Cape Town

 

“Uzaklara gitmek, denizler, sınırlar, ülkeler ve inançlar aşma fırsatı çıktığı zaman hiç duraksama.” Amin Maalouf

 

CAPE TOWN GEZİ REHBERİ;

    Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fethi ile artık tüm ticaret yolları Osmanlıların kontrolüne geçtiği için Portekiz başta olmak üzere tüm Avrupa yeni ticaret yolları bulma arayışına girmiş. Bu arayışlar çerçevesinde 1488 yılında Portekizli kaşif Bartelemeu Dias tarafından keşfedilen ve Portekizlilerin keşfinden sonra jeopolitik konumu ve sahip olduğu doğal zenginlikler sebebiyle Hollandalıların dikkatini çeken Cape Town, bir anda kendini sömürgeci devletlerin elinde bulmuş. Halen kabile hayatı yaşanan Cape Town’a hükmetme ve yerel halkı köleleştirme konusunda sorun yaşayan Hollanda, sömürgesi olan Malezya ve Endonezya’dan getirdiği aileleri buraya yerleştirmiş ve böylece Cape Town 1652 yılında Güney Afrika’da kurulan ilk Avrupa yerleşimi olmuş. İngilizlerin desteği ile yerel halkın direnişini kıran Hollanda, halkı köleleştirmeye başlamış ve bu durum 1834 yılına kadar sürmüş. Kölelik sisteminin resmi olarak kaldırılmasından sonra yerel halkın kendi kontrollerinden çıktığını gören İngiltere ve Hollanda 1948 yılında köleliğin başka bir boyutu olan Apartheid Rejimini yani ırk ayrımcılığı sistemini getirmiş. Bu yeni sisteme göre halk ikiye ayrılmış; beyazlar ve beyaz olmayanlar. 1994 yılına kadar siyahlar, üstün ırk olarak kabul edilen beyazlara ait bölgelere adım dahi atamamışlar. Beyazların yemek yedikleri restoranlar, alışveriş yaptıkları marketlere, tıraş oldukları berberlere vs. girememişler. Hatta aynı bankta dahi oturamamışlar. Artık dayanılmaz bir hal alan bu durumu kabullenmek istemeyen halk 1990’lı yılların başında isyan etmeye başlamış ancak Hollandalılar her başını kaldıranın başını ezmiş. Halkı isyana karşı kışkırtan, onları bir araya getirmeye çalışan kim varsa tuttukları gibi Robben Adası hapishanesine göndermiş ve işkence etmiş. İşte bu baş kaldıranlardan birisi de Nelson Mandela olmuş ve tam 27 yılını hapishanede geçirmiş. 1990 yılında Güney Afrika Devlet Başkanı tarafından serbest bırakılan Mandela, 1994 yılında Güney Afrika’nın ilk siyahi devlet başkanı seçilmiş.

    Güney Afrika’nın en eski şehri olan Cape Town, halk dilinde ‘Mama City’ yani ‘Anne Şehir’ olarak anılıyor. Güney Afrika’nın yasama başkenti ve aynı zamanda Batı Kap eyaletinin de en büyük şehri. Ülkenin diğer iki başkenti ise idari başkent olan Pretoria ve Yüksek Temyiz Mahkemesinin bulunduğu adli başkent olan Bloemfontein. Cape Town City denilen Metropoliten alanın sadece bir parçasını oluşturuyor ve Güney Afrika Parlamentosu da yine Cape Town’da bulunuyor. Ortak dilleri İngilizce olmak üzere 11 farklı dil kullanılıyor. Apartheid Rejimi döneminde okullarda zorla öğretilen, Afrikaan denilen Afrikanca ise Flemenkçe ile yerel dilin harmanlanmış hali. Uluslararası Endüstriyel Tasarım Toplulukları Konseyi tarafından 2014 yılında Dünya Tasarım Başkenti seçilen Cape Town, aynı yıl hem New York Times hem de The Daily Telegraph tarafından da dünyada ziyaret edilebilecek en iyi yer olarak seçilmiş. Cape Town gerçekten de dünyanın en güzel şehirlerinden birisi ancak bir tarafta modern gökdelenler varken, bir tarafta halen teneke mahalleler varlığını sürdürüyor. Apartheid Rejimi bitmiş ama sınıf ayrımında en ufak bir değişiklik olmamış. Şehrin modern tarafında Avrupalılar ve her zaman Avrupalılar ile arası iyi olan zengin yerliler ikamet ediyorlar. Kafelere, restoranlara, sinemalara, sahillere, yine onlar gidiyorlar ve manzaralı, temiz muhitlerde yine onlar oturuyorlar. İşsizlik nedeniyle karınlarını doyurabilecek kadar dahi para kazanamayanlar ise Cape Flats denilen gecekondu mahallelerinde. Waterfront denilen liman bölgesi Cape Town’un belki de en modern ve en yeni kısmı, hatta buraya adım attığınızda zengin bir Avrupa şehrine geldiğinizi düşüneceksiniz. Avrupalı turistlerin yemek yedikleri restoranlarda tek bir beyaz çalışan ve gezmek için gelen tek bir yerli göremeyeceksiniz. Eğer Cape Town’a bir ‘’Afrika şehri’’ görmek için gelmişseniz, yanlış yerdesiniz!

ULAŞIM: İstanbul’dan Cape Town’a ulaşım için birkaç farklı havayolu firması alternatifiniz var. Eğer direkt uçuş olsun diyorsanız tek seçeneğiniz Türk Hava Yolları. Direkt uçuşlar yaklaşık 10 saat sürüyor ve bilet fiyatları da tek yön ortalama 4500-5000 Türk Lirası arasında değişiyor. Eğer daha ucuz olsun diyorsanız; Ethiopian Airlines, Qatar Airlines ve British Airlines firmalarını tercih etmeniz gerekiyor. Yalnız British Airlines firması aktarmayı Londra’da yapıyor yani transit vize almanız lazım, bu şekilde de zaten astarı yüzünü geçiyor yani Türk Hava Yolları ile direkt uçuş yapmak daha hesaplı hale geliyor. Qatar Airlines, Doha şehrinde aktarma yapıyor ve transit vizeye ihtiyacınız yok. Aynı şekilde Etiyopya Hava Yolları da Addis Ababa şehrinde aktarma yaptığı için bu seçenekte de transit vizeye ihtiyacınız olmayacak. Biz en uygun seçenek Etiyopya Havayolları olduğu için bu firmayı tercih ettik; İstanbul-Addis Ababa 5.5 saat sürüyor, 2.5 saat aktarma süresi ve sonrasında da 6.5 saat daha gidilerek 14.5 saatte Cape Town’a varılmış oluyor. Uçaklar geniş gövde ve gayet konforlu. Yiyecek, içecek sınırsız. İki öğün yemek veriliyor. Biz Şubat ayında yani yüksek sezonda gittiğimiz için gidiş-dönüş kişi başı 8.000 Liraya bilet aldık ama düşük sezonda fiyatlar çok daha uygun. Eğer takip ederseniz tek yön 3000 Liraya aktarmalı veya 3500 Liraya direkt uçuş bulabilirsiniz. Qatar Airways çok daha konforlu bir firma ve hatta bazı zamanlar fiyat açısından en uygun seçenek oluyor. Fiyat araştırması için tek yapmanız gereken Skyscanner adresini ziyaret etmek ve yolculuk tarihlerinize göre arama yapmak. Mutlaka tarihlerinize ve bütçenize uygun bir alternatif çıkacaktır.

Havaalanından Şehir Merkezine Ulaşım: Cape Town Havalimanı, şehir merkezine yaklaşık 18 km uzaklıkta yer alıyor. Havalimanından şehir merkezine ulaşmak birçok farklı alternatifiniz var. Bunlar arasında en hesaplı seçenek; My-Citi firması tarafından işletilen şehir içi otobüsler yani belediye otobüsleri. Bu otobüslere binmek için ilk olarak havalimanındaki duraktan My-Citi Card almanız gerekiyor. Kartın ücreti 35 Rand ve içine para yükleyerek kullanılıyor. Havalimanından hareket eden otobüsler, şehir merkezinde Castle Of Good Hope isimli kalenin hemen yanında bulunan Civic Centre isimli otobüs terminalinde duruyor. Havalimanı – Civic Centre arası arası ücret 90 Rand yani kartınıza en az 90 Rand yüklemeniz gerekiyor. Dönüş için yine Civic Centre’a gitmeniz lazım, turnikelerden geçtikten sonra hemen solunuzda A01 numaralı otobüslerin kalktığı platformu göreceksiniz. Şehir merkezi – Civic Centre arasında sefer yapan otobüsler 04.20 ile 22.00 saatleri arasında hizmet veriyor, her 20 dakikada bir otobüs kalkıyor, otobüslerin numaraları A01 ve D02 ayrıca yolculuk yaklaşık 45 dakika sürüyor. Eğer bu seçeneği beğenmemişseniz; Uber benzeri bir uygulama olan ve sadece Cape Town’da kullanılan BOLT uygulamasını tercih edebilirsiniz. Sizinle birlikte şehir merkezine giden yolcular ile birleşip Bolt uygulamasından bir araç çağırabilir ve 160 Rand karşılığında konforlu bir şekilde yaklaşık 20 dakikada şehir merkezine ulaşım sağlayabilirsiniz. Aynı şekilde UBER uygulamasını kullanarak da araç çağırabilir ve yine 200-250 Rand karşılığında konforlu bir yolculuk ile otelinize ulaşabilirsiniz. Hem de Uber hem de Bolt kullanmak için tek yapmanız gereken şey; cep telefonunuza uygulamaları indirip kredi kartınızı tanımlamak. Eğer havalimanı girişinde bulunan lisanslı taksilere binmek isterseniz mutlaka pazarlık yapın çünkü şehir merkezi için 300 Rand istiyorlar ama 200 Rand’ı kabul ediyorlar. Otelinizin transfer hizmeti varsa, o da mantıklı bir seçenek olacaktır. Hem otellerin hem de hostellerin havalimanı servisi oluyor ve ücretleri de ortalama 150-200 Rand arası değişiyor. Hem havalimanından gelirken hem de havalimanına giderken kullanabilirsiniz, mutlaka konaklama yaptığınız yerin resepsiyonu ile görüşün çünkü sizin gibi havalimanına gidecek olanlarla ücreti paylaşabilirsiniz. Eğer daha da ucuz olsun diyorsanız, bir yakını almak için gelen birilerinden sizi de merkeze kadar bırakmasını rica edebilirsiniz.

Şehir İçi Ulaşım: Yukarıda saydığım seçeneklerin tamamı, şehir içi ulaşım için de geçerli. Eğer toplu taşıma kullanmak istiyorsanız My-Citi Card satın almanız ve içine para yüklemeniz gerekiyor. Ön ödemeli kart almak zorunda değilsiniz, dilerseniz 35 Rand vererek tek kullanımlık kartlardan da alabilirsiniz. Yüklemeli kartlar daha hesaplı oluyor, 35 Rand verip kartı alıyorsunuz ve içine kullanacağınız kadar para yüklüyorsunuz. My-Citi kartlarını Civic Centre’dan, Adderley Street, Long Street, Loop Street gibi ana caddelerde bulunan duraklardan ve büfelerden satın alabilirsiniz. Bu kartlar aynı zamanda restoranlarda, marketlerde ve anlaşmalı iş yerlerinde banka kartı olarak da kullanılabiliyor yani içerisindeki parayla ödeme yapabiliyorsunuz. Şehir merkezinde gezerken toplu taşımaya ihtiyacınız yok ancak Masa Dağı, Lion’s Head gibi yüksek noktalara ulaşmak için mutlaka bir araca binmeniz gerekiyor. My-Citi otobüslerinin bu tepelere yakın yerlerde durakları var. Diğer bir seçenek, beyaz renkli minibüsler ama kesinlikle tavsiye edilmeyen bir şehir içi ulaşım yöntemi. Her an cüzdanınızdan olabilirsiniz çünkü turist olduğunuz gün gibi ortada olacaktır. Şehir içi ulaşım için en konforlu ve güvenilir seçenek, dünyanın her yerinde olduğu gibi Cape Town’da da hiç şüphesiz Uber uygulaması. Cep telefonunuza indirin, kredi kartınızı tanımlayın ve kullanmaya başlayın. Yerel bir uygulama olan Bolt da tıpkı Uber gibi çalışıyor ve gayet güvenli bir seçenek. Cape Town’da el kaldırarak yoldan geçen bir taksiyi durduramazsınız çünkü hem yasak hem de güvenli değil. Taksi durağını arayacaksınız ve öyle taksi çağıracaksınız. Uber gibi bir seçenek varken taksi kullanmak pek de mantıklı değil ama yine de siz bilirsiniz. Eğer koylara, şarap çiftliklerinin olduğu kasabaları ve şehir merkezine uzak noktalara toplu taşıma ile gitmek isterseniz Golden Arrow firmasına ait otobüsleri tercih edebilirsiniz. Golden Arrow firması, şehir dışında 1300’den fazla noktaya gidiyor ve 1000’den fazla otobüse sahip. Civic Centre’da güzergahlar ve bilet fiyatları hakkında detaylı bilgiler bulabilirsiniz.

Araç Kiralama: Cape Town rehberi boyunca sıklıkla üzerinde duracağım araba kiralama konusu, kesinlikle göz ardı etmemeniz gereken bir seçenek. Burası Avrupa şehirleri gibi birkaç sokak ve ana caddeden oluşan, yürüyerek her yerini gezebileceğiniz bir şehir değil. Cape Town tam anlamı ile bir deneyimler, tecrübeler, aktiviteler şehri. Artık nasıl tanımlarsanız. Şehir merkezinde yürüyerek gezebileceğiniz birçok yer var ancak Cape Town’un asıl olayı, şehir merkezinin dışında. Koylara, plajlara, Ümit Burnu’na, şarap çiftliklerine, köpek balığı dalışına, botanik bahçesine ve hatta şehir merkezinde de Masa Dağı, Lion’s Head gibi noktalara ulaşmak için mutlaka bir araca ihtiyacınız var. Hepsine Uber ile gitmeyi düşünüyorsanız, aşırı maliyetli bir seçenek olacağını bilmelisiniz. Çünkü sadece Ümit Burnu bile şehir merkezine 185 kilometre uzaklıkta. Uzak noktalara firmaların servisleri veya Hop on Hop off otobüsleri ile gidebilirsiniz ancak ne kadar konforlu olabilir ki? Eğer gerçek anlamda bir konfor, güven ve özgürlük istiyorsanız, mutlaka ama mutlaka araba kiralamalısınız. Eğer ehliyetiniz yoksa, böyle bir seçenek elbette mümkün değil ancak ehliyetiniz varsa ve araba kullanmayı biliyorsanız, işte o zaman araba kiralayarak Cape Town’un gerçek anlamda tadına varabilmeniz için önünüzde hiçbir engel yok. Araba kiraları çok ucuz, günlük 100 Türk Lirası’nın altında ve aynı şekilde benzinin litresi de 4 Türk Lirasını geçmiyor.

    Araba kiralamak için tek yapmanız gereken Rentalcars adresini tıklamak. Siteye girdikten sonra alış yeri ve teslim yerini Cape Town Havaalanı olarak seçeceksiniz, karşınıza çıkan arabalardan birisine karar verecek ve rezervasyon yapacaksınız. Bu kadar basit. Eğer işinizi sağlama almak istiyorsanız, bir miktar daha fazla ödeme yapıp ‘’tam koruma’’ seçerek, aracı ve içindeki eşyalarınızı koruma altına alabilirsiniz. Tüm bu detayları zaten internet sitesine girdiğinizde okuyacaksınız. Biz bu site üzerinden benzinli, manuel vites bir Volkswagen Polo kiraladık. Otomatik vites daha pahalı olduğu için manuel vites tercih ettik. Eğer siz şoförlüğünüze güvenmiyorsanız mutlaka otomatik vites seçin çünkü Cape Town’da direksiyon SAĞDA, yani trafik SOLDAN akıyor. Korkmayın, en fazla 10 dakika içerisinde direksiyonun sağda olmasına alışıyorsunuz. Zaten trafik çok sakin, yollar geniş ve herkes kurallara uyuyor. Yani bırakın sağda olmasını, hiç olmasa bile Cape Town’da rahatlıkla araç kullanabilirsiniz(!) Burada önemli olan tek şey, telefonunuzda kullanılabilir bir navigasyon uygulamasın açık olması ve karşıdan karşıya geçerken önce sağa bakmanız.   

    Havalimanına vardık, pasaport kontrolünden geçtik, kapıdan çıktık, alt geçitten yolun karşısına geçtik ve araç kiralama ofislerinin olduğu yere geldik. Biz Avis firmasından kiraladık ve direkt olarak Avis standına gittik. Evrakları imzaladık, kredi kartı ile ödemeyi yaptık ve hemen yan tarafta bulunan otoparktan aracımızı teslim aldık. Araca gelebilecek herhangi bir zarar veya sonradan tebliğ edilecek bir trafik cezasına karşı, ödeme yaparken kredi kartınızdan 2000 Türk Lirası provizyon ücreti kesiliyor. Yani kartınızın 2000 Liralık limitine bloke koyuluyor. Eğer aracı teslim ettiğinizde herhangi bir hasar tespit edilmezse ve daha sonradan da bir trafik cezası gelmezse, bloke kaldırılıyor ve 2000 Lira tekrar kartınıza limit olarak yükleniyor. Otomatik vites araçlarda, şanzıman arızaları çok daha masraflı olduğu için provizyon ücretleri daha fazla, örneğin manuel vites Polo’nun provizyon kesintisi 2000 Lirayken otomatik vites Polo’nun 4500 Lira. Otomatik vites araçlar hem daha pahalı hem de kartınızda daha fazla limit olması gerekiyor. Aracı teslim alırken mutlaka her yerini fotoğraflayın ve etrafını videoya çekin. Sizden önce almış olduğu hasarları özellikle fotoğraflayın ki daha sonradan araç hasar almış deyip ücretini sizden rücu etmeye kalkmasınlar. Dönüş günü gelip aracı teslim edeceğiniz zaman, havalimanı girişinde göreceğiniz tabelaları takip ederek araç teslim noktasına ulaşabilirsiniz. Cape Town, dünya üzerinde araç kiralamaya en uygun şehirlerden birisi olduğu devasa bir alan sadece kiralık arabalara ve firmaların ofislerine ayrılmış. Dakikada belki 20-30 araç iade oluyor ve tekrar kiralanıyor. Sürekli bir araç sirkülasyonu var. Aracı teslim ederken görevli aracın etrafına bakıyor ve elindeki forma hasarlı veya hasarsız diye not düşerek anahtarı teslim alıyor. Eğer araçta hasar yoksa, 2 veya 3 gün içerisinde kartınızdaki bloke kaldırılıyor. Şehir merkezinde birçok yerde benzin istasyonu var, yakıt alma konusunda herhangi bir zorluk yaşamayacaksınız. Akaryakıt ücretleri uygun ve araçlar az yakıyor. Biz Polo ile 8 gün gezdik ve yaklaşık 300 Liralık benzin harcadık.

