Tel Aviv Levontin Street Abraham Hostel. Dilerseniz Israel Pass adresini tıklayarak bu kartı online olarak da satın alabilirsiniz.

11- İsrail’e vize ile seyahat ediliyor ama pasaport polisi yine de dönüş biletinizi, konaklama rezervasyonunuzu ve yeteri kadar paranızın olup olmadığını görmek isteyebiliyor. Dönüş biletinizi ve rezervasyon çıktısını mutlaka yanınızda bulundurun. İsrail polisi özellikle Türk vatandaşlarına karşı bazen agresif davranabiliyor, sordukları sorulara cevap verirken sakinliğinizi koruyun. Vize alıp gitmişsiniz, her türlü o giriş kaşesini basacak ama basmadan önce biraz canınızı sıkmak isteyebilir.

12- Toplu taşıma kullanmanıza gerek yok ama illa kullanmak isterseniz Rav Kav denilen ulaşım kartını satın almanız gerekiyor. Rav Kav Card, içine para yüklenerek kullanılıyor. Hem otomatlardan hem de gişelerden kartınıza para yüklemesi yapabilirsiniz.

13- Yaz aylarında şehirde adeta cehennem sıcağı oluyor ama herhangi bir kafeye, müzeye veya restorana girdiğinizde sıcağı çok fazla hissedeceğinizi düşünmüyorum çünkü her yerde klima var. Öğle saatlerinde dışarıda kalmamanızı veya uzun kollu bir kıyafet giymenizi öneririm.

14- Bilet alacağınız yerlerde öğrenci indirimi istemeyi unutmayın. Isic kartınız yanınızda olsun yoksa Türkiye öğrenci kimliğinizi kullanın. Biletler pahalı, bu yüzden seyahatinizin ekonomik hale gelmesini istiyorsanız her türlü fırsatı değerlendirmek zorundasınız.

15- Suyu musluktan içmeyin derim çünkü suyun kontamine olma ihtimali yüksek. Ya dışarıda gördüğünüz çeşmelerden doldurun ya da şişe su satın alın.

16- Çantanızı bırakmak isterseniz; garda ve terminalde bulunan kilitli dolaplara bırakabilirsiniz. Aynı şekilde konaklama yapacağınız yerin emanet dolaplarını da kullanabilirsiniz. 

17- Müzelerde, kafelerde ve restoranlarda wi-fi var, internet ile alakalı bir problem yaşayacağınızı düşünmüyorum. Turistler için satılan sim kartlardan almak isterseniz; Cellcom, Partner (eski adı Orange) ve Pelephone firmalarında ait pre-paid kartlar; havaalanı içerisinde yer alan ofiste ayrıca Tel Aviv Rotschild Bulvarı ve Kudüs’te ise Jaffa Caddesi üzerinde yer alan mağazalarda satılıyor. Havalimanından almanızı tavsiye etmem çünkü fiyatlar neredeyse iki katı pahalı. İnternet paketleri 2-15 GB arası ve fiyatlar da internet paketine göre 40-80 Şekel arası değişiyor.

18- Kudüs’te dışarıda sabahlayabilir miyiz? diye sorarsanız; risk almaya değmez derim. Mutlaka bütçenize uygun bir hostel bulursunuz. 24 saat açık yer bulmak çok zor, bu yüzden gitmeden önce kalacak yerinizi mutlaka ayarlayın.

19- Eğer pre-paid sim card satın almayacaksınız, çevrimdışı navigasyon uygulamaları ile aradığınız her yeri kolayca bulabilirsiniz. Tabelaların büyük çoğunluğu İbranice yazılmış ama yine de herhangi bir zorluk yaşamayacaksınız. Benim favori çevrimdışı navigasyon uygulamam olan Citymaps2go Kudüs’te müthiş çalışıyor. Bu uygulama ile bulamayacağınız yer yok, tek yapmanız gereken Kudüs’e gitmeden önce uygulama içerisinden şehrin haritasını indirmek.

20- Pasaportunuz her daim yanınızda olsun derim. Eğer pasaportu almıyorsanız bile en azından kimlik sayfasının ve vize sayfasının fotokopilerini yanınızda bulundurun. Aksi takdirde polis durdurduğu zaman sorun yaşayabilirsiniz.

21- Kudüs Eski Şehir’de gece hayatı veya müzik olmayabilir ama hava karardıktan sonra sokak lambaları ile aydınlatılan, loş ışıklı ara sokaklarında yürümek Kudüs’te yaşayabileceğiniz en unutulmaz deneyimlerden birisi olacaktır. Bu deneyimi yaşamadan Kudüs’ten ayrılmayın derim. Fotoğraf makineniz yanınızda olsun.