    Şehrin her yerinde hem açık hem de kapalı otopark bulabilirsiniz. Şehir dışındaki noktalarda zaten park sorunu yok, şehir merkezinde de sadece Waterfront civarında zorlanacağınızı düşünüyorum ama bir iki tur atsanız bile mutlaka uygun bir yer bulursunuz. Eğer cadde üzerindeki park alanlarına bırakacaksanız; beyaz çizgili olanlar ücretli, diğerleri ücretsiz. Ücretli olanlar da 08:00-17:00 saatleri arasında ücrete tabi ve başlarında resmi görevliler oluyor. Diğerlerinin başında da bir yerlerden fosforlu yelek ayarlayan ve resmi görevli gibi görünerek otopark ücreti isteyen değnekçiler var. Resmi görevlinin elinde fiş kestiği bir cihaz var, diğerlerinin de zaten homeless olduklarını anlamak zor değil. Burada karar size kalmış; bu değnekçilere para vermek zorunda değilsiniz ama aklım arabada kalır diyorsanız çok küçük miktarlarda bozukluk verebilirsiniz. Bazıları artık o kadar kaşarlanmış ki, para vermediğinizde karşınıza dikiliyor ve ‘’ben resmi görevliyim, burası da ücretli bir otopark, para ödemeyeceksen aracı buradan çıkar’’ diyor. Dediğim gibi tercih sizin, isterseniz köpek çekin, isterseniz para verin. Saat kaç olursa olsun, herhangi bir yere araba park ettiğinizde anında birileri damlıyor ve otopark parası istiyor. Biz bu durumdan çok sıkıldığımız için özellikle Greenmarket Square civarını gezmeye gittiğimiz günler arabayı hep katedralin hemen önünde bulunan kapalı otoparka bıraktık. Fiyatı gayet makul ve kesinlikle tavsiye ederim. En azından arabaya bir şey yaparlar mı diye bir derdiniz olmaz.

    Eğer cadde üzerine ve bina önlerine park edecekseniz, aracın içerisinde çanta, cüzdan, telefon, kamera, şarj aleti vb. gibi hırsızların ilgisini çekecek bir şeyleri kesinlikle görünür bir şekilde bırakmayın. Iphone şarj aleti için bile aracın camını kırabilirler. Görünürde hiçbir şey olmasın, ne var ne yok yanınıza alın derim. Eğer bu konuda kafam rahat olsun diyorsanız, aracı kiralarken tam koruma seçeneğini seçin. Bu sayede hem aracı hem de içindekileri koruma altına almış olursunuz. Biz daha hesaplı olsun diye standart koruma seçtik, aracı güvenilir yerlere park ettik ve içerisinde eşya bırakmadık. Zaten ev kiralarken de özellikle kapalı otoparkı olan bir ev kiraladık. 

    Eğer daha üst segment bir araç arıyorsanız veya grup halinde gidecekseniz ve panelvan tarzı araçlar kiralamak istiyorsanız yine Rentalcars adresini veya ülkenin en geniş filosuna sahip olan Around About Cars firmasına ait ArounAboutCars adresini ziyaret edebilirisiniz. Bu firmadan hem şoförsüz hem de şoförlü araç kiralayabilirsiniz. Hem havaalanı-şehir merkezi transferi hem Cape Town ve çevresinde gezmek hem de Namibya, Botsvana ve Zambiya gibi diğer Afrika ülkelerine gitmek için kurumsal bir firma olan Around About Cars firmasını gönül rahatlığı ile tercih edebilirsiniz. Firmanın, hem diğer Güney Afrika şehirlerinde hem de bu saydığım Afrika ülkelerinde ofisleri var ve Cape Town’dan kiraladığınız aracı bu ofislerin herhangi birisine teslim edebiliyorsunuz. Diğer Afrika ülkelerine araba kiralayarak gitmek ve şoförlü bir Afrika turu yapmak isteyenler için en doğru seçenek. Kesinlikle notlarınız arasında bulunsun.

KONAKLAMA: Cape Town’da konaklama için üç farklı seçeneğiniz var; otel, hostel ve kiralık ev. Bu seçenekler arasında en fazla tercih edilen, benim de kesinlikle tavsiye edeceğim ev kiralama. Eğer İstanbul’dan çıkmış ve taa Cape Town’a gitmişseniz, bu seyahati mümkün olduğunca konforlu hale getirmeniz gerekir. Bu yüzden konaklama için ilk önceliğiniz mutlaka ev kiralamak olsun. Yapmanız gereken şey çok basit; Airbnb adresine giriyorsunuz, Cape Town olarak arama yapıyorsunuz ve karşınıza çıkan seçenekler arasında size en uygun olanı tercih ediyorsunuz. Burada dikkat etmeniz gereken birkaç husus var; öncelikle araba kiralamak gibi bir düşünceniz yoksa, ev seçerken merkezi bir konumda olmasına özen göstermeniz gerekiyor. Cape Town, tepelik bir şehir yani konum olarak yukarılarda kalan bir ev seçerseniz, gidip gelirken çok eziyet çekersiniz. Araba kiralamayacaksanız; Greenmarket Square veya Waterfront etrafında yer alan evler önceliğiniz olsun. Araba kiralamak, konaklama konusunda da özgürlük kazandırıyor. Ulaşım probleminiz olmayacağı için dilediğiniz her yerden ev kiralayabilirsiniz. Örneğin biz araba kiraladığımız için Signal Hill eteklerinde yer alan bir rezidans dairesi kiraladık ve yüksek bir konumda olmasına rağmen gidiş gelişlerde hiçbir sorun yaşamadık. Hem fiyat açısından daha uygundu, hem merkezdeki evlerden çok daha lükstü, hem de muhteşem bir Masa Dağı ve Cape Town manzarası vardı. Dediğim gibi araba kiralarsanız her anlamda özgür olursunuz. Kafanızın rahat olmasını istiyorsanız; arama yaparken filtre bölümünde ‘’bina içinde ücretsiz otopark’’ seçeneğini tıklamayı unutmayın. Biz 8 gece, evin tamamı için yaklaşık 1750 Türk Lirası ödedik ve bu ücret, konaklama yaptığımız ev için kesinlikle hiç bir şey. Ev sahibimiz de müthiş tatlı bir insandı ve bizimle gerçekten çok ilgilendi. Ne sorsak anında cevap verdi ve birçok konuda da yardımcı oldu. Bizim konakladığımız evin linki  Franco's House ve ev sahibinin adı da Franco. Kurlardan dolayı evin fiyatı biraz arttı ama yine de kesinlikle tavsiye ederim, gönül rahatlığı ile rezervasyon yaptırabilirsiniz.

    Diğer bir konaklama alternatifiniz ise hosteller. Cape Town, sırt çantalı gezginler tarafından en fazla ziyaret edilen şehirlerden birisi olduğu için şehrin dört bir tarafında, gezginlerin konaklama yaptıkları müthiş eğlenceli hosteller var. Her bütçeye uygun hostel bulabilmek mümkün. Yani sadece başımı koyacak bir yastık olsun diyorsanız, geceliği 70-80 Lira olan hostellerde kalabilirsiniz. Daha iyi bir yer olsun diyorsanız; popüler hostellerin paylaşımlı odaları 120-250 Lira arasında ve iki kişilik özel odaları da 400-500 Lira arasında değişiyor. Tabi bu fiyatlar sezona göre değişkenlik gösterir yani Temmuz-Ağustos ayları gibi düşük sezonda giderseniz, bu fiyatların yarısına dahi hostel bulabilmeniz mümkün. Lokasyon açısından en fazla tercih edilen hostel; Loop Street üzerinde bulunan 91 Loop Hostel diyebilirim. Tam olarak şehrin göbeğinde yer alan bu hostel, açık büfe kahvaltı veren ayrıca odaları, banyoları vs. temiz ve sosyal ortamı da gayet eğlenceli denilebilecek bir seçenek. Paylaşımlı odalarının gecelik fiyatı 90-120 Lira ve iki kişilik deluxe odalar ise 400-450 Lira arasında. Hostellerin hepsini tek tek yazmama gerek yok, yapmanız gereken şey basit; Hostelworld adresine gireceksiniz, Cape Town için arama yapacak ve hostelleri inceleyerek beğendiğiniz birisine rezervasyon yapacaksınız. Araba kiralamayacağınızı varsayarsak, merkezi konumda olan hostellerin ilk önceliğiniz olması gerektiği hususunu tekrar hatırlatayım.

    Son olarak, hem konforlu hem de zahmetsiz olsun diyorsanız; Greenmarket Square, Long Street, Sea Point, Green Point ve Waterfront çevresinde yer alan 3, 4, 5 yıldızlı otellere göz gezdirebilirsiniz. Otel seçenekleri için de tek yapmanız gereken Booking adresini ziyaret etmek. Kriterlerinizi belirleyerek size uygun bir otel seçeneği bulabilirsiniz. Otel seçerken, daha önce konaklama yapanların yorumlarını kesinlikle okuyun. Sadece fotoğraflarına bakarak karar vermeyin derim. Her bütçeye uygun otel bulabilmek mümkün ancak daha elit, manzaralı bir yer olsun diyorsanız; paraya kıyacaksınız ve Sea Point bölgesinde bulunan otellere bakacaksınız. Sea Point, Cape Town’un en kalbur üstü semti ve her köşesinden muhteşem manzaralar seyrediliyor. Eğer biraz uzak ama yine manzaralı bir yer olsun derseniz de Table Wiev civarına bakabilirsiniz. Burada bulunan otellerin, adeta bir tablo gibi görünen Masa Dağı manzarası var.

YEME-İÇME: Cape Town’da yeme içme fiyatları İstanbul ayarında diyebilirim. Tabi her geçen gün kur farkından dolayı daha pahalı hale geliyor ama yine de her haliyle Londra, Paris, Roma gibi Avrupa şehirlerinden çok daha uygun. Her bütçeye göre restoran bulabilmek mümkün. Turistik restoranlarda ve Waterfront gibi merkezi yerlerde bulunan restoranlarda fiyatlar bir tık daha pahalı. Şık restoranları tercih eder misiniz bilmem ama ne kadar lüks o kadar pahalı, bunu tahmin etmek zor değil. Bahsettiğim bu şık restoranlar genellikle Sea Point, Waterfront, Long Street, Camps Bay ve Woodstock bölgelerinde yoğunlaşmış. Özellikle Woodstock bölgesinde bulunan The Test Kitchen isimli restoran, Michelin yıldızlı şefi Luke Dale-Roberts ile dünyanın en iyi restoranlarından birisi seçilmiş. Woodstock bölgesinde sadece lüks restoranlar değil, uygun fiyatlı leziz yemekler yapan orta sınıf restoranlar da var.

    Güney Afrika’ya özgü bir barbekü çeşidi olan Braai, Cape Town’un en ünlü lezzetlerinden birisi. Sosları, pişirme süreleri ve yapılış şekli ile diğer ızgaralardan ayrılan ve kesinlikle denemeniz gereken Braai, daha çok Braaivleis denilen sosis ve pirzola halinde yapılıyor. Kıymalı yumurtaya benzeyen Bobotie, çeşitli varyasyonları olan Mealie Pap denilen yulaf lapası, lokma tatlısının kıvrımlı hali olan Koeksisters, Güney Afrika’ya özgü küçük tencerelerde yapılan ve bir tür yahni olan Potjiekos, ve bir ıspanak yemeği olan Morogo, Cape Town’un en ünlü yemekleri arasında sayılabilir. Bunların haricinde ise Biltong denilen; sığır, devekuşu ve kudu denilen Güney Afrika antilobunun etinden yapılan kuru et çeşitleri de mutlaka denemeniz gereken bir lezzet. Marketlerde onlarca farklı çeşitte kuru et bulabilirsiniz. Cape Town restoranlarında eğer et yemeği sipariş ederseniz, yanına getirecekleri tamamlayıcı yemeği sizin tercihinize bırakıyorlar. Pilav, patates püresi, patates kızartması veya salata seçeneklerinden herhangi birisini seçiyorsunuz. Yemek kültürü büyük oranda et türleri üzerine kurulmuş, bu sebeple menüler genellikle et yemeklerinden oluşuyor ve fiyatlar da gayet uygun. Bahşiş sistemi burada çok farklı işliyor; yemek yedikten sonra hesabı istiyorsanız ve adisyon bir kalemle birlikte geliyor, adisyonun üzerinde yer alan bahşiş kısmı boş bırakılmış, ne kadar bahşiş bırakmak isterseniz o kadar yazıyorsunuz ve para üstü ona göre geliyor. Yani yemek yediniz 480 Rand tuttu, adisyonun üzerine R20 yazarsanız 500 Rand alıyorlar. Aynı şekilde kredi kartı ile yapılan ödemelerde de kartınızdan çekilecek olan miktara sizin yazdığınız bahşiş miktarı da ekleniyor. Bence bu sistemi kredi kartı ile ödeme yapıp bahşiş bırakmadan giden müşteriler yüzünden icat etmişler. Cape Town, craft yani tasarım biraları ile ünlü bir şehir, bunlar arasında en popüler olanlar Darling Brewery, Wild Clover, Woodstock Brewery ve Castle Brewery.

    Eğer Airbnb üzerinden ev kiralamayı düşünüyorsanız, her öğünü dışarıda yemek gibi bir zorunluluğunuz olmayacak çünkü evinizin mutfağında istediğiniz yemeği yapıp yiyebileceksiniz. Biz kiraladığımız evin yakınlarında bulunan bir süpermarketten alışveriş yaptık ve hem kahvaltı hem de yemek konusunda çok rahat ettik. Eğer bütçeniz sınırlı ise tasarruf açısından da sizin için en uygun alternatiflerden birisi market alışverişi olacaktır.

Cape Town Yeme-İçme Mekanları;

1. V&A Food Market: Waterfront bölgesinde yer alan ve içerisinde yemek stantları (corner) bulunan bu kompleks, hem yerel hem de dünya lezzetlerini bir arada bulabileceğiniz bir yemek marketi. Büyük bir hangara benzeyen yapı içerisinde pizza, hamburger, sandviç, noodle, taco, pasta, samosa denilen etli börek, suşi, steak, kızartma vs. yapılan tezgahlar var. Fiyatlar gayet makul ayrıca üst kattaki pizzacıyı kesinlikle tavsiye ederim. Dilerseniz paket yaptırıp dışarıda dilerseniz de marketin içerisinde bulunan masalarda yiyebilirsiniz.

2. Ocean Basket: Waterfront bölgesinde, dönme dolabın hemen yanında yer alan ve manzaralı bir balkonu olan restoran, Cape Town’da deniz ürünü yiyebileceğiniz en iyi adreslerden birisi. Fiyatlar diğer balık restoranlarına göre bir tık pahalı ancak her türlü deniz mahsulünü bir arada görebileceğiniz böylesine bir restoran için gayet normal. En çok tercih edilen yemek ise içerisinde balık, patates kızartması, midye, karides, kalamar, iç pilav vs. bulunan karışık deniz ürünleri tabağı. Eğer balık yemek istiyorsanız, Ocean Basket ilk tercihiniz olsun.

3. City Grill: Waterfront bölgesinde, V&A Shopping Center içerisinde yer alan bu steakhouse, bölgenin en popüler restoranlarından birisi. Hem etler lezzetli hem de fiyatlar gayet uygun. Ortalama 250-300 Rand arası bir ücret karşılığında ekmek ve kola ile birlikte leziz bir steak yiyebilirsiniz. Yanında da sizin isteğinize göre patates püresi veya pilav geliyor.

4. Tiger’s Milk: Long Street üzerinde yer alan mekan, Cape Town’un en ünlü yeme-içme adreslerinden birisi. Biz hamburger ve pizza yedik ama steak çeşitleri de çok meşhur. Yemekleri güzel ve fiyatlar pahalı değil. Hamburgerin yanında patates kızartması da geliyor ve gayet doyurucu. Pizzalar ortalama 100 Rand, Hamburgerler 120 Rand ve 300 gram Sirloin Steak ise 160 Rand.

5. Royale Eatery: Long Street üzerinde yer alan Royale Eatrey, Cape Town’un en iyi hamburgercisi olarak gösteriliyor. Köftenin büyüklüğünü seçebiliyorsunuz ama genel olarak porsiyonlar doyurucu. Fiyatlar da porsiyonlara göre gayet makul diyebilirim. Hamburgerin yanında gelecek olan patatese de siz karar veriyorsunuz. Mekan 3 katlı ve üst katlara çıkarsanız balkonuna oturabilirsiniz. Hamburgerler ortalama 100-120 Rand civarında.

6. Mama Africa: Yine Long Street üzerinde yer alan ve hem yerliler hem de turistler tarafından fazlaca ilgi gören bir restoran. Bu yüzden gitmeden önce mutlaka Mama Africa adresinden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Burası oldukça otantik bir ambiyansa sahip, Afrika kültürünü yansıtan büyük bir mekan. Bir yarısı restoran diğer yarısı ise canlı performans sahnesi de olan bir bar olarak hizmet veriyor. Bu restoranın asıl olayı; Wild Game Plate (Full mixed grill) denilen ve içerisinde yaban domuzu, geyik, devekuşu, keseli ceylan ve timsah etinden oluşan av hayvanları tabağı. Bu tabağın fiyatı 332 Rand. Dilerseniz Malay mutfağına ait yemekleri de deneyebilirsiniz. Madalas marka birayı denemenizi şiddetle tavsiye ederim, fiyatı 42 Rand. Malay yemekleri ise ortalama 170-200 Rand civarında.

7. Kloof Street House: Long Street’in devamı olan Kloof Street üzerinde göreceğiniz restoran, belki de Cape Town’un en güzel en otantik restoranı. Bahçesi de olan Kloof Street House, Viktorya dönemini yansıtan birbirinden güzel, nostaljik objelerle donatılmış. Oldukça popüler bir yer olduğu için rezervasyonsuz müşteri kabul etmiyorlar, bu yüzden gitmeden önce mutlaka Kloof Street House adresinden rezervasyon yaptırın.

8. Truth Coffee: Castle of Good Hope yakınlarında, Buitenkant Street üzerinde yer alan Truth Coffee, The Telegraph tarafından dünyanın en iyi kahvecisi olarak seçilmiş. Bu yüzden de şehrin en popüler mekanlarından birisi. Garsonlar western kıyafetler giyiyor ve mekanın da bir fabrikadan hiçbir farkı yok. İçeriye şöyle bir göz attığınızda masaları görmeseniz bir kahveciye geldiğinizi anlayamazsınız. Müthiş bir dekoru ve oldukça başarılı bir menüsü var. Sadece kahveleri ile değil aynı zamanda kahvaltıları ile de meşhur. Burada bir kahve içmeden dönmeyin derim. Kahveler ortalama 30-40 Rand civarında.

9. Company Gardens Restaurant: Adından da anlaşılacağı üzere Company Gardens içerisinde yer alan restoran, yemek yiyebileceğiniz en huzurlu adreslerden birisi. Parkın içerisinde olduğu için kuş cıvıltıları, ördekler sesleri, yanınıza kadar gelen sincaplar ve mis gibi bir hava eşliğinde yemek yiyebileceğiniz efsane bir yer. Aslında özellikle gitmenize gerek de yok, Company Gardens’a gittiğiniz zaman fazlaca vakit geçirecek ve mutlaka acıkacaksınız. İşte tam acıktığınız anda aklınıza Company Gardens Restaurant gelsin. Öğle yemeği yemek istemeseniz bile pastalarının tadına bakabilirsiniz.

10. Origin Coffee Roasting: Bo-Kaap bölgesine yakın bir konumda, eski bir bina içerisinde yer alan kahveci, sadece kahveleri ile değil aynı zamanda kekleri, pastaları, kurabiyeleri ve et yemekleri ile de meşhur. Haas Coffee ile birlikte şehrin Truth Coffee’den sonra gelen kahvecisi olarak görülüyor. Burada mutlaka bir kahve içmeniz ve hatta paket halinde satın almanız gerekir.

11. The Africa Cafe: Burası Cape Town’un en ünlü, en popüler restoranlarından birisi çünkü The Africa Cafe, bir restorandan daha ziyade Güney Afrika yemek kültürünü yakından gözlemleme şansı bulabileceğiniz bir işletme. Özellikle yaz döneminde çok yoğun olduğu için gitmeden önce The Africa Cafe adresinden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Konsept şu şekilde; rezervasyon saatinizde restorana gidiyor ve masanıza oturuyorsunuz, garson yanınıza gelip içecek siparişi alıyor çünkü yemek 12 çeşit yöresel lezzetten oluşan fix bir menüden oluşuyor. Yemek servisinden önce içecekle beraber salata, pişiye benzer yağlı ekmek ve bir sos geliyor. Yemekler 3 tur halinde tadımlık geliyor ve beğendiklerinizden ücretsiz bir şekilde doyana kadar tekrar tekrar sipariş edebiliyorsunuz. Ne kadar yerseniz yiyin yemeğin ücreti sabit, sadece üstüne içeceğin ücreti ekleniyor. Kişi başı ortalama 500 Rand civarı tutuyor. Yemek esnasında garsonlardan oluşan bir grup, şarkı eşliğinde yöresel dans gösterisi sergiliyor. Kadın müşterilere de boyalarla etnik desenlerden oluşan otantik bir Afrika makyajı yapıyorlar ve hoş bir hatıra oluyor.

12. Caprice Cafe: Camps Bay isimli koya geldiğiniz zaman sahil kenarına sıralanmış onlarca kafe göreceksiniz. İşte burası bahsettiğim kafelerin içinde en popüler olanı. Her daim kalabalık ve oturacak yer bulmak için sıra beklemeniz gerekiyor. Eğer burada yer bulamazsanız, hemen yanında sıralanan diğer kafelere bakabilirsiniz. Bu kafelerin hepsinden muhteşem gün batımı manzarası seyrediliyor.

ALIŞVERİŞ: Cape Town, alışveriş konusunda kesinlikle tatmin olabileceğiniz bir şehir çünkü o kadar güzel şeyler satılıyor ki cebinizdeki parayı son kuruşuna kadar harcamak istiyorsunuz. Alışveriş için birkaç farklı adres var; bunlardan ilki hiç şüphesiz Greenmarket Square. Bu meydandan, aşağıda detaylıca bahsettim. Waterfront’a yürüme mesafesinde olan meydanda, yerel satıcıların kurdukları tezgahlar yer alıyor. Güney Afrika’ya özgü ne ararsanız bu meydanda bulabilirsiniz. Hediyelik eşya satılan mağazalarda göreceğiniz ürünlerin aynısını veya bir benzerini bu meydandan dörtte bir fiyatına satın alabilirsiniz. Dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da alışverişlerde pazarlık sistemi işliyor. Kural şu; satıcı ne kadar söylerse, siz yarısını teklif edeceksiniz. Siz ‘’no’’ dedikçe o düşecek, o düştükçe siz ‘’no’’ diyeceksiniz. En sonunda pes edecek ve hesap makinesini elinize verip, ‘’tamam, fiyatı sen yaz’’ diyecek. Dediğim gibi, ödeyeceğiniz fiyat tamamen sizin pazarlık kabiliyetinizle doğru orantılı olacak. Tezgahlar birbirine çok yakın ve meydan çok kalabalık, bu yüzden gezerken cüzdanınıza ve telefonunuza sahip çıkın! Tüm tezgahları gezmeden ürün almayın çünkü bir sonraki tezgahta almak istediğiniz şeyin daha iyisini veya daha güzelini görebilirsiniz. Gezin, dolaşın, pazarlık yapın ve hangisi en ucuza veriyorsa ondan alın. Greenmarket Meydanı’nda bir de African Market adında hediyelik eşya mağazası var. Genel olarak aynı ürünler satılıyor ama burada satılanlar biraz daha kaliteli. Bu yüzden de fiyatlar tezgahlara kıyasla daha pahalı. Meydana kadar gelmişken bu dükkanı da mutlaka gezin derim.

    Diğer bir alışveriş adresi ise Waterfront’ta yer alan African Trading Port. Burası tam olarak biraz önce bahsettiğim, cebinizdeki parayı son kuruşuna kadar alacak olan yer. Toplamda 5 katlı ve o kadar güzel şeyler satılıyor ki hepsini almak istiyorsunuz. Buraya girmeden önce kafanızda net bir alışveriş bütçesi oluşturun, ondan sonra gezin derim. Güney Afrika ile alakalı; ahşap süsler, maskeler, takılar, biblolar, devekuşu yumurtaları, anahtarlıklar, etnik kıyafetler, seramikler, ahşap satranç takımları ve daha sayamayacağım binlerce çeşit ürün satılıyor.

    Waterfront’a yürüyüş mesafesinde olan Canal Walk Shopping Centre, Cape Town’un en büyük alışveriş merkezlerinden birisi. İçerisinde hediyelik eşya mağazaları, butikler, ayakkabıcılar, pastaneler, fast food restoranlar, oyun salonları vs. yer alıyor. Kısaca aradığınız birçok şeyi bu alışveriş merkezinde bulabilirsiniz. Burada ayrıca Güney Afrika’nın en ünlü pırlanta şirketi olan ve benzersiz tasarımlar sunan Shimansky firmasının bir mağazası da bulunuyor. Şehir merkezine uzak bir konumda yer alan Cavendish Square Mall isimli alışveriş merkezi ise Cape Town’un en büyük alışveriş merkezi. İçerisinde 300’e yakın mağaza, restoranlar, kafeler, sinema salonları, oyun salonları, kahveciler, tatlıcılar, hediyelik eşya mağazaları, butikler vs. Yani ne ararsanız var. Eğer arabanız varsa, mağaza alışverişi için gidebileceğiniz en ideal adres burası.

    Long Street’in tam ortasında yer alan 3 katlı Pan African Market (The African Arts & Crafts ), tıpkı Waterfront’te bulunan African Trading Port gibi Afrika’ya özgü ürünlerin satıldığı büyük bir kompleks. Bina içerisinde onlarca farklı mağaza var ve fiyatlar African Trading Port’tan ucuz, Greenmarket Square’den bir tık pahalı. Long Street üzerinde bu tarz birçok dükkan var ama Pan African Market onlarcasının bir arada toplanmış hali. Burada da pazarlık yapmayı sakın unutmayın. Bence bu saydığım yerlerin tamamını gezin ve alışverişinizi öyle yapın. Hatta sabredin, son günlerde yapın derim çünkü emin olun bir ürünü satın aldıktan sonra başka dükkanlarda daha ucuzunu veya daha güzelini göreceksiniz.

    Cape Town’da market alışverişi genellikle Spar firmasının şubelerinde yapılıyor. Biz de kiraladığımız eve çok yakın bir konumda olan SPAR Cape Quarter isimli süpermarkete gittik. Burası büyük bir market ve yeme-içme alakalı aradığınız her ürünü bulabilmeniz mümkün. Sadece paketli ürünler veya meyve-sebze değil aynı zamanda yemek reyonu ve kuru et reyonu da bulunuyor. Fiyatlar da oldukça uygun. Sizlere tavsiyem; Cape Town’a gidip evinize yerleştikten sonra ilk iş olarak bir Spar mağazasına gitmeniz ve market alışverişi yaparak dolaba koymanız. İlla yemeklik malzeme olması gerekmiyor, atıştırmalık, kuruyemiş, su, kola, şarap, kuru et vs. de alabilirsiniz. Her gün dışarıda yemektense kendi evinizde kendi yemeğinizi daha az bir paraya yapabilirsiniz. Bu sayede seyahatinizi daha düşük bütçeler ile gerçekleştirebilirsiniz.

GECE HAYATI: Cape Town’un en turistik yerleri; Waterfront, Greenmarket Square, Long Street ve bu caddenin çevresinde yer alan Loop Street, Bree Street, Kloof Street ve Burg Street. Bu sebeple şehrin en popüler eğlence yerleri de bu saydığım caddelerde bulunuyor. Özellikle Long Street, belki de Cape Town barlarının yüzde 70’ini barındırıyor. Sadece Long Street üzerinde yürüseniz dahi onlarca farklı bar görebilirsiniz. Long Street’in en popüler barı olan Beer House, özellikle hostellerde konaklayan sırt çantalı gezginlerin takıldığı bir mekan. İçerisinde banklar var ve Türkiye’deki Benzin Cafe konseptine benziyor. Yaz aylarında giderseniz, balkonunda oturma imkanı da bulabilirsiniz. Yine Long Street üzerinde göreceğiniz Bob’s Bar da şehrin popüler barlarından birisi. Long Street üzerinde yer alan The Dubliner, Loop Street üzerinde yer alan Coco, Loop Street üzerinde yer alan The Village Idiot ve Bree Street üzerinde yer alan The Gin Bar da bölgenin popüler mekanlarından bazıları. Şehrin en kaliteli gece kulübü ise Waterfront bölgesinde bulunan Shimmy Beach Club. Adından da anlaşılacağı üzere burası plaj üzerine kurulu olan bir mekan. Özellikle yaz aylarında sabaha kadar canlı DJ performansları eşliğinde dans edebileceğiniz, son derece şık ve bir o kadar pahalı. Eğer bu saydıklarım sizi kesmezse ve daha çılgın bir ortam arıyorsanız, şehrin tek striptiz kulübü olan Stilettos Cape Town, tam olarak Long Street’in paralel caddesi olan Burg Street üzerinde yer alıyor.

CAPE TOWN GEZİLECEK YERLER;

    Cape Town, hiç şüphesiz dünyanın en güzel ve en eğlenceli şehirlerinden birisi. Tabi turistler için. Yukarıda da bahsettiğim üzere Apartheid Rejimi 1994 yılından sona ermiş ancak sosyal sınıf farklılıkları halen gün gibi ortada. Şehrin turistik bölgelerinde gezerken bu durum çok daha net gözlemlenebiliyor. Cape Town’a gittiğinizde, asla tam anlamı ile bir Afrika şehrinde olduğunuzu hissedemeyeceksiniz çünkü burası Avrupa şehirlerinden çok daha fazla gelişmiş bir lokasyon. Liman bölgesi, müzeleri, restoranları, kafeleri, doğal güzellikleri, unutulmaz gün batımları, şarap çiftlikleri ve müthiş aktiviteleri ile aklınızı başınızdan alacak, tekrar tekrar gelme isteği uyandıracak muhteşem bir şehir. Parasailing, hiking, yamaç paraşütü ve bisiklet rotaları ile de her türlü aksiyon talebinize yanıt verebilecek kapasitede. Tarihi ve çok kültürlü yapısı ile dünyanın en çok turist çeken şehirlerden birisi olan Cape Town, Güney Yarımküre’de olduğunu için Türkiye ile ters mevsimler yaşanıyor ancak kış aylarında dahi bir sonbahar havası olduğu için yılın her dönemi gidilebilir. Yine de en uygun zamanlar Ocak ve Şubat ayları. Şehre adım attığınız andan itibaren içinizi öyle bir huzur kaplayacak ki daha asıl şovunu bile görmeden ‘’Tam yaşamalık yer’’ deyip buraya yerleşme hayalleri kuracaksınız.

 

CAPE TOWN ŞEHİR MERKEZİNDE YER ALAN NOKTALAR;

1. The Victoria & Alfred (V&A) Waterfront: Cape Town seyahatinizde uğramanız gereken ilk adres burası olmalı çünkü Waterfront adı verilen bu liman bölgesi, şehrin tam anlamı ile buluşma noktası. Cape Town’un en bilindik, en popüler yeri ve adeta dünyaya açılan yüzü. Adım attığınız andan itibaren bir Afrika şehrinde olduğunuza şüphe edeceksiniz çünkü hem Afrika’ya göre oldukça gelişmiş bir bölge hem de Avrupalı ve İngiliz turistlerin yoğunluğundan dolayı lokal insanlar resmen arada kaybolmuşlar. Bir dönem balıkçı limanı olan Victoria ve Alfred Rıhtımı, 19. yüzyılın sonlarında Kraliçe Victoria’nın ikinci oğlu olan Alfred tarafından inşa edilmiş ve onun adını almış. Cape Town’un en hareketli bölgesi olmasından dolayı günün her saati kalabalık. Sizler de kesinlikle hem gündüz hem de hava karardıktan sonra Waterfront’ta yürüyüş yapmalısınız. Sahile oturduğunuzda, karşınızda hem Masa Dağı hem de Atlantik Okyanusu’nun eşsiz manzarası olacak. Dilerseniz restore edilerek çağa ayak uyduran butik kafelere ve restoranlara oturabilir dilerseniz de sahilde yer alan banklarda manzaranın keyfini çıkarabilirsiniz. Popüler bir bölge olduğu için mekanlarda fiyatlar ortalama bir bütçeye sahip olanlar için bir tık pahalı olabilir bu yüzden menüde fiyatları görmeden restoranlara oturmayın derim. Yine bu bölgede yer alan butik mağazalara ve galerilere de bir göz gezdirebilirsiniz.

    Bir dönem balıkçı kasabası olan ve izbe bir halde varlığını sürdüren Waterfront, geçirdiği muhteşem değişim sayesinde oldukça modern ve şık bir görünüme sahip olmuş. Tabi sahip olduğu bu görünümü, bir dönem şehrin bu kısmına geçmesi kesinlikle yasak olan siyahilerin, bugün Langa denilen gecekondu bölgesinde ikamet eden torunlarına borçlu zira Waterfront’un yeniden tasarlanmasında kullanılan iş gücü, bu teneke mahallelerde yaşayan insanlardan sağlanmış. Bugün Cape Town’un en güzel gün batımı manzaralarından birini sunuyor, tabi turistlere! Şehrin en turistik yeri olduğu için birçok aktivitenin de başlangıç noktası. Örneğin; Robben Adası’na giden tekneler buradan kalkış yapıyor, helikopter turu, şarap tadım turu ve safari yapan firmaların stantları burada bulunuyor, tekne turları yine buradan başlıyor ve tekne eğlenceleri de burada yapılıyor. Günün her saati yerel gruplar burada etnik müzik yapıyor ve dans performansı sergiliyorlar. Waterfront sınırları içerisinde birçok farklı müze ve alışveriş noktası da yer alıyor. Oldukça renkli ve bir o kadar da eğlenceli bir ortamı sahip olduğu için ziyaretçilerin dönüp dolaşıp tekrar geldikleri bir bölge. Unutmadan; Robben Adası teknelerinin kalkış yaptığı iskelede bulunan kırmızı renkli saat kulesinin hemen yanında, fok balıklarını görebilirsiniz ancak çok kötü bir koku var, benden söylemesi.

    Hop on Hop off otobüsler ile geziyorsanız; ‘’City Tour to Table Mountain’’ ve ‘’Mini Peninsula’’ rotalarını takip ederek, toplu taşıma ile gidecekseniz de MyCiti'nin T01 ve 104 no'lu otobüslerini kullanarak buraya ulaşabilirsiniz. Eğer araba kiralamışsanız, ya bu çevrede bulunan ücretli otoparkları kullanacaksınız ya da bir tık uzakta kalan ücretsiz park yerlerini kovalayacaksınız. Biz her defasında, Waterfront’a gelinen ana cadde üzerinde gördüğümüz iş yerlerinin önlerinde bulunan ücretsiz otoparklara park ettik.

2. Watershed: Waterfront bölgesinde bulunan ve içerisinde butik mağazaların yer aldığı küçük bir alışveriş merkezi olan Watershed; genellikle el yapımı tasarım ürünlerinin satıldığı kapalı bir pazar yeri. Üstü kapalı bir yer ancak her iki tarafı da açık olan dev bir hangar gibi düşünebilirsiniz. İçerisinde yer alan 150’ye yakın mağazada; takılar, çantalar, kıyafetler, mutfak eşyaları, hediyelik eşyalar, seramik ürünler, dekorasyon ürünleri, tablolar, maskeler, ayakkabılar vs. satılıyor. Ürünlerin büyük çoğunluğu el yapımı olduğu için fiyatlar ortalamanın biraz üzerinde. Bir çok ürünün benzerini Green Market Square denilen meydanda veya Long Street üzerinde yer alan dükkanlardan dörtte bir fiyatına satın alabilirsiniz.

3. İki Okyanus Akvaryumu (Two Oceans Aquarium): Yine Waterfront içerisinde yer alan bu müze, kesinlikle görmenizi tavsiye edeceğim ve gezmekten büyük keyif alacağınızı düşündüğüm bir yer. Oldukça büyük bir alana sahip bu dev kompleksin içerisinde yer alan 7 farklı bölümde; Atlantik ve Hint Okyanuslarına ait su altı yaşamının birer parçası olan köpek balıkları, deniz kaplumbağaları, palyaço balıkları, vatozlar, ahtapotlar, deniz atları, deniz yıldızları, mercanlar, resifler ve penguenler gibi 3000’den fazla canlı bulunuyor. Bu birbirinden güzel ve renkli deniz canlılarını yakından görebileceğiniz, beslenmelerini seyredebileceğiniz ve yaşamları hakkında detaylı bilgi sahibi olabileceğiniz akvaryum, hem yetişkinler hem de çocuklar tarafından oldukça ilgi gören bir yer. Özel eğitimli dalgıçların köpekbalıklarını nasıl beslediklerini mutlaka görmelisiniz. Beslenmeler belirli periyotlar ile yapılıyor, örneğin Afrika penguenleri her gün 11.30 ve 14.30'da besleniyor. Köpek balıkları, deniz kaplumbağaları ve vatozlar için yetkililerden ayrıca bilgi alabilirisiniz. Aslen müze olarak hizmet veren akvaryumda, aynı zamanda türü tehlikede olan deniz canlılarını koruma faaliyetleri de yürütülüyor. Ziyaret Saatleri 09.30-18.00 arası ve tüm bölümlere giriş yapabileceğiniz biletin ücreti ise 200 Rand yani yaklaşık 100 Türk Lirası. Dilerseniz biletinizi Aquarium adresinden online olarak satın abilirsiniz.