22- Eğer Kudüs’e ibadet etme amaçlı gidiyorsanız konaklama yapacağınız yeri mutlaka Eski Şehir’e yakın bir yerden ayarlayın. Türkiye’den giden gruplar genellikle Sahira Kapısı (Herod Kapısı) karşısındaki bölgede kalan otellerde konaklıyor ve servislerle Aslanlı Kapı’ya geliyorlar. Siz de bu mahallede bulunan otelleri tercih edebilirsiniz.

23- Kudüs’e gitmeden önce; Cennetin Krallığı (Kingdom of Heaven) ve Tutku: Hz. İsa'nın Çilesi (The Passion of The Christ) filmlerini mutlaka ama mutlaka izleyin. Kitap konusunu da yukarıda söylemiştim. Okumadan, izlemeden ve dinlemeden Kudüs’e gitmeyin! Larry Collins’in “Kudüs... Ey Kudüs” kitabını ve Amin Maalouf’un “Arapların Gözünden Haçlı Seferleri” kitabını okuyabilirsiniz.

24- Eğer Filistin tarafına geçecekseniz çok dikkatli olmalısınız. Herhangi bir tehlike sezdiğinizde hemen bir yerlere sığınmanız gerekir. Kontrol noktalarında durdurulduğunuzda size soru soran polislere yüksek bir ses tonuyla cevap vermemeniz ve olur da tahrik edilirseniz kesinlikle sakinliğinizi korumanız gerekiyor. Filistin şehirlerine gitmeyi düşünenler, çocuklara dağıtmak için şeker, çikolata, oyuncak vs. götürebilirler.

*Kaç gün kalınmalıdır diye sorarsanız; her yerini göreyim diyenler için 6 gün, önemli yerleri göreyim diyenler için 5 gün yeterli olacaktır.

 

**BONUS**

Kudüs Sendromu (Jerusalem Syndrome): Kudüs'ün atmosferinden etkilenen turistlerin kendilerini din adamı sanmaları durumu olarak tanımlayabileceğimiz bu hastalık; Kudüs'ü ziyaret eden turistlerin, Çile Yolu’nda yürüyerek hacı olmak isteyen Hristiyanların, Yahudiliğe ve Yahudi geleneklerine aşırı bağlı olan bağnaz Yahudilerin Kudüs'ün mistik atmosferinden etkilenip, çeşitli çarpık fikirlere kapılarak sanrılı yoğun dini psikoz yaşaması sonucu ortaya çıkıyor. Bilindiği üzere Kudüs üç büyük din için de son derece kutsal olan bir şehir. Mensubu olduğunuz dinin vecibelerden ne kadar uzak olursanız olun, eğer en ufak bir inancınız dahi varsa içinizde kıpırdanma olmaması mümkün değil çünkü Kudüs böyle bir yer. Kudüs’ü sadece tarihi bir seyahat olarak görenlerin, herhangi bir dini inanca sahip olmayanların bile Kudüs'ün mistik ortamından ciddi manada etkilenerek bu hastalığa yakalandıkları biliniyor. Yılda ortalama 150 turistin, Kudüs temalı ruhsal sorunlar yaşadığı ve kendilerini Musa, İsa, Davud, Süleyman, Yahya, Zekeriya ve Meryem gibi kutsal kabul edilen kişiler sandıkları tespit edilmiş. 1930'lu yıllardan beri yaşanan Kudüs Sendromu’na yakalananlar şehirden uzaklaştırılarak, klinik tedaviyle iyileştirilebiliyorlar ve hatta rivayete göre akıl hastanesinde bu hastalar için ayrı bir bölüm bulunuyor. Bu hastalığa yakalananlar anksiyete bozukluğu yaşarken, aynı zamanda aşırı arınma yani temizlenme ihtiyacı duyuyorlar. Bu sendromu yaşayanların Kudüs sokaklarında vaaz verdikleri, Tanrı’ya hizmet ettiklerini sanarak başka kişileri dine ve doğru yola davet ettikleri gözlemlenmiş. Kudüs Sendromu insanlarda üç farklı etki gösteriyor. Birincisi; kendini büyük bir dini lider olarak görenler, ikincisi; tek başına turist olarak gelip kendilerini Kudüs’e kaptırıp insanlara doğru yolu göstermeyi amaçlayanlar ve son olarak; herhangi bir dine veya sınıfa mensup olup, bulundukları dini ya da sınıfı kurtarmaya ömrünü adayanlar. Tüm bu etkilerin ortak özellikleri ise beyaz giyinmeleri ve sürekli temizlenmeleri.

Yorumlar