4. Waterfront Dönme Dolap (Wheel Cape): Belki de Cape Town’un en gereksiz aktivitesi olabilir ama biz bindik çünkü Waterfront’un tepeden nasıl göründüğünü merak ettik. Sunduğu manzara biletin fiyatına değmez ama biz yine de pişman olmadık, hatta eğlendik bile diyebilirim. Londra’da bulunan London Eye’ın bir benzeri olan Wheel Cape, London Eye kadar yüksek değil ama Masa Dağı ve Atlantik Okyanusu’nu farklı bir açıdan görebileceğiniz birkaç seçenekten birisi. Yaklaşık 7 dakika sürüyor ve bilet fiyatı 155 Rand yani yaklaşık 75 Türk Lirası. Dilerseniz biletinizi Cape Wheel adresini ziyaret ederek online olarak satın alabilirsiniz.

5. Greenmarket Meydanı (Greenmarket Square): Cape Town’un bir diğer buluşma noktası olan meydan, Waterfront’a yaklaşık 15-20 dakikalık bir yürüme mesafesinde yer alıyor. Yüksek binaların ortasında yer alan kare şeklinde bir meydan ve bu meydanın ortasında bulunan onlarca tezgahtan oluşan bir üstü açık pazar yeri. Güney Afrika’nın en eski meydanlarından birisi ve bir dönem köle pazarı olarak kullanılmış. Günümüzde ise Afrikalı satıcıların maskeler, tablolar, takılar, tokalar, biblolar, anahtarlıklar, deve kuşu yumurtaları, süs eşyaları, etnik kıyafetler, kumaşlar ve daha birçok farklı el yapımı ürün sattıkları, oldukça orijinal bir yer. Satıcılar çok ısrarcı ve ilk bakışta pek de güven vermeyen bir yer ama yine de çok eğlenceli bir ortamı var. Bir ürünü sorduğunuzda satıcının söyleyeceği fiyat, muhtemelen asıl fiyatının en az 4-5 katı olacaktır. Bu sebeple örneğin 100 Rand istenen bir ürüne sakın ola 50 Rand’dan fazla ödemeyin, eğer öderseniz kendinizi gönül rahatlığı ile kazıklanmış sayabilirsiniz. Satıcı ne söylerse ilk önce 1/3’ini teklif edin, baktınız olmuyor en son çare olarak yarısını ödeyin. Dediğim gibi satıcılar çok ısrarcı, başka tezgahlara yöneldiğinizde bile hiç üşenmeden kalkıp peşinizden geliyor ‘’tamam senin söylediğin fiyat olsun’’ diyorlar. Bu durumu baştan kabullenin, eğer çok sıkılırsanız duymazlıktan ve görmezlikten gelin. O kadar yırtıklar ki artık Türkçe bile öğrenmişler ve hatta birçoğunun en az bir akrabası Türkiye’de yaşıyor. Hangi satıcı ile konuşsak ya kardeşinin ya da akrabasının Esenyurt’ta veya Fatih’te yaşadığını söylediler. Pazarın hemen yan tarafında, sokağa kurdukları çadırların içerisinde yaşayan evsizleri göreceksiniz. Her yerde polis var ama siz yine de bu sokaktan uzak durun. Tezgahlar, Pazar günleri hariç haftanın her günü 09:00-16:00 saatleri arasında kuruluyor. Eğer meydana araba ile gidecekseniz, katedralin tam karşısında, sokak içerisinde kapalı otopark var ve ücreti de gayet makul. Gönül rahatlığı ile aracınızı bu otoparka bırakabilirsiniz.

6. Aziz George Katedrali (St. George’s Cathedral): Greenmarket Meydanı’nda yakın bir konumda yer alan ve muhteşem bir mimariye sahip olan bu gotik kilise; Apartheid’e (ırksal ayrımcılığı savunan sistem) karşı direnişteki rolü nedeniyle ‘’Halk Katedrali’’ olarak da biliniyor. Güney Afrika'nın en eski katedrali ve Cape Town'daki Anglikan Piskoposluğunun ana kilisesi olma unvanına sahip. Kilise her gün açılmıyor bu yüzden içerisini görmek için Pazar gününü beklemeniz gerekebilir. Siz yine de Greenmarket Meydanı’na gittiğinizde kiliseyi de bir yoklayın, eğer kapısını açık görürseniz mutlaka içeriye girin ve yapılan ayini izleyin.

    Anglikan Kilisesi'nin başpiskoposu olan Desmond Mpilo Tutu, 1990 yılında hippiler, sokak çocukları, Rastafarianizm üyeleri (inançları gereği saçlarını kesmeyip uzadıkça doladıkları için bugün Rasta olarak bilinen saç şekline sahip olan Afrika Yahudileri), küçük çocuklar ve sanatçılar ile birlikte Nelson Mandela'nın serbest bırakılmasını ve Afrika Ulusal Kongresi'nin yasaklanmasını kutlamak için Cape Town sokaklarında dans etmişler ve bu dans Rainbow Nation Barış Ritüeli olarak Güney Afrika tarihine geçmiş. Desmond Mpilo Tutu önderliğindeki kortej, Greenmarket Meydanı'ndan ve tam olarak Aziz George Katedrali’nden başlamış. Güney Afrikalı tanınmış bir şair ve yazar olan Antjie Krog; ‘’Bir gökkuşağının oluşması için gereken ışık türü güneş ışığıdır ve güneş ışığı tüm renkleri içerir. Bu nedenle, bir gökkuşağı, tüm renkleri kapsamadan var olamaz’’ demiş. İşte Güney Afrikalılar için kullanılan ‘’Gökkuşağı Ulusu’’ terimine, Apartheid tarafından uygulanan onlarca yıllık köklü ırksal bölünme ve vahşetin ardından Nobel Barış Ödülü sahibi Başpiskopos Desmond Tutu tarafından resmiyet kazandırılmış. Gökkuşağının renkleri; Güney Afrika'nın çeşitli ırklarını, kabilelerini, inançlarını, dillerini ve görünüşlerini temsil ediyor. Güney Afrika bayrağını da şekillendiren bu terim, her şeye rağmen uzlaşmayı başarmış bir ülkeyi sembolize ediyor.

7. Iziko Köle Müzesi (Iziko Slave Lodge Museum): Aziz George Katedrali’nin hemen arkasında, Cape Town’un en eski binalarından birisinde yer alan müze içerisinde; Güney Afrika’da yapılan köle ticaretine ve siyah-beyaz ayrımına dair fotoğraflar, belgeler, afişler ayrıca Afrika el sanatlarına ait ahşap eserler ile etnik kıyafetler sergileniyor. 16. yüzyıldan itibaren Hollandalılar tarafından Afrika’ya getirilmeye başlanan Malayların ve Endonezyalıların içler acısı halini gözler önüne seren müzede beyaz insanların siyahiler üzerinde kurdukları baskıyı yakından göreceksiniz. Müzenin giriş ücreti 75 Rand yani yaklaşık 35 Türk Lirası.

8. Long Street: Greenmarket Meydanı’nın hemen üst kısmında yer alan Long Street, Cape Town’un en ünlü ve en turistik caddesi. Oldukça uzun bir cadde olan Long Street üzerinde; hediyelik eşya dükkanları, galeriler, kafeler, restoranlar, mağazalar, eğlence mekanları, hosteller vs. yer alıyor. Şehrin ünlü yeme-içme mekanlarının büyük çoğunluğu bu caddede bulunuyor. Aşırı turistik olduğu için yankesiciler, dolandırıcılar, kapkaççılar, gaspçılar, torbacılar ve dilenciler genelde bu cadde üzerinde takılıyorlar. Tabi onlar da haklı, sonuçta para turistte ve turist de bu caddede, ne yapsınlar yani? Gündüzleri zaten korkulacak bir şey yok, hava karardıktan sonra giderseniz de paranıza, cüzdanınıza ve çantanıza sahip çıkın yeter. Zaten günün her saati cadde üzerinde birçok polis göreceksiniz. Özellikle sizi dolandırmaya çalışan, uyuşturucu satmak isteyen veya zorla para isteyenlere ‘’polisi arıyorum’’ deyip cebinizden telefonu çıkarırsanız derseniz, nasıl topukladıklarını görebilirsiniz. Long Street üzerinde Tiger’s Milk, Mama Africa, Royal Eatery, Lola’s, Truth Cafe gibi popüler mekanların haricinde görmeniz gereken özel bir yer yok. Boylu boyunca bir tur yürümeniz yeterli. Sömürge döneminde de popüler bir yer olduğu için farklı türde mimari yapıları bir arada görebilirsiniz.

    Caddenin sağında ve solunda hem ücretli hem de ücretsiz park yerleri var. Önce ücretsiz olanları bir kollayın, baktınız boş yer yok o zaman son çare olarak ücretli yere bırakırsınız. Biz katedralin hemen karşısında bulunan kapalı otoparka bıraktık, bu çevreyi yürüyerek gezdikten sonra akşama doğru arabamızı otoparktan aldık. Siz de ya bu kapalı otoparka, ya cadde üzerine ya da Bo-Kaap’ta göreceğiniz park yerlerine bırakabilirsiniz.

9. Bree, Loop ve Kloof Caddeleri (Bree Street, Loop Street & Kloof Street): Yukarıda da bahsettiğim üzere Long Street, Greenmarket Meydanı’nın hemen üst kısmında kalan popüler bir cadde. Bree ve Loop Caddeleri ise Long Street’in paralel caddeleri ve en az Long Street kadar popüler caddeler. Kloof Street ise Long Street’in devamı olan bir cadde ve aynı şekilde bu cadde de turistik bir cadde. Bu caddelerin de spesifik bir yanı yok yani kafeler, barlar, restoranlar, dükkanlar, butik mağazalar, hediyelik eşya dükkanları vs. bulunuyor. Caddeleri boylu boyunca birer kez yürüseniz, sizin için yeterli olacaktır. Bu yürüyüş esnasında mutlaka acıkacağınız için yemek işini de Long Street üzerinde bulunan Tiger’s Milk, Royale Eatery, Lola’s, Mama Africa veya Bree Street üzerinde bulunan; Bacon on Bree, Culture Cheese Club, Origin Cafe, Jason Bakery, Burger & Lobster, Clarke’s gibi popüler mekanların birinde halledebilirsiniz.

    Kloof Street, Bree Stree’e kıyasla biraz daha lüks bir cadde. Daha çok üst sınıfın takıldığı bir cadde olduğu için fiyatlar ona göre şekillenmiş. Aynı ürünü diğer caddelerde bulunan mağazalardan yarı fiyatına alabilirsiniz, o derece yani. Kloof Street üzerinde de birçok farklı popüler mekan bulunuyor. En bilindik olanı Kloof Street House olmak üzere The Kloof Street Yours Truely, Bombay Bicyle Club, Hudson Burger Joint, Asoka ve Sensation isimli mekanlar, Kloof Street’in en iyileri denilebilir. Kloof Street House sadece bu caddenin değil aynı zamanda Cape Town’un en ünlü restoranlarından birisi, bu yüzden gitmeden önce mutlaka rezervasyon yaptırmalısınız. 1800’lü yılların otantik tarzını yansıtan, hem ortamı hem de yemekleri ile nam salan Kloof Street House kesinlikle görülmeye değer.

10. Bo-Kaap (Müslüman Mahallesi): Cape Town denilince akla ilk gelen yerlerden birisi Bo-Kaap. Mutlaka bir yerlerde fotoğrafını gördünüz ama neresi olduğunu bilmiyordunuz, artık biliyorsunuz. O rengarenk evlerin olduğu mahalle işte tam olarak burası. Hollanda’nın 16. yüzyılda Güney Afrika’yı işgal etmesi ile başlayan Apartheid yani ırksal ayrımcılık sorunu, 1950 yılında çıkarılan Irkçılık Yasası’nın yürürlüğüne girmesi ile son bulmuş. Güney Afrika’yı işgal eden Hollandalılar sadece bu işgalle yetinmemiş, aynı zamanda Malezya, Endonezya ve diğer Afrika ülkelerinden binlerce Müslüman insanı köle olarak Ümit Burnu'na getirmişler. Cape Town’a getirilen Müslüman köleler, Bo-Kaap olarak bilinen bu mahalleye yerleştirilmişler. Bugün bu mahallede hala o kölelerin torunları yaşıyor. Nüfusun büyük çoğunluğu Malezyalı olduğu için Malay Quarter da deniliyor. Irkçılık Yasası’nın çıkması ile burada yaşayan ve artık oturdukları evlerin resmi sahipleri sayılan Müslümanlar, herkesin ve her ten renginin eşit olduğunu vurgulamak ayrıca yasayı kutlamak adına evlerini gökkuşağı renklerine boyamışlar ve Rainbow Nation kavramının hakkını vermişler. Birbirine bitişik tek katlı ve iki katlı evlerden, Arnavut kaldırımlı taş sokaklardan, camilerden ve Güney Afrika-Malezya mutfağının bir sentezi olan ‘’Cape Malay’’ tarzı yemekler sunan restoranlardan oluşan bir mahalle. Bölgenin popülerleşmesi ile yatırımcılar tarafından yüksek fiyatlar ödenerek satın alınan evler, birer birer butik mağazaya dönüşüyor ve maalesef bölge orijinalliğini kaybediyor. Wale Street isimli popüler sokakta bulunan renkli evlerin önünde fotoğraf çekindikten sonra 1794 yılında inşa edilen ve Cape Town’un en eski camisi olan Auwal Masjid isimli camiyi, 1844 yapımı Nurul Islam Mosque isimli camiyi, Atlas Trading isimli baharat dükkanını ve Iziki Bo-Kaap Müzesi’ni de görmeyi ihmal etmeyin. Konum olarak Long Street üzerinde, Greenmarket Meydanı’na da 5-10 dakikalık bir yürüme mesafesinde yer alıyor.

11. Iziko Bo-Kaap Müzesi (Iziko Bo-Kaap Museum): Bo-Kaap Bölgesi’nde, Long Street’e çok yakın bir konumda yer alan, inşa tarihi 1760'lara kadar uzanan müze, orijinal haliyle bölgedeki en eski ev olma özelliğine sahip. Birçoğu yetenekli terziler, marangozlar, ayakkabıcılar ve inşaatçılar olan ilk Müslüman yerleşimcilerin yaptığı kültürel katkıyı vurgulayan müze içerisinde son derece şık bir yemek masası, Regency tarzı sandalyeler, dekore edilmiş bir gelin odası, 19. yüzyıl mobilyaları, bölgenin tarihsel geçmişini yansıtan fotoğraflar, ceviz ağacından yapılan oyma sandıklar, arapça işlemeleri olan gümüş kaseler, porselenler, bakır kaplar, gibi birçok farklı orijinal parça sergileniyor. Two Economies bölümünde sergilenen siyah-beyaz fotoğraflarda; hem ağır işlerde çalışmak zorunda kalan Müslümanları hem de zengin Müslüman ailelerin yaşam tarzlarını bir arada görebilirsiniz. 

    Müzenin en değerli bölümü ise bir Osmanlı alimi olan Mahmud Fakih Emin Efendi'ye adanan bölüm. 19. yüzyılın başlarında resmi olarak İngiliz sömürgesi kabul edilen Güney Afrika’da İslâmiyet, İngilizlerin diğer sömürgesi olan Hindistan’dan getirilen Müslümanlar tarafından yayılmaya başlamış. 1850’li yıllara gelindiğinde Afrikalılar Osmanlı’ya müracaat ederek bir din âlimi istemişler. Osmanlı Devleti ise Güney Afrikalı Müslümanlardan hem maddi hem de manevi desteklerini esirgememiş ve 1862 yılında Ebubekir Efendi’yi Cape Town’a göndererek ilim irfan öğretmesi için görevlendirmiş. Ebubekir Efendi’nin ölümünden 14 yıl sonra Osmanlı Devleti, Müslümanların çoğu Şafii mezhebine bağlı oldukları için Şafii bir alim olan Mahmud Fakih Emin Efendi'yi göndermiş. Bu binanın orijinal mülkü, Osmanlı Müslüman alimi olan Mahmud Fakih Emin Efendi'ye aitmiş. 1914'teki ölümüne kadar bu evde yaşamış ve 1970'lerin sonlarında oğlu Muhammed Derviş Efendi'nin dul eşi Maryam ve ailesi Apartheid Hükümeti tarafından evlerinden tahliye edildiğinde, oradaki yaşamlarına dair tüm kanıtlar silinmiş. 1978 yılında ise ev, Güney Afrika Kültür Tarihi Müzesi'ne bağlı olan Bo-Kaap Müzesi'ne dönüştürülmüş. Bugün müzenin bir bölümünde, şanlı Türk Bayrağı’nı ve Mahmud Fakih Emin Efendi'ye ait fes, tespih, cezve, kahve çekeceği gibi materyaller sergileniyor. Müzenin giriş ücreti 60 Rand yani yaklaşık 30 Türk Lirası.

12. Laude Classic Cars: Iziko Bo-Kaap Müzesi’ne birkaç yüz metre uzaklıkta, Bo-Kaap’a paralel olan Buitengracht Street isimli ana cadde üzerinde, Shell Petrol’ün hemen karşısında göreceğiniz bu klasik otomobil galerisi, mutlaka ilginizi çekecektir. Burası bir müze değil, araba satışı yapılan bir galeri ama müzeden hiçbir farkı yok çünkü bu galeride bulunan otomobillerin en yenisi 60-70 yaşında ve adım attığınız andan itibaren adeta kendinizi kaybediyorsunuz. İstanbul’da Rahmi Koç Müzesi’ni gezenler ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır. İçeriye girip gezmenizde ve fotoğraf çekmenizde hiçbir sakınca yok, dilediğiniz gibi zaman geçirebilirsiniz. Hatta artık turistik bir mekana dönüştüğü için alkollü ve alkolsüz içecek satılan bir barı dahi mevcut. Giriş ücretsiz.

13. Altıncı Bölge Müzesi (District Six Museum): Greenmarket Meydanı’na 10 dakikalık yürüme mesafesinde, Buitenkant Street isimli oldukça işlek bir cadde üzerinde yer alıyor. 1900’lü yılların başında şehrin bu kısmı, nüfusun onda birine ev sahipliği yapıyormuş ancak 1966 yılında Apartheid Rejimi yani ırkçılık had safhaya ulaştığında, müzenin yer aldığı bu bölge ‘’Beyazların Mahallesi’’ olarak ilan edilmiş ve 60.000'den fazla siyahi insan şehrin eteklerinde, verimsiz bir bölge olan Cape Flats'te kurulan gecekondu yerleşimlerine taşınmaya zorlanmış. 1994 yılında kurulan District Six Museum isimli müzede; yerlerinden edilmiş vatandaşların hikayelerini, verdikleri mücadeleleri anlatan ve ziyaretçileri sosyal adalet hakkında bilgilendiren sergiler, fotoğraflar, göç etmeye zorlanan insanlara ait eşyalar, sadece Avrupalıların oturabildiği banklar, sürgünden önce burada yaşayan siyahilerin evlerine ait örnek odalar, yine örnek bir işyeri olan berber dükkanı vs. yer alıyor. Giriş ücreti 40 Rand, eğer rehberle gezmek isterseniz 55 Rand yani yaklaşık 20-30 Türk Lirası civarı.

14. Cape Town Belediye Binası (Cape Town City Hall): Greenmarket Meydanı’na birkaç yüz metre uzaklıkta yer alan bu Fransız tarzı bina, halka açık yarışma sonucunda tasarlanmış ve yüksek kalitedeki malzemelerinin tamamı Avrupa’dan getirilmiş. Örneğin; kireçtaşı cephesini oluşturan bal rengi taş, İngiltere’nin Bath şehrinden ithal edilmiş. Kulesi ise Londra’da bulunan ünlü Big Ben kulesi örnek alınarak modellenmiş ayrıca Bin Ben gibi bir saat ve bir çana sahip. Şehrin yönetim merkezi olmasının haricinde ise aynı zamanda Cape Town Filarmoni Orkestrası'na ev sahipliği yapıyor ayrıca çeşitli kültürel ve sosyal etkinlikler için kullanılıyor. Tabi burayı Cape Town için önemli kılan asıl sebep; 1990 yılında Nelson Mandela’nın hapisten çıktıktan sonra ilk kez bu binanın balkonundan konuşma yapmış olması. Serbest bırakıldıktan birkaç saat sonra 10.000'den fazla sevinçli insana hitap eden Mandela, hapishaneden çıkarken karısının okuma gözlüklerini ödünç almak zorunda kalmış ve konuşmasına ise şu sözlerle başlamış: ‘’Yoldaşlar ve sevgili Güney Afrikalılar, hepinizi barış, demokrasi ve özgürlük adına selamlıyorum. Burada, karşınızda bir peygamber olarak değil, halkın alçakgönüllü bir hizmetkarı olarak duruyorum.’’

15. Ümit Kalesi (Castle of Good Hope): Cape Town Belediye Binası’na birkaç yüz metre uzaklıkta yer alan kale, tıpkı Pentagon gibi beş köşeli yıldız şeklinde yapılan dev bir kompleks. 1666 yılında, Hollanda’nın sömürge faaliyetlerini yürütmek için kurulan, dünyanın ilk çok uluslu şirketi olan The Dutch East India Company tarafından, Hollanda ile Hollanda Doğu Hint Adaları (şimdiki Endonezya) arasındaki uzun yolculuklarda Cape Town çevresindeki tehlikeli kıyılardan geçen gemiler için bir ikmal istasyonu olarak inşa edilen kale, koloninin İngilizler tarafından işgal edildiği 1795 yılına kadar DEIC hükümetinin (sömürge yönetimi) merkezi olarak görev yapmış. 19. yüzyılın ilk yarısında Cape Town Valisinin resmi konutu olarak hizmet etmiş ve 1917 yılında bugün hala Ümit Kalesi’nin işletmesini üstlenen Güney Afrika Ulusal Savunma Kuvvetleri'ne teslim edilmiş. 1936 yılında ise Ulusal Anıt ilan edilmiş. Güney Afrika’nın en eski yapılarından birisi. Komplekse girdikten sonra sizi karşılayacak olan ilk avluda yer alan Deniz Müzesi (Maritime Museum)’nde The Dutch East India Company ve Portekiz gemileri hakkında bilgiler veriliyor ayrıca çeşitli dönemlere ait savaş aletleri sergileniyor. Yine bu avluda her gün saat 12:00’da sembolik bir top atışı oluyor ve dilerseniz 100 Rand karşılığında topu siz ateşleyebiliyorsunuz. Avlunun tam karşısında yer alan ve önünde 4 adet heykel bulunan bina Governor House yani Vali Konağı. Konağın içerisinde; 17. ve 18. yüzyıllara ait tarihi tablolar, yine bu dönemlere ait antika mobilyalar ve seramiklerden oluşan Iziko William Fehr Koleksiyonu sergileniyor ayrıca büyük bir konsey salonu bulunuyor. Konağa ait olan, kale sakinlerine duyuruların ve adli kararların okunduğu balkon, kıvrımlı ve işlemeli demir korkuluğu ile ünlü. İkinci avluda ise dönemin valisi Van der Stel tarafından yaptırılan Yunuslu Havuz, Van der Stel’e ait şarapların muhafaza edildiği mahzen, mahkumlara işkence edilen işkence odası, hücreler, demirhane, fırın, memurların yaşam alanları ve duruşmayı bekleyen mahkumların tutulduğu Donker Gat denilen delik bulunuyor. Vali konağının karşısında yer alan De Goewerneur Restaurant’ta lezzetli Malay, Hollanda ve Fransız yemekleri servis ediliyor.

    DEIC personelinin yanı sıra kale, özgür vatandaşlara ve kölelere de ev sahipliği yapıyormuş ve ayrıca Doğu Hint Adaları’na seyahat eden ziyaretçiler için bir pansiyon olarak hizmet veriyormuş. 1695 yılında, kaleyi kara saldırılarından korumak için avlu boyunca çapraz olarak bir savunma duvarı inşa edilmiş. Kaleye ait, Güney Afrika’daki en eski çan, 1697 yılında Amsterdam’da Doğu Frizyalı çan ustası Claude Fremy tarafından dökülmüş ve ağırlığı 300 kilogramın üzerinde. Saati duyurmak ve 10 kilometre uzaktan dahi duyulabildiği için tehlike anında vatandaşları uyarmak için kullanılıyormuş ayrıca önemli anonsların yapılması gerektiğinde bölge sakinlerini ve askerleri çağırmak için çalınıyormuş. Duvarlardaki sarı boya, güneşin etkisini azalttığı ve ısı yalıtımında da etkili olduğu için seçilmiş. Ziyaret saatleri 09:30-16:00 arasında ve giriş ücreti ise 50 Rand yani yaklaşık 25 Türk Lirası. Pazar günleri hariç her gün saat 11:00, 12:00 ve 14:00’da ücretsiz rehberli turlar oluyor. Hafta içi her gün saat 10:00’da nöbet değişimini ve Anahtar Töreni'ni (Kalenin kilidinin törenle açılması) izleyebilirsiniz. Eğer araba ile geziyorsanız; tam kalenin önünde müsait park alanları var, aklınızda bulunsun.

16. Company’s Garden: Greenmarket Square ve Castle of Good Hope’a oldukça yakın bir konumda yer alan ve adeta bir botanik bahçesi görünüme sahip olan bu park içerisinde özgürce gezen sincapları besleyebilir ve hatta sevebilirsiniz. Park yemyeşil, türlü çeşitli ağaçlar var ve çimenlerinde oturması çok keyifli ama o kadar çok evsiz var ki bu parkta takılan, her 5 dakikada bir farklı kişi gelip para istiyor. Bu yüzden uzun süre vakit geçirilebilecek bir yer değil.

    Hollanda Doğu Hindistan Şirketi, yerleşim yerlerine taze sebze sağlamanın yanı sıra, Cape Town’dan geçen gemilere de taze ürün göndermek amacıyla bugün Company’s Garden dediğimiz bahçeyi kurmuş. Usta bir bahçıvan olan Hendrik Boom, 29 Nisan 1652’de ilk tohumu ekmiş ve yerleşimciler de her gün farklı türden tohumlar ekerek bunların kayıtlarını tutmuşlar. Deneme yanılma yoluyla yıl boyunca ekim ve hasat için kullandıkları bir takvim oluşturmayı başarmışlar. İlk başta salata otları, bezelye, büyük fasulye, turp, pancar, ıspanak, buğday, lahana, kuşkonmaz ve havuç yetiştirmişler. 1658 yılına gelindiğinde Avrupa ve Hindistan’ın neredeyse her bitkisi bu bahçede yetişir olmuş. Uzun yıllar boyunca sebze-meyve bahçesi olarak hizmet veren park, bugün bünyesinde; 3 farklı müze, bir restoran, I. ve II. Dünya Savaşı’nda ölen Güney Afrikalıları anmak için inşa edilen Delville Wood Anıtı, 1925 yılında ölen ve başarılı bir ordu komutanı olan Tümgeneral Sir Henry Timson Lukin Anıtı, suyun kutsallığını vurgulayan bir Hz. İsa heykeli, bir Topçu Anıtı ve bir Japon Fener Anıtı barındıran, şehrin en eski parkı olarak hayatına devam ediyor.

17. Iziko Güney Afrika Müzesi (Iziko South African Museum): Company’s Garden içerisinde yer alan 1825 yılında kurulan müze, ülkenin en büyük ve en eski müzesi. Sadece bir müze değil, aynı zamanda bir araştırma merkezi. Doğa tarihi üzerine yoğunlaşan müze içerisinde zooloji, paleontoloji ve arkeoloji koleksiyonlarına ait tarih öncesi dönemi anlatan üç boyutlu modeller, önceki çağlara ait savaş aletleri, fosiller, doldurulmuş hayvanlar, balina ve goril iskeletleri, milyonlarca yıllık taşlar vs. sergileniyor. En ilgi çekici bölümü ise; camekanın arkasında yer alan bir laboratuvar içerisinde fosiller üzerinde çalışma yapan bilim insanını seyredebildiğiniz yer. Müze saat 17:00’a kadar açık ve giriş ücreti 30 Rand yani yaklaşık 15 Türk Lirası. Eğer parka ve müzeye araba ile gelirseniz, parkın kenarında ve müzenin hemen önünde ücretli yol kenarı otoparkı var, fiyatı gayet makul.

18. Güney Afrika Ulusal Galeri (Iziko South African National Gallery): Yine Company’s Garden içerisinde yer alan galeride; İngiliz, Fransız ve Hollandalı sanatçılara ait 17. yüzyıldan kalan ve Güney Afrikalı yerel sanatçılara ait 19. ve 20. yüzyıldan kalan tablolar, heykeller ve fotoğraflar sergileniyor. Güney Afrika Güzel Sanatlar Derneği'nin girişimleri ile oluşturulan ulusal koleksiyon, 1872 yılında Thomas Butterworth Bayley’e ait bir tablo mirası ile kurulmuş. Dernek, 1875 yılında bugünkü Queen Victoria Caddesi’nde bir bina satın almış ve koleksiyonu sergilemeye başlamış. Devam eden yıllarda ise koleksiyon büyümüş ve devlet kontrolü altına girerek bugünkü yerine taşınmış. Müze 17:00’da kapanıyor ve giriş ücreti 55 Rand.

19. Güney Afrika Yahudi Müzesi (Iziko South African Jewish Museum): Company’s Garden içerisinde yer alan ve Ulusal Galeri’nin hemen yanında göreceğiniz müze; etkileşimli ekranlar, görsel-işitsel sunumlar ve büyüleyici eserler ile ziyaretçileri Güney Afrika Yahudi topluluğunun kökenlerine doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Nelson Mandela ile ilgili belgeseller yayınlanan özel bir bölümü ve 1880 ile 1930 yılları arasında Litvanya, Letonya ve Beyaz Rusya'dan Afrika'nın güney ucuna göç eden tahmini 15.000 aile hakkında bilgi veren özel bir aile bölümü var. Müze içerisinde; soykırıma uğrayan Yahudilere ait kıyafetler, kişisel eşyalar, çeşitli dokumanlar, mektuplar, Yahudiliğe ait kutsal metinler, Menorah denilen 7 kollu gümüş şamdanlar, çeşitli gümüş eşyalar, Yahudi bir aileye ait olan at arabası, Nazilere ait objeler ayrıca 17. yüzyıldan kalan ve dünyanın en iyi Netsuke koleksiyonu olarak kabul edilen minyatür Japon heykelleri sergileniyor. Bunların haricinde ise Yahudilere ait evlerin ve Şabat yemeği yenilen yemek masalarının örnekleri bulunuyor. 2000 yılında Nelson Mandela tarafından açılan müze, aslında içerisinde 1863 yılında inşa edilen bir de sinagog bulunan büyük bir kompleksin parçası. Pazar-Perşembe arası saat 10:00 - 17:00 arasında, Cuma günleri ise 10:00-14:00 arasında hizmet veren müzenin giriş ücreti 130 Rand ve pasaport olmadan girilemiyor.

DİĞERLERİNE KIYASLA BİRAZ DAHA DIŞARIDA KALAN NOKTALAR;

1. Masa Dağı (Table Mountain): Cape Town denilince akla gelen ilk yer, hiç şüphesiz artık şehrin simgesi konumunda olan Masa Dağı. Bu adı almasındaki sebep; en üst kısmının bildiğimiz dağ formlarından farklı bir şekilde, dümdüz olması. Dağın yüksekliği 1087 metre, masa gibi olan tepe kısmı 3000 metreye yakın ve rahatlıkla yürüyüş yapabileceğiniz kadar düz. Hatta öyle ki manzara seyredilen teraslar ve hatta restoranlar yapılmış. Yüzde 70'i endemik türlerden oluşan 1470’i çiçek olmak üzere toplamda 2200 farklı türde bitkinin yetiştiği Masa Dağı, belki de hayatınızda görebileceğiniz en muhteşem manzaraları sunuyor. Hem şehir hem de Atlas Okyanusu’nun nefes kesen manzarasını aynı anda seyredebileceğiniz, eğer doğru zamanda giderseniz hafızalarınızdan silinmeyecek güzellikle bir gün batımına şahit olabileceğiniz, şiddetli rüzgarlara rağmen asla aşağı inmek istemeyeceğiniz, yüzlerce kare fotoğraf çekeceğiniz, müthiş huzurlu ve romantik bir yer. Yaklaşık 600 milyon yaşında olan Masa Dağı, dünyanın en eski dağ oluşumu olarak kabul ediliyor ve UNESCO Dünya Kültür Miras Listesi’nde yer alıyor. Sadece bitkiler değil, aynı zamanda farklı türde hayvanlar da tepe üzerinde bir arada yaşıyorlar. Sıçana benzeyen ve bir kemirgen türü olan dassie denilen hayvandan bolca görebilirsiniz. Unutmadan, tepe kısmında ücretsiz Wi-fi hizmeti veriliyor.

    Masa Dağı’na dilerseniz teleferikle dilerseniz de tırmanarak çıkabilirsiniz ancak trekking rotasını takip etmek ve en tepeye tırmanabilmek her babayiğidin harcı değil, bunu baştan söyleyeyim. Tırmanarak tepeye ulaşmak yaklaşık 3 saat, teleferiğin çıktığı en tepe noktaya ulaşmak ise 4 saat sürüyor ve çok sağlam bir kondisyon istiyor. Tırmanmayı düşünenler için yürüyüş parkuru üzerinde saat 15:00’e kadar ücretsiz rehberlik hizmeti sunuluyor. Birden fazla rota var, internetten araştırıp size en uygun olanını takip edebilirsiniz. Eğer böyle bir gücünüz yoksa, paşa paşa biletinizi aldıktan sonra teleferiğe binip manzara eşliğinde 7 dakikalık bir yolculuk sonrasında tepe noktasına ulaşabilirsiniz. Biletinizi dilerseniz kalkış noktasında yer alan bilet gişesinden dilerseniz de gitmeden önce Table Mountain adresini ziyaret ederek online olarak satın alabilirsiniz. Bilet fiyatları, çıkmak istediğiniz saat aralığına göre değişiyor. Şöyle ki; eğer 8:30 - 13:00 arasında çıkmak istiyorsanız gidiş-dönüş 380 Rand ve tek yön 200 Rand, eğer 13:00’dan sonra çıkmak istiyorsanız  gidiş-dönüş 300 Rand ve tek yön 200 Rand. Yaz aylarında genellikle dönüş için son sefer 19.00’da oluyor. Öğleden sonra çıkarsanız, gün batımını da seyretme şansı yakalarsınız. Böyle bir planınız varsa, yanınıza şarap almayı unutmayınız! Biletinizi online olarak almazsanız, bilet gişesi önünde helak olacağınızı garanti ederim çünkü bilet kuyruğu 1 kilometreyi buluyor. Siz siz olun, gitmeden önce biletinizi internetten satın alın ve çıktısını çantanıza koyun. Teleferikler 65 kişilik, 360 derece dönüyor ve herkes manzarayı seyredebiliyor, yani yer kapmaya çalışmayın.

    Eğer araba kiralamışsanız ulaşım konusunda hiçbir sıkıntı yaşamayacaksınız çünkü çok güzel bir yolu ve bilet gişesinin önünde de ücretsiz park alanları var. Yalnız yüksek sezonda giderseniz aşırı kalabalık olacağını unutmayın. Herkes arabayla geldiği için en müsait park yerini birkaç kilometre uzaklıkta bulabilirsiniz. Eğer kırmızı tur otobüsleri ile geziyorsanız, teleferiğin kalkış noktasında inebilirsiniz. Toplu taşıma ile gelmek istiyorsanız; MyCiti’nin 107 no’lu otobüsüne binmeniz gerekiyor ancak şehir merkezinden geçmediği için aktarma yapmanız veya Kloof Nek durağında indikten sonra yukarıya doğru tırmanmanız ya da ücretsiz ring servislerini beklemeniz lazım. Eğer şehir merkezinden gelecekseniz en mantıklı seçenek Uber kullanmak.

2. Aslan Başı Tepesi (Lion’s Head): Konum olarak Table Mountain ve Signal Hill arasında yer alan Lion’s Head Tepesi’nin toplam yüksekliği 670 metre. Cape Town’un en sevilen aktivitelerinden birisi, bu dağın tepesine tırmanmak ve 360 derece manzara seyretmek. Tepeye varış süresi performansınıza göre 1-1.5 saat arası sürüyor ve yol üzerinde dinlenebileceğiniz bazı noktalar mevcut. Nerede durursanız durun, manzaraya bakmaktan yola devam etmeyi unutacaksınız çünkü daha ilk kademelerde dahi muhteşem bir şehir ve okyanus manzarası sunuyor. İki farklı rota var; birisi diklemesine zirveye çıkıyor, diğeri ise tepenin etrafını dolanıyor ve bu rota dünyanın en iyi hiking rotalarından birisi seçilmiş. Hiking rotasının başlangıç noktasına yürüyerek ulaşmak zor çünkü şehir merkezinden epey yüksek bir konumda yer alıyor. Eğer toplu taşıma kullanmak isterseniz; tıpkı Table Mountain’a gider gibi şehir merkezinden 107 numaralı otobüse binip Kloof Nek durağında indikten sonra yaklaşık 10 dakika tırmanmanız gerekiyor. Toplu taşıma kullanmak istemiyorsanız Uber ile kolayca bu bahsettiğim başlangıç noktasına ulaşabilirsiniz. Kiralık araba ile geziyorsanız zaten ulaşımla alakalı bir probleminiz yok, direkt olarak başlangıç noktasının karşısında bulunan otoparka aracınızı park edip tırmanmaya başlayabilirsiniz. Yüksek bir tepeye çıkacağınızı göz önünde bulundurarak yanınıza hırka, terleyeceğiniz için yedek tişört ve tırmanış esnasında su kaybedeceğiniz için de yeteri kadar su almayı unutmayın. Tırmanışınızın daha akılda kalır olmasını istiyorsanız, gün batımına 2 saat kala tırmanışa başlayın ve zirveye ulaştığınızda muhteşem gün batımını manzarasını seyredin.

    Zirveye ulaştığınızda Cape Town şehir merkezinin, Atlas Okyanusu’nun ayrıca Cape Peninsula, Robben Adası ve Camp’s Bay gibi yerlerin muhteşem manzaralarına şahit olacaksınız. Yukarıda da dediğim gibi; eğer unutulmaz anlar yaşamak istiyorsanız gün batımına yakın bir saatte tırmanın. Aynı şekilde eğer erken kalkabilirseniz gün doğumunu da zirveden seyredebilirsiniz. Tepenin adı, tahmin edeceğiniz üzere bir aslanın başına benzediği için Lion’s Head olmuş. 1800’lü yıllara kadar gerçekten de bu tepenin etrafında aslanlar yaşıyormuş. Eğer yaz mevsiminde tırmanacaksanız yakıcı güneş için önlem almanız gerekir. Kış mevsiminde yani Temmuz Ağustos aylarında tırmanacaksanız da soğuğa ve rüzgara karşı dikkatli olmalısınız. Cape Town yılın çoğu döneminde sisli oluyor, zaten hava sisli veya yağmurlu ise tepeye tırmanma şansınız yok. Tepeye tırmanmak için herhangi bir giriş ücreti ödenmiyor. Masa Dağı’nda olduğu gibi burada da Dassie denilen sıçan benzeri kemirgen hayvandan bolca görebilirsiniz yalnız çok fazla yaklaşmamalısınız.

3. Sinyal Tepesi (Signal Hill): Aslan Başı Tepesi’nin hemen yan tarafında göreceğiniz görece daha alçak olan Signal Tepesi’nin zirve yüksekliği yaklaşık 350 metre. Geçmişte gemilere mesaj göndermek veya işaret vermek için bayrakların burada dalgalandırılmasından dolayı almış bu adı almış. Daha alçak ve düz bir tepe olduğu için araba ile zirve noktasına kolayca ulaşabiliyorsunuz. Zaten burada bir hiking rotası yok. Sinyal Tepesi’nin olayı şu; zirve noktaya ulaşıyorsunuz, şarabınızı açıyorsunuz ve gün batımını seyrediyorsunuz. Dilerseniz telefonunuzdan soft bir müzik açabilir ve ortamınızı daha romantik bir hale getirebilirsiniz. Zaten manzara seyredilen yere ulaştığınızda, gün batımını seyretmeye gelen arkadaş gruplarının oluşturdukları konseptlere hayran kalacaksınız. Yalnız burada iyi bir yer kapmak ve aracınızı da yakınlara park etmek istiyorsanız; gün batımından en az 3 saat önce gitmelisiniz zira gün batımına yarım saat veya 1 saat kala giderseniz hem aracınızı çok uzakta bir yere park etmek zorunda kalırsınız hem de oturacak doğru düzgün bir yer bulamazsınız çünkü aşırı kalabalık oluyor. Gün battıktan sonra tepeden hemen ayrılmayın, bence asıl manzara hava iyice kararıp şehrin ışıkları yandıktan sonra ortaya çıkıyor.

    Burası Aslan Başı Tepesi’nin devamı yani Lion’s Head denilen yer aslanın başıysa Signal Hill denilen yer de gövdesi. Bu silueti Masa Dağı’ndan baktığınız zaman çok daha net gözlemleyebilirsiniz. Pazar hariç her gün saat tam 12:00’de top atışı yapılan Signal Hill Tepesi’ne toplu taşıma ile ulaşmak isteyenler yine 107 numaralı otobüsü kullanabilirler. Toplu taşıma kullanmak istemeyenler Uber ile kolayca ulaşım sağlayabilirler. Bir de Hop on Hop off firmasının ‘’Sunset Bus’’ adında, gün batımına özel bir otobüsü var; diğerlerinden farklı olarak duraklama yapmadan direkt olarak Signal Hill’e çıkıyor.

4. Sea Point: Signal Tepesi’nden baktığınızda Cape Town Stadyumu’nu göreceksiniz, işte bu stadyumun olduğu yere Green Point deniliyor. Stadyuma doğru baktığınızda hemen solunuzda kalan sahil bölgesi ise Sea Point olarak geçiyor. Burası Cape Town’un en keyifli yerlerinden birisi. Sea Point Promenade denilen kordon boyunda Atlas Okyanusu’ndan gelen esintiler ve mis gibi bir hava eşliğinde yürüyüş veya sabah koşusu yapabilir, bisikletle gezebilir, okyanus suyu kullanılan üst açık aqua parkta eğlenebilir, Milton ve Saunder's Rock plajlarında güneşlenebilir ayrıca benzersiz midye kabukları toplayabilir, kafelerde takılabilir ve okyanus manzaralı şık restoranlarda leziz bir akşam yemeği yiyebilirsiniz. Dediğim gibi konum olarak Signal Tepesi’nin diğer tarafında yer alan sahil kesimi ve Waterfront bölgesinden buraya yürüyerek kolayca ulaşabilirsiniz. Eğer araba ile gidecekseniz de yol boyunca karşınıza gelecek olan otoparklardan birisine aracınızı park edebilirsiniz. Denize girmek için uygun bir yer değil çünkü yaz aylarında dahi suyun sıcaklığı 11-16 derece arasında oluyor, aklınızda bulunsun.

    Sea Point aynı zamanda şehrin festival ve kutlama adreslerinden birisi. Yılın farklı dönemlerinde Hint ve Latin Festivali gibi birçok farklı festival düzenleniyor. Bölgenin daha iç kısımlarında pek çok suşi restoranı, fast food restoranı, hamburgerci, pizzacı, kahveci ve canlı müzik mekanı yer alıyor. Alışveriş yapmak isteyenler, yine bu bölgede bulunan ve Afrika el sanatı eserleri satılan mağazalara uğrayabilirler. Sea Point, Cape Town'un yüksek katlı binalara sahip tek deniz kenarı banliyösü ve bu yüzden dairelerin hem kiralık hem de satılık fiyatları dudak uçuklatıyor. 90-100 metrekare olan okyanus manzaralı yüksek kat dairelerin satılık fiyatları 300.000 Dolar’dan başlıyor.

5. Woodstock & Observatory: Cape Town’un; District Six, Woodstock ve Observatory olmak üzere üç farklı hipster bölgesi var. District Six, şehir merkezine en yakın olan hipster bölgesi. Woodstock ve Observatory ise nispeten biraz daha uzak bir konumda yer alıyor ancak Woodstock’a yine de Waterfront ve Greenmarket Square’den yürüyerek ulaşabilmeniz mümkün. Woodstock, Cape Town’un en fazla ziyaretçi çeken hipster bölgesi çünkü çok fazla alternatif barındırıyor. Birbirinden güzel butik kafeler, restoranlar, hamburgerciler, pizzacılar, butik mağazalar, ikinci el dükkanları, hediyelik eşya mağazaları, antikacılar, kitapçılar, eğlence mekanları, sanat galerileri vs. Yani ne ararsanız var. Turistlerin bu bölgeye akın etme sebeplerinden birisi de duvarlarda göreceğiniz muhteşem grafittyler. Burası her ne kadar suçtan arındırılmış olsa da yine kapkaç ve gasp olayları ile karşılaşılabiliyor. Bu yüzden sokak aralarına girecekseniz ya arkadaş grubunuz ile birlikte girin ya da yürüyüş turlarına katılın.

    1950’lerin sonuna kadar aslında bir sakin bir balıkçı kasabası olan Woodstock, 2000’li yılların başından itibaren çetelerin ve uyuşturucu satıcılarının cirit attıkları tehlikeli bir bölge olmaya başlamış. Devam eden yıllarda bu bölge suçtan arındırılarak temize çıkarılmış ve yatırımcılar tarafından desteklenerek baştan aşağıya restore edilmiş. O dönem çok daha uygun fiyatlı olan Viktorya dönemi yarı müstakil evleri adeta kapışan yatırımcılar, bu evleri şık restoranlara, yenilikçi işletmelere, ofislere, mağazalara ve mobilya teşhir salonlarına dönüştürmüş. Hem devlet desteği hem de yatırımcıların sayesinde Woodstock kalkınmış ve yeni bir çehre kazanarak özellikle gençlere hitap eden keyifli bir bölgeye dönüşmüş. İstanbul’da Balat ve Karaköy’ün restore edilerek yeni kafeler ve restoranlar ile şehre yeniden kazandırılmasına ve kalkındırılmasına benzetebilirsiniz. Cape Town'un en kaliteli cinleri ve biraları Woodstock’tan çıkıyor. Woodstock Brewery firması, ürettiği 14 farklı bira ile adeta sektörün lideri konumunda, mutlaka biralarını deneyin. Old Biscuit Mill’in yan tarafında göreceğiniz Woodstock Gin Company isimli firma da cin tadımı konusunda bölgenin bir numarası. Ortalama 90-100 Rand ödüyorsunuz, ürettikleri cinleri tek tek deniyor ve hangisini beğenirseniz ondan satın alıyorsunuz, tabi satın almak zorunda değilsiniz.

    Woodstock Bölgesi’nin ana caddesi Albert Road ve neredeyse gezilip görülmesi gereken yerlerin tamamı bu cadde üzerinde yer alıyor. Caddenin en turistik noktalarından birisi olan Woodstock Exchange, eski bir fabrikadan dönüştürülen modern bir alışveriş merkezi. İçerisinde tasarım ürünlerin satıldığı mağazalar, kahveciler ve şık restoranlar yer alıyor.  Dünyanın en iyi 50 restoranından birisi olan ve 2019 yılında da Güney Afrika’nın en iyi restoranı seçilen The Test Kitchen isimli restoran da yine Albert Road üzerinde yer alıyor. Rezervasyonsuz yer bulabilmeniz mümkün değil ayrıca fiyatlar aşırı pahalı. Eğer The Test Kitchen’a rezervasyon yaptıramazsanız ve yemeğinizi başka bir kaliteli restoranda yemek istiyorsanız, tapas tarzı bir menü sunan The Pot Luck Club sizin için en iyi alternatif olacaktır. Eski bir deponun tepesinde yer alan Pot Luck Club, Woodstock, liman ve Masa Dağı'nın panoramik manzarasına sahip. Tabi burada da rezervasyonsuz yer bulamazsınız, bu yüzden gitmeden önce mutlaka rezervasyon yaptırın.

    Cape Town’un bir diğer hispter bölgesi olan Observatory de tıpkı Woodstock gibi butik mağazaların, kafelerin, restoranların, ikinci el eşya mağazalarının, duvar resimlerinin vs. olduğu eğlenceli bir bölge. Burada ikamet edenlerin büyük çoğunluğu üniversite öğrencisi çünkü tam olarak Cape Town Üniversitesi’nin karşısında yer alıyor. Diğer bölgelere kıyasla biraz daha uzak yani ulaşım için toplu taşıma veya Uber’e ihtiyacınız var. Bu adı almasındaki sebep ise Cape Town Gözlemevi’nin bu bölgede bulunuyor olması. Öğrenci bölgesi olduğu için mekanların ortamları çok daha eğlenceli ayrıca hamburger ve pizza konusunda da şehrin en iyi adreslerinden birisi denilebilir.

6. Eski Bisküvi Fabrikası (The Old Biscuit Mill): Woodstock Bölgesi’nin en popüler adresi olan The Old Biscuit Mill, adından da anlaşılacağı üzere eski bir bisküvi fabrikasının adeta baştan yaratılarak devasa bir alışveriş ve eğlence kompleksine dönüştürülmüş hali. Burası sadece hafta sonları açık oluyor, bu yüzden daha kapılarının açıldığı andan itibaren insanlar adeta içeriye akın ediyorlar. Hem yerel halk hem de turistler tarafından fazlaca gören bir yer. Kompleks içerisinde; el yapımı ürünlerin, hediyelik eşyaların ve hem şık hem de etnik kıyafetlerin satıldığı mağazalar, restoranlar, kahveciler, şarap mağazaları vs. yer alıyor ancak bu kadar popüler olmasının ve insanların hafta sonları koşa koşa buraya gelmelerinin asıl sebebi; Pazar günleri kurulan ve Neighbourgoods Market denilen açık pazar alanı. Burası; taze meyve-sebzelerin, mantarların ve baharatların satıldığı ayrıca hamburger, sandviç, poğaça, börek, et yemeği, tavuk yemeği, makarna, tost vs. yiyebileceğiniz müthiş bir yer. Adım attığınız andan itibaren gördüğünüz her şeyden yemek isteyeceğinizi garanti ederim. Fiyatlar makul seviyede ve satılan ürünler gerçekten çok lezzetli. Buraya gidecekseniz, midenizin tamamen boş olduğundan emin olmalısınız.

    Kompleks içerisinde yer alan Wine At The Mill isimli şarap mağazasında ülkenin dört bir yanından getirilen etkileyici bir butik şarap koleksiyonu bulabilir ve tadım yapabilirsiniz. Çikolataya karşı ayrı bir zaafınız varsa, organik kakao çekirdeklerinden yapılan ve el yapımı olan çikolatalı çörekler için yine kompleks içerisinde bulunan Cocoafair isimli çikolata fabrikasını ziyaret edebilir ve dilerseniz tadım turu yaptıktan sonra dilediğiniz çikolatadan satın alabilirsiniz. Yine Güney Amerika ve Afrika’dan lezzetler sunan Espresso Lab Microroasters isimli kahvecide leziz kahveler deneyebilir, seramikten giyim eşyalarına, antikalardan mobilyalara ve güzel el yapımı eşyalara kadar birçok şeyi bir arada bulabileceğiniz Plush Bazaar ve Phoenix Design gibi çeşitli moda, dekor ve hediyelik eşya dükkanlarına uğrayabilirsiniz. Eğer farklı bir deneyim yaşamak istiyorsanız; Hint Hunt denilen korku evine girerek kilitli odalardan şifreleri çözerek çıkmaya ve evden kaçmaya çalışabilirsiniz.

 

CAPE TOWN ŞEHİR MERKEZİ DIŞINDA YER ALAN NOKTALAR;

1. Table View: Şehir merkezinden yaklaşık 15 kilometre uzaklıkta, Robben Adası’nın tam karşısında yer alan bölge, Cape Town’un belki de en rüzgarlı bölgesi olduğu için hem parasailing denilen deniz paraşütü hem de rüzgar sörfü yapmak isteyenler için en doğru adres. Tıpkı Fethiye gibi sürekli havada paraşütlerin uçuştuğu bir yer düşünün. Masa Dağı’nın en güzel görüldüğü yerlerden birisi olduğu için bu adı almış ve gerçekten de buradan bakıldığında Masa Dağı adeta bir tablo gibi görünüyor. Table Wiew bölgesinde güzel bir kumsal var ancak sürekli rüzgar estiği için hem denize girmek hem de güneşlenmek için pek uygun bir yer değil. Dediğim gibi buranın asıl olayı paraşüt, rüzgar sörfü ve manzara. Hatta her yıl Red Bull firması tarafından Red Bull King of the Air adında bir parasailing yarışması düzenleniyor. Dünyanın birçok yerinden insanlar deniz paraşütü yapmak için bu bölgeye akın ettiğinden, yerliler evlerini kiralamak için birbirleri ile yarışır hale gelmiş durumdalar. Sizin de böyle bir düşünceniz varsa, Airbnb uygulamasına bir göz atın derim. İllaki parasailing yapmanız gerekmiyor, Masa Dağı ve Atlas Okyanusu manzaralı bir evde konaklamak istiyorsanız da bu bölgeyi tercih edebilirsiniz ancak şehir merkezinden uzak olduğunu unutmayın.

2. Robben Adası (Robben Island): Cape Town seyahatinin olmazsa olmazlarından birisi diyebileceğimiz Robben Adası üzerinde; Nelson Mandela’nın 18 yıl boyunca hapis yattığı yüksek güvenlikli hapishaneye ait koğuşlar, sağlık ocağı, basketbol sahası, mahkumların ve görevlilerin hizmetinde olan bir kilise ve bir cami, mahkumların çalışmaya zorlandıkları kireç taşı ocakları, görevlilerin ikamet ettikleri lojmanlar vs. yer alıyor. Nelson Mandela, 18 yıl boyunca bu ada üzerinde bulunan hapishanede kalmış ve adadaki diğer mahkûmlar ile birlikte kireç taşı ocaklarında çalışmış. Tıpkı Nelseon Mandela gibi Kgalema Motlanthe ve Jacob Zuma isimli mahkumlar da buradan tahliye olduktan sonra Güney Afrika Cumhuriyeti Başkanlığı yapmışlar. Robben Adası, 1999 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası olarak ilan edilmiş.

    1654 yılında Hollanda yerleşimcileri, tüm koyunları ve diğer küçük hayvanları ile birlikte Robben Adası’na yerleşmişler ve büyük bir barınak inşa etmişler. Adada kurdukları bu izole ortam, vahşi hayvanlara karşı ana karadan daha iyi bir koruma sağlamış. Yerleşimciler, koloninin ihtiyaçlarını karşılamak için fok balığı derileri toplamışlar. Fok balıklarının yaşadığı bir ada olduğu için Hollanda dilinde fok balığı anlamına gelen Robben adı verilmiş. 17. yüzyılın sonundan itibaren siyasi mahkumların hapsedildiği bir hapishane olarak kullanılan Robben Adası’nı hapishane olarak ilk kullanan da yine Hollandalı yerleşimciler olmuş. İlk tutsakları ise 1652 yılında, Ümit Burnu’nda Hollanda yerleşiminin kurulmasından önce Cape Town’da Avrupalılar için tercüman olarak çalışan Autshumato isimli kişi olmuş. İlk daimi sakinleri arasında başta Endonezya olmak üzere diğer Hollanda kolonilerinden tutsak olarak getirilen siyasi liderler ve Meermin isimli köle gemisinde yaşanan isyanın lideri varmış. 1819 yılında İngiliz sömürge hükümeti, Xhosa Savaşları sırasında başarısız bir ayaklanmaya öncülük eden Afrika lideri Makanda Nxele’yi, Robben Adası’nda ömür boyu hapse mahkum etmiş ancak hapishaneden kaçmayı başaran Makanda, Table Bay kıyılarında boğularak yaşamını yitirmiş. Ada, bir dönem cüzzamlı bir koloninin ve hayvanların karantinaya alındığı bir yer olarak kullanılmış. 1845 yılında Hemel-en-Aarde kolonisine mensup cüzzamlılar Robben Adası’na taşınmışlar ve 1891 yılında cüzzamlıları barındıracak 11 yeni bina yapılmış. II. Dünya Savaşı sırasında güçlendirilen adaya, Cape Town savunmasının bir parçası olarak 9.2 ve 6 inçlik toplar yerleştirilmiş. 1961 yılından itibaren Robben Adası, Güney Afrika hükümeti tarafından siyasi mahkumlar için bir hapishane olarak kullanılmaya başlanmış ve 1991 yılında kapatılmış. 400 yıl boyunca bir hapishane görevi gören, Masa Körfezi’ndeki Robben Adası, Apartheid’in sona ermesiyle birlikte popüler bir turizm merkezi haline gelmiş.

    Robben Adası bireysel olarak gezilemiyor, sadece rehberli turlar ile gezebiliyorsunuz. Tur biletinizi dilerseniz Waterfront iskelesinde bulunan bilet gişesinden dilerseniz de Robben Island adresinden online olarak satın alabilirsiniz. Bilet gişesinde biletler çabuk tükeniyor, bu yüzden gitmeden önce biletinizi online olarak almanızı tavsiye ederim. Bilet alırken hem tarih hem de saat aralığı seçiyorsunuz çünkü turlar belirli periyotlar ile yapılıyor. Bilet aldığınız tur saati geldiğinde Robben Island tabelası olan iskeleye (kırmızı renkli saat kulesinin yanında) gidiyorsunuz, biletinizin çıktısını veya mail ile gelen karekodu göstererek tekneye biniyorsunuz. Turun süresi gidiş-dönüş yaklaşık 4 saat sürüyor. Adaya varıldığında grup halinde bir otobüse biniyorsunuz ve hapishanenin nizamiye girişinde iniyorsunuz. Burada sizi karşılayan ve Robben Adası’nda hapis yatan eski bir mahkum, rehberiniz oluyor ve hapishane kompleksini gezdiriyor. Hapishanenin arka kapısından çıktıktan sonra da yürüyerek iskeleye gidiyor ve dönüş için tekrar tekneye biniyorsunuz. Otobüs ile ada üzerinde ulaşım sağlarken görevlilere ait lojmanlar, ada komutanına ait konut, cami, kilise, Nelson Mandela’nın da çalıştığı kireç taşı ocağı vs. görülüyor. Hapishane içerisinde ise koğuşlar, Mandela’nın yattığı hücre, diğer mahkumlara ait hücreler, revir, top sahası, avlular, II. Dünya Savaşı için yerleştirilen toplar ve sığınaklar görülüyor. Bileti ücreti yetişkinler için 390 Rand yani yaklaşık 200 Türk Lirası.

    Hollandalılar 1652 yılında buraya geldiklerinde, adadaki tek büyük hayvanlar foklarmış ve diğerleri ise kuşlar ve penguenler. Orijinal Afrika penguenleri kolonisi, 1800 yılında tamamen yok olmuş ancak 1983 yılında yeni bir koloni kurulmuş ve penguenler için uygun bir üreme alanı oluşturulmuş. 2004 yılında 16.000 penguen olan koloni bugün sadece 3000 penguenden ibaret ve her geçen gün azalmaya devam ediyor. Sebebi ise balıkçılık rekabetinden dolayı penguenlerin artık denizde avlayacakları sardalya ve hamsi bulamıyor olmaları. Robben Adası ziyaretinizde her an penguen görebilirsiniz çünkü Robben Adası, Afrika penguenlerinin doğal ortamlarından birisi. Robben Adası’nı ziyaret etmeden önce Mandela’nın hayatını anlatan Mandela: Long Walk to Freedom isimli filmi kesinlikle izlemelisiniz.

3. Kirstenbosch Ulusal Botanik Bahçesi (Kirstenbosch National Botanical Garden): Masa Dağı’nı da içine alan Cape Town Milli Parkı’nın bir parçası olan bu botanik bahçesi, yaklaşık 528 hektarlık alana kurulan dev bir yeşil alan. İngiliz asıllı Güney Afrikalı siyasetçi ve iş adamı Cecil John Rhodes’un hükümete miras olarak bıraktığı bir yer, nitekim milli park içerisinde Rhodes’e ait bir anıt mezar bulunuyor. Dünyanın ilk botanik bahçesi olan ve 1913 yılında ziyarete açılan bahçe içerisinde 7.000’den fazla türe ait bitkiler ayrıca kuşlar ve çeşitli hayvanlar yaşıyor. Çok büyük bir alanı kapladığı için en az yarım gününüzü ayırmanız gerekiyor. Bahçe içerisinde gezerken bitkiler hakkında bilgiler veren tabelaları incelemeyi unutmayın. Sadece doğal güzellik değil aynı zamanda konser, festival ve açık alan sineması gibi çeşitli etkinliklere de ev sahipliği yapıyor. Her yıl Kasım-Nisan ayları arasında Pazar günleri konserler oluyor. Bahçenin en popüler yerleri; 130 metre uzunluğa sahip Tree Canopy Walkway (The Boomslang - Skywalk) denilen köprü ve Afrika’nın ulusal çiçeği olan Protea isimli çiçeğe ayrılan bölüm. Giriş kapısından epey yüksek bir konumda yer alan bu köprü, en iyi fotoğraf kareleri yakalayabileceğiniz yerlerden birisi ayrıca muhteşem manzaralar sunuyor. UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan Kirstenbosch, aslında 9 botanik bahçeden birisi ve sadece burası bile neredeyse bir orman kadar büyük. Kirstenbosch kompleksine girdiğinizde ilk olarak alışveriş yapabileceğiniz bir mağaza, kafeterya, tuvalet ve information desk göreceksiniz. Daha sonra botanik bahçesi için bilet alarak turnikelerden geçip bahçeye gireceksiniz. Ziyaret Saatleri 08.00-19.00 arasında ve giriş ücreti 80 Rand. Dilerseniz Pazar günü hariç haftanın her günü saat 10.00 ve 14.00'te düzenlenen rehberli turlara da katılabilirsiniz. Detaylı bilgilere Kirstenbosch adresinden ulaşabilirsiniz. Şehir merkezine uzaklığı yaklaşık 15 kilometre ve Uber ile kolayca ulaşım sağlayabilirsiniz. Eğer araba ile gidecekseniz giriş kısmında bulunan ücretsiz otoparkı kullanabilirsiniz. Hop on Hop Off firmasının ‘’Mini Peninsula’’ rotasını takip eden otobüsleri ile de buraya ulaşabilirsiniz.

4. Clifton Plajları (Clifton Beaches 1-2-3-4): Sea Point’in biraz ilerisinde yer alan bu sahil kesimi, Cape Town’un en popüler adreslerinden birisi. Cape Town, iki okyanusa birden kıyısı olmasına rağmen deniz turizmi için uygun bir şehir değil çünkü suyun sıcaklığı yaz aylarında dahi 15 derecenin üzerine çıkmıyor. Yazın buzulların eriyip suya karışması ile su sıcaklığının daha da düştüğü ve her zaman köpek balığı tehlikesi bulunduğu da söyleniyor. Bu yüzden Cape Town’da insanlar plajlara yüzmek için değil, daha çok güneşlenmek için gidiyorlar. Eğer illaki yüzmek isterseniz, tüm Cape Town plajları arasında yüzmeye en müsait plaj kesinlikle Clifton. Burası diğer plajlara kıyasla daha içeride kaldığı için rüzgarı en az hissedeceğiniz yerlerden birisi. Plajların 1-2-3-4 diye ayrılma sebebi, aralara giren dev granit kayalardan kaynaklanıyor. Bu kayalar Clifton’ı dört eşit parçaya bölmüş ve bugün hepsi farklı konseptlere sahip plajlar. En popüler olan plaj Clifton 4 çünkü hem duş ve tuvaletlere hem de otoparklara daha yakın bir konumda. Daha çok gençler tarafından tercih edilen Clifton 4, mavi bayraklı bir plaj ve sadece Cape Town değil aynı zamanda Güney Afrika'nın da en popüler plajlarından birisi. Cape Town'ın Atlantik Okyanusu tarafında kalan Clifton 4 ünlüler tarafından da tercih edilen bir plaj. Çok fazla popüler olduğu için en kalabalık plaj burası; güneşlenenler, plaj voleybolu oynamaya gelenler, beach partilere akanlar vs. herkes burada takılıyor. Yerli ve yaşlıların gittiği Clifton 1, en az kalabalık olan plaj ancak diğerlerine kıyasla çok daha temiz ve düzgün. Köpeği olanlar genellikle bu plaja geliyorlar. Clifton 2, genellikle bikini ve mayo kreasyonu için çekimlerin yapıldığı, Clifton 3 ise eşcinsel erkeklerin takıldığı bir plaj. Clifton çevresinde müthiş bir trafik sorunu var, ne cadde üzerinde ne de ücretli otoparklarda yer bulunamıyor, sizlere tavsiyem sokak aralarına park etmeniz. Böylelikle otopark ücreti vermek zorunda da kalmazsınız. Victoria Road üzerinde bulunan kafelerde en kahve içmeyi ve gün batımı seyretmeyi ihmal etmeyin.

5. Camps Bay: Clifton’ın devamı olan Camps Bay; Cape Town’un en lüks sayfiye yeri. İnce beyaz kumları, doğal kaya havuzları ve Twelve Apostles (On İki Havari) Dağları manzarasıyla bilinen plajı ile hem yerli halk hem de turistlerin ilgi odağı olmuş durumda. Yolun bir tarafında plaj, diğer tarafında ise lüks evler, yine lüks balık restoranları, başta Hard Rock olmak üzere keyifli kafeler ve sahil şeridine bakan verandalı kokteyl barları bulunuyor. Promenade Mall isimli alışveriş merkezi içerisinde moda ürünleri ve plaj giysileri satan butikler yer alıyor. Theatre on the Bay isimli tiyatroda ise tiyatro oyunları, müzikaller ve komediler sahneleniyor. Sea Point ve Clifton gibi Cape Town’un batısında yer aldığı için yine muhteşem gün batımı manzaralarına şahit olabileceğiniz yerlerden birisi. Camps Bay’da yapabileceğiniz en güzel aktivite; sahilde oturup şarap eşliğinde gün batımı seyretmek. Eğer illa ki mekan olsun diyorsanız; Twelve Apostles Otel’in restoranında leziz yemekler eşliğinde günbatımı seyredebilirsiniz. Bu seçenek bütçenizi aşıyorsa, marketten alışveriş yapabilir veya pizzacılardan dilim pizza alıp plaja oturabilirsiniz. Burada da park sorunu yaşayacaksınız, bu yüzden tavsiyem; kalabalık yerlere girmeden, sokak aralarına park etmeniz. Eğer toplu taşıma ile gitmeyi düşünüyorsanız; MyCiti'nin 106, 107 ve 108 numaralı otobüslerini kullanabilirsiniz. Hop on Hop off firmasının ‘’Mini Peninsula’’ ve ‘’City Tour to Table Mountain’’ rotaları da yine Camps Bay’dan geçiyor. Unutmadan, Cape Town’dan Camps Bay'a doğru giderken Camps Bay’a çok az bir mesafe kala yolun sağında bir bank göreceksiniz. Burası Camps Bay’ı tepeden seyredebileceğiniz en güzel yer. Eğer Camps Bay’dan dönüşünüz gün batımına denk gelecekse, yine bu bankta oturup gün batımını seyredin derim.

6. World of Birds Wildlife Sanctuary & Monkey Park (Monkey Jungle): Camps Bay’dan sonra Victoria Road yolunu takip ettiğiniz zaman kolayca ulaşabileceğiniz park, Afrika’nın en büyük kuş barınağı olarak biliniyor. Hout Bay koyu yakınlarında yer alan park içerisinde 400 farklı türden yaklaşık 3000 adet kuş ayrıca penguenler, sincaplar, devekuşları, sürüngenler, kirpiler, mirketler ve maymunlar barınıyor. Kuşlar arasında ise kartallar, leylekler, flamingolar, baykuşlar, pelikanlar, sülünler, papağanlar vs. bulunuyor. Sadece bir barınak değil, aynı zamanda rehabilitasyon ve üretim merkezi olarak da hizmet veriyor. Maymun ormanına girdikten sonra tam anlamı ile maymunlarla iç içe oluyorsunuz. Tepenizden aşağı inmiyorlar ve gözlük, çanta, cüzdan, anahtar, ne bulurlarsa araklıyorlar. Maymunlar sizin üstünüze çıkabiliyorlar ancak siz onlara dokunamıyorsunuz zira bunu bir tehlike olarak algılayıp saldırma ihtimalleri var. Ziyaret Saatleri 09.00-17.00 arası ama Monkey Jungle sadece 11.30-13.00 ve 14.00-15.30 saatleri arasında açık ve kombine bilet ücreti 130 Rand.

7. Hout Bay: Şehir merkezinden yaklaşık 20 kilometre uzaklıkta yer alan ve bir balıkçı koyu olan Hout Bay, Cape Town’un muhteşem koylarından birisi. Diğerleri gibi burada da okyanusa girmek pek mümkün değil ama beyaz kumlarında yürüyüş yapmak da en az suya girmek kadar keyifli. Hout kelimesi Flemenkçe ‘ahşap’ anlamına geliyor ve bu koyda inşa edilen tüm yapılar ahşaptan yapıldığı için bu adı almış. Bir İngiliz menüsü olan Fish&Chips bu koyda çok meşhur, dilerseniz siz de alıp doğruca sahile gidebilir ve manzara eşliğinde atıştırabilirsiniz. Turistlerin bu koya gelmelerindeki asıl sebep; fok balıklarının doğal alanlarından biri olması. Balıkçı teknelerinin olduğu yerde bile birkaç tane fok balığı görebilirsiniz. Buradaki bazı uyanıklar, fok balıklarını yemleyerek karaya çıkmaya alıştırmışlar. Fokları karaya çıkarttıktan sonra turistlerle fotoğraf çektirip para kazanıyorlar. Haftanın her günü, iskeleden hareket eden tekneler ile koyda bulunan Seal Island (Duiker Island) denilen Fok Adası’na tur düzenleniyor ve yüzlerce fok balığını doğal alanlarında gözlemleme imkanı sunuluyor. Fok Adası denilen yer aslında fokların dinlendikleri bir kaya parçasından ibaret. Her tur teknesinin önünde bir sonraki turun ne zaman yapılacağını gösteren bir zaman tablosu var ancak en yakın turu bile seçseniz en az 20 kişi olmadan tekneler hareket etmiyor. En bilindik firma Nauticat Charters, turlar 45 dakika sürüyor ve bilet fiyatı 85 Rand. Koyun girişinde Mariner’s Wharf adında bir restoran var ve deniz ürünleri ile meşhur. Hafta sonları ise Bay Harbour Market denilen bir pazar kuruluyor. Eğer kendi aracınızla gidecekseniz, hemen girişinde bulunan otoparka park edebilirsiniz. Toplu taşıma için ise Hop on Hop off otobüslerinin ‘’mini peninsula’’ rotasını tercih edebilir veya Uber ile kolayca ulaşım sağlayabilirsiniz.

8. Chapman’s Peak Drive: Hout Bay koyunun bitişinde başlayan bu efsane yol, her yıl dünyanın en güzel yollarından birisi seçiliyor. Öyle ki BMW, Mercedes, Audi gibi otomobil firmaları, lansman çekimlerini bu kıvrımlı yolda yapıyorlar çünkü muhteşem bir manzarası var. Aslında Hout Bay’ın devamı olan normal bir sahil yolu ama bu kadar popüler olduğu için girişler elbette ücrete tabi; motosikletler 29 Rand ve otomobiller ise 45 Rand. Öyle manzaralar var ki, eminim sizler de bizim yaptığımız gibi her 5 kilometrede bir sağa çekeceksiniz. Zaten yol boyunca kamelyalarda oturan insanları göreceksiniz.

9. Muizenberg: Ümit Burnu’nun diğer tarafında, False Bay koyu kıyısında yer alan Muizenberg Plajı kesinlikle bir yerlerde fotoğraflarını gördüğünüz ama muhtemelen adını bilmediğiniz bir yer. Cape Town ile alakalı birçok fotoğrafta görebileceğiniz o renkli plaj kulübelerinin olduğu yer işte tam olarak burası. Aslında Muizenberg, Hint Okyanusu kıyısında olduğu için suyu daha ılık ama deriyi yakan rüzgarları yüzünden bence Cape Town genelinde okyanusa girmek için en elverişsiz olan plaj. Öyle bir rüzgar esiyor ki şiddetlendiği zaman neredeyse ayağınızı yerden kesiyor. Bu plajın asıl olayı dalga sörfü ve hatta dünyanın sörf yapmaya en uygun yerlerinden birisi olarak görülüyor. Plajda bulunan kulübeler birbirinden güzel, capcanlı renklere boyanmış ancak sadece görüntü olarak varlar zira suya girilemediği için bu kulübeleri kullanacak kimse yok. Yılın hangi döneminde giderseniz gidin, kesinlikle yanınıza uzun kollu bir kıyafet alın derim. Eğer sörf yapma gibi bir düşünceniz varsa; sahilde göreceğiniz sörf okulları ile görüşebilirsiniz. Hoca eşliğinde 3 saat süren sörf dersi 400 Rand, eğer sörf yapmayı biliyorsanız ve sadece board kiralamak istiyorsanız saatlik ücreti 90 Rand. Buraya kendi aracınızla gelecekseniz plaj boyunca göreceğiniz ücretsiz otoparkları kullanabilirsiniz.

10. Simon’s Town - Boulder’s Beach: Cape Town seyahatinin olmazsa olmazlarından birisi diyebileceğimiz Boulder’s Beach, Afrika penguenlerinin doğal yaşam alanı olan müthiş egzotik bir yer. Tıpkı Robben Adası’nda olduğu gibi buradaki penguen nüfusu da kontrolsüz balıkçılık yüzünden git gide azalıyor. Penguenlerin olduğu plaj, Simon’s Town denilen kasabanın sadece küçük bir bölümü. Ücretsiz otoparka aracınızı park ettikten sonra kısa bir yürüyüş ile Boulder’s Beach girişine geliyorsunuz, biletinizi alıp içeriye giriyorsunuz ve Boulders Beach ya da Foxy Beach tarafına giden ahşap yollardan birini takip ediyorsunuz. Bu yol sizi penguenlerin dinlenme yerine ulaştırıyor. Yürüyüş boyunca sağınızda, solunuzda koloniden ayrılıp tek başına gezen penguenler göreceksiniz. ‘’Ayy ne kadar tatlıymış’’ deyip sevmeye kalkmayın, parmağınızı kurtaramazsınız. Sadece penguen değil, Dassie denilen fare benzeri kemirgen hayvandan da bolca göreceksiniz ve aynı şekilde bu hayvanlara da dokunmaya çalışmayın. Penguenler ile yüzmek diye bir aktivite yok, bunu baştan söyleyeyim ayrıca hamsi veya sardalya vermediğiniz takdirde bir penguenin sizinle herhangi bir işi olmaz, olamaz. Gaza gelip yabani bir hayvan olan penguenle arkadaş olmaya çabalamayın. Giriş ücreti 85 Rand yani yaklaşık 45 Türk Lirası.

11. Cape Point Devekuşu Çiftliği (Cape Point Ostrich Farm): Boulder’s Beach’ten Ümit Burnu’na doğru giden karayolu üzerinde, Ümit Burnu’na çok yakın bir konumda yer alan bu çiftlik hem üretim hem de rehabilitasyon merkezi olarak hizmet veriyor. Travma yaşayan, hastalanan, yaralanan ve doğum yapacak olan devekuşları toplanarak bu merkeze getiriliyor ve tedavi ediliyor. 40 adet damızlık yetişkin ile de üretim yapılıyor. Oldukça büyük bir alan ve onlarca devekuşunu bir arada görebileceğiniz harika bir yer. Tek kişi bile olsanız rehber eşliğinde çiftliği gezme şansınız var. Tur boyunca rehber, bir devekuşunun yumurtadan yetişkin kuşa kadar olan yaşam döngüsü hakkında ayrıntılı bilgi veriyor. Örneğin; dünyadaki en büyük kuş olan devekuşunun 5 metrelik bir adımla 70 km hıza ulaşabildiği, erkek devekuşlarının 2.8 metreye kadar büyüyebildiği ve 120 kg ağırlığa kadar çıkabildiği gibi. Eğer üreme mevsimine denk gelirseniz, yavruların yumurtadan çıkışına da şahit olabilirsiniz. Rehberli tura katılmak istemezseniz de dilediğiniz gibi çiftliği gezebiliyorsunuz. İçeride bir de devekuşu derisinden yapılan çantaların, kıyafetlerin ve takıların satıldığı bir mağaza yer alıyor.

12. Ümit Burnu (Cape of Good Hope & Cape Point): Güney Afrika Cumhuriyeti’nde yer alan Cape Yarımadası’nın güneydeki en uç noktası olan ve denize doğru uzanan kayalık bir burun olan Ümit Burnu, denizden yaklaşık 245 metre yüksekte bulunuyor. Afrika’nın en güneydeki noktası olduğu düşünülse de kıtanın gerçek güney ucu; Ümit Burnu’nun 160 km güneydoğusunda yer alan ve Atlantik Okyanusu ile Hint Okyanusunu birbirinden ayıran Cape Agulhas yani Agulhas Burnu. Ümit Burnu’nu 1488 yılında Portekizli bir kâşif olan Bartolomeu Dias keşfetmiş ve buraya Fırtınalar Burnu (Cabo das Tormentas) adını vermiş. Portekizli Dias, Kral II. Joao'nun emriyle doğuya ve oradaki baharatlara ulaşılabilecek bir deniz yolu bulabilmek için yola çıkmış. O zamanlarda ticaret yollarının sadece bir bölümü denizden geçiyormuş ve bu yüzden doğuya giden tüccarlar Ortadoğu ülkelerini boydan boya geçmek zorundaymış. Tarihçilerin yazdığına göre Dias, burnu keşfettiğini haber verince Kral bu keşfin doğuya ulaşan su yolunun yakında açılmasını sağlayacağını düşünmüş ve bu nedenle de burnun adını Ümit Burnu olarak değiştirmiş. Bazı kaynaklar ise Fırtınalar Burnu isminin, gemicilerin moralini bozabileceği düşüncesi ile daha sonra Ümit Burnu olarak değiştirildiğini belirtiyor. 1497-1498 yılları arasında başka bir Portekizli kâşif olan Vasco da Gama, Afrika'yı dolaşarak Hindistan’a kadar uzanan bir deniz yolculuğu yapmış. Bu deniz yolu Süveyş Kanalı’nın açıldığı 1869 yılına kadar Avrupa ile doğu ülkeleri arasındaki tek deniz yolu olarak kalmış ve Akdeniz önemini yeniden kazanmış. Vergi paraları artmış ve Osmanlı Devleti vergi almaya başlamış. Akdeniz iklimini andıran bir iklimi olan Ümit Burnu, çok zengin bir doğal yaşama sahip. Güney Afrika’nın kalanından farklı olarak çiçekli bitkilerle kaplı ağaçsız bir bölge. Bu bölgeye Afrika dilinde ‘’sık çalı’’ anlamına gelen ‘’fynbos’’ deniliyor. Özellikle Protea denilen çicek, funda çeşitleri ve Elytropappus rhinocerotis denilen çalı papatyası gibi birçok endemik bitki türü bulunuyor. Ümit Burnu, hayvan türleri bakımından da oldukça zengin. Bir maymun türü olan Babun, Dassie denilen kaya tavşanı, su samuru ve antilop çeşitleri bu bölgede bulunan memeli hayvanlardan bazıları. Güneşkuşu ve balcıkuşu da bu bölgede çok görülen kuş türleri arasında. Aynı zamanda çeşitli kertenkele, yılan ve kaplumbağalara da ev sahipliği yapıyor. Ümit Burnu’nun batısında yer alan False Koyu ise deniz yaşamı bakımından çok zengin. Penguen ve kürklü fok, sahil şeridinde yaşayan başlıca canlılar. Bu bölgede kambur balina, katil balina ve çeşitli yunus türleri de görülüyor. False Koyu özellikle beyaz köpekbalığı için önemli bir yaşam alanı.

    Ümit Burnu, Cape Town Milli Parkı’nın bir parçası olduğu için bu alana giriş ücretli ve araç başı 145 Rand. Nizamiyeye geldiğinizde uzunca bir araç kuyruğu göreceksiniz. Gişede ücreti ödedikten sonra milli parka giriş yapacak ve tabelaları takip ederek Ümit Burnu’na ulaşacaksınız. Dilerseniz navigasyon kullanarak da gidebilirsiniz. Ümit Burnu’na geldiğinizde aracınızı ücretsiz otoparka bırakabilirsiniz. Tepe noktaya çıkmak için iki seçeneğiniz var; birincisi dünyanın en eski füniküler hatlardan birisi olan ve “Flying Dutchman Funicular” denilen fünikülere binmek, ikincisi ise tırmanmak. Füniküler için gidiş-dönüş bilet 85 Rand ve tek yön ise 70 Rand. Biz inanılmaz bir rüzgar olduğu için füniküler ile çıkmayı tercih ettik, siz para ödemek istemiyorsanız tırmanabilirsiniz. Fünikülerin kalkış yerinde dikkat etmeniz gereken en önemli husus, kafalarına göre takılan babunlar. Burayı artık o kadar sahiplenmişler ki mahalle abisi gibi gezip insanlardan haraç alıyorlar. Eğer yiyecek bir şey verirseniz ne ala, vermezseniz çantanızı, telefonunuzu alıp kaçıyorlar. Füniküler ile çıkılan yer, en üst nokta değil. İndikten sonra biraz daha tırmanmanız ve 1859 yılında inşa edilen deniz fenerinin olduğu yere kadar çıkmanız gerekiyor. Burada öyle bir rüzgar esiyor ki hem çok üşüyorsunuz hem de konuşmalarınızı yanınızdaki kişi dahi duyamıyor. Burada bulunan deniz feneri artık kullanılmıyor, onun yerine daha aşağıda olan yeni fener kullanılıyor. Bu deniz feneri yüksek bir noktada olduğu için gemiler tarafından daha erken görülüyormuş ve gemilerin doğuya doğru daha erken manevra yapmalarına sebep oluyordu. Bu yüzden 1911 yılında Portekiz gemisi Lusitania tam bu noktada batmış ve bu tür kazalar bir daha yaşanmasın diye aşağıdaki fener inşa edilmiş. Unutmadan şu konuya da bir açıklık getireyim; Cape of Good Hope denilen yer ve Cape Point denilen yer, birbirinden farklı yerler. Yukarıda detaylıca bahsettiğim yerin adı Cape Point yani asıl görülecek yer orası. Cape of Good Hope ise bu bahsettiğimiz yerden 2.5 kilometre uzaklıkta, kayalıklardan ibaret olan bir yer. Haritada baktığınız zaman her ikisinin de konumu çok net görebilirsiniz. Zaten kıtanın en uç kısmı ikisi de değil, asıl uç nokta 160 kilometre uzaklıkta bulunan Cape Agulhas ve okyanusları birbirinden ayıran yer de burası.

    Buraya araba ile ulaşmak hem çok kolay hem de çok keyifli çünkü yol boyunca görülecek onlarca güzel yer var. Eğer araba kiralamamışsanız; Cape Town’dan hareket eden özel turlarla veya Hop on Hop off otobüsleri ile gidebilirsiniz. Özel turlar sabah 08.30’da başlıyor ve sırasıyla; Sea Point, Clifton, Camps Bay, Hout Bay, Chapman’s Peak Drive, Cape Point Devekuşu Çiftliği, Ümit Burnu, Cape Point ve dönüşte ise Boulder’s Beach, Kirstenbosch Botanik Bahçesi ve Signal Hill görülerek tamamlanıyor. Tur ücretleri ortalama 1300-1500 Rand arası değişiyor. Hop on Hop off otobüsleri ise 550 Rand karşılığında Boulder’s Beach ve Ümit Burnu turu yaptırıyor.

 

CAPE TOWN ŞEHRİNDE KATILABİLECEĞİNİZ AKTİVİTELER;

1. Şarap Tadım Turları (Wine Taste Tours): Cape Town seyahatlerinin en popüler aktivitelerinden birisi olan ve kesinlikle katılmanızı tavsiye edeceğim şarap tadım turları, gayet makul fiyatlara unutulmaz anlar yaşayabileceğiniz bir etkinlik. Cape Town’da şarap turları, şehir merkezine yaklaşık 40-50 kilometre uzaklıkta bulunan Stellenbosch, Paarl ve Franschhoek isimli kasabalara düzenleniyor zira bu üç kasaba kelimenin tam anlamı ile şarap piyasasını ellerinde tutuyorlar. Bunların arasında da en popüler ve en geniş kapsamlı olan yer ise Stellenbosch kasabası. Sadece Stellenbosch kasabasında bile yılda 1 milyar litre şarap üretimi yapılıyor. Şarap tadımını dilerseniz bir tur şirketi ile anlaşarak, dilerseniz de bireysel olarak yapabilirsiniz. Biz tur şirketi ile anlaşmayı tercih ettik çünkü hem daha hesaplı oluyor hem de daha zahmetsiz.

    Stellenbosch kasabasına gidilen bir tur için tur programı şöyle; internet sitelerinde yer alan tur çeşitlerine göz gezdiriyorsunuz ve size uygun olanı seçiyorsunuz, seçtiğiniz bu tur için online ödeme yaparak mail adresinize gelen rezervasyon bilgilerini kaydediyorsunuz, tur günü sabah 08.30 gibi şirkete ait servis minibüsü rezervasyon yaparken vermiş olduğunuz adrese geliyor ve minibüse biniyorsunuz, diğer misafirler ile birlikte ilk olarak şirketin anlaşmalı olduğu şarap çiftliğine gidiyor ve şarap yapımı hakkında detaylı bilgi sahibi olduktan sonra o çiftlikte üretilen beyaz, kırmızı ve rose şarap çeşitlerini tadıyorsunuz (dilerseniz beğendiğiniz şarabı şişe olarak marketlerden çok daha uygun bir fiyata satın alabilirsiniz), daha sonra bir şarap evine gidiyor mahzeni geziyor ve yine şarap tadımı yapıyorsunuz, buradan ayrıldıktan sonra Franschhoek kasabasına gidiyorsunuz ve 1 saat serbest zaman veriliyor. Franschhoek, zengin yerlilerin ikamet ettikleri ve genellikle yaşlı Avrupalı turistlerin konaklama yaptıkları müthiş huzurlu, sessiz, sakin, mis gibi havası, kaliteli kahvecileri, barları, restoranları olan adeta cennet gibi bir yer. Eğer imkanınız varsa, burada bir gece konaklama yapmanızı şiddetle tavsiye ederim. Franschhoek kasabasından ayrıldıktan sonra üzüm bağlarının olduğu dev bir komplekse gidiyor ve herhangi bir ücret ödemeden öğle yemeği yiyorsunuz. Bağların arasında gezdikten sonra ise bir başka şarap çiftliğine gidiyor, orada da şarap tadımı yapıyor ve Cape Town’a dönüyorsunuz. Bizim anlaştığımız firmanın tur programı böyleydi, diğer firmalar belki farklı rotalar izliyor olabilir ancak temelde konsept aynı; servis sabah kapınızdan alıyor, şarap bağlarını ve çiftlikleri geziyorsunuz, şarap tadımı yapıyor ve dilerseniz satın alıyorsunuz, saat 17.00-18.00 civarında da Cape Town’a dönüyorsunuz. Dönüşte servisler nerede isterseniz orada bırakıyor. Bizim katıldığımız bu tam gün şarap turunun kişi başı ücreti öğle yemeği dahil 1100 Rand yani yaklaşık 500 Türk Lirasıydı. Şarap turları, sundukları programlara göre 1000-3000 Rand arasında değişiyor. Dilerseniz yarım gün olan turları da tercih edebilirsiniz. Kendinize uygun şarap tadım turunu seçmek için tek yapmanız gereken Wine Tours ve Wine Flies adreslerini ziyaret etmek ve beğendiğiniz tura rezervasyon yaptırmak. Bu adreslerde sunulan turların hepsini inceleyin, hangisini beğenirseniz onu seçin.

    Eğer çok daha fantastik bir şarap turu yapmak istiyorsanız Wine Tram adresini ziyaret edebilir ve şarap tadım tramvayına rezervasyon yaptırabilirsiniz. Bu tek vagondan oluşan tramvayın sağı, solu açık yani penceresi yok. Saat 09:30-13:30 arasında hizmet veriyor ve bu saat aralığında 6 farklı şarap çiftliğinde duruyor. İstediğinizde inip gezdikten sonra tekrar binebiliyorsunuz, tabi bu sırada vagon ring halinde sürekli gidip geliyor. Detayları internet sitelerinden öğrenebilirsiniz. Bir diğer alternatif ise Hop on Hop off firmasına ait üstü açık kırmızı renkli turist otobüsleri ile yapılan turlar. Bu turlar 08:30’da başlıyor ve 17:30’da son bulunuyor. İlk önce Stellenbosch kasabası, daha sonra Franschhoek kasabası ziyaret ediliyor. Üzüm bağları geziliyor, şarap tadımı yapılıyor ve öğle yemeği için mola veriliyor. Detayları Citysightseeing adresinden öğrenebilirsiniz.

    Şarap tadımı yapmak için illaki tura katılmanız gerekmiyor, eğer araba kiralamışsanız bireysel olarak da Stellenbosch veya Franschhoek kasabasına gidebilir ve çiftliklerde şarap tadımı yapabilirsiniz. Sadece Stellenbosch kasabasında bile 50’ye yakın butik şarap evi ve şarap çiftliği var. Birkaç tanesini ziyaret etseniz dahi muhteşem anılar biriktirmiş olursunuz. Cape Town’un en ünlü şarap çiftliğinin adı Babylonstoren. Paarl kasabasında bulunan bu çiftlik, aslında 5 yıldızlı bir otel. İçerisinde üzüm bağları, mahzenler, spa, havuz, el yapımı ürünler satılan bir mağaza, restoran, seralar, meyve bahçeleri ve konaklama yapılan odalar var. Yani burası sadece bir otel veya şarap çiftliği değil, devasa bir kompleks. Babil’in Asma Bahçeleri konseptine sahip olan bu muhteşem otele ait süit odaların gecelik konaklama ücreti her şey dahil 500 Dolar’dan başlıyor. Detaylar ve rezervasyon için Babylonstoren adresini ziyaret edebilirsiniz.

    Bir diğer ünlü çiftlik ise Stellenbosch kasabasında yer alan Warwick Wine Estate. Burası da epey geniş bir alanı kaplayan, hatta diğerlerinden farklı olarak göl kenarında konumlanan bir çiftlik. Burada da standart şarap tadımı yapabilirsiniz ancak bu çiftliğin asıl olayı, piknik konsepti. Gitmeden önce internet sitelerini ziyaret ederek piknik için rezervasyon yaptırıyor ve kendinize uygun bir piknik sepeti seçiyorsunuz. Çiftliğe vardığınızda, göl kenarında çimenlerin üzerinde yeriniz hazırlanıyor ve sepetiniz geliyor. Sepet içeriğinde sizin seçtiğiniz şarap, sos çeşitleri, füme et, meze tabağı ve sandviç oluyor. Piknik yapmak zorunda değilsiniz, yukarıda da dediğim gibi sadece restoran bölümüne oturabilir ve standart bir şarap tadımı da yapabilirsiniz. Çiftlik saat 17.00’de kapandığı için planınızı ona göre yapmanız gerekiyor. Piknik sepetleri ortalama 200-250 Rand arasında. Eğer şişe şarap alırsanız, tadım için ücret almıyorlar ve bir şişe şarap ortalama 100 Rand. Dilerseniz 250 Rand karşılığında üstü açık 4x4 araçlarla üzüm bağı safarisi de yapabilirsiniz. Detayları Warwick Wine Estate adresinden öğrenebilirsiniz.

    Paarl Bölgesi’nin en ünlü şarap çiftliği olan Spice Route da yine en çok tercih edilen yerlerden birisi. Tıpkı diğerleri gibi dev bir yeşil alan üzerine kurulu kapsamlı bir kompleks ancak farkı, burada yiyeceğiniz yemeklerin Cape Town’un en iyi şeflerinden birisi olarak gösterilen Bertus Basson’un elinden çıkıyor olması. Dilerseniz sadece şarap tadımı da yapabilir veya şişe olarak satın alıp ağaçların altına oturabilirsiniz. Yemekler şarapla birlikte kişi başı ortalama 300 Rand. Detayları Spice Route adresinden öğrenebilir ve online rezervasyon yaptırabilirsiniz.

    Şarap tadımı ve üzüm bağı gezisi yapabileceğiniz, Cape Town’a en yakın bölge; 1685 yılında Simon Van der Stel tarafından kurulan ve Güney Afrika’da şarap endüstrisinin doğduğu yer olarak bilinen ayrıca otoritelerce Güney Afrika’nın en kaliteli üzümlerinin yetiştiği belirtilen Constantia. Diğerleri kadar olmasa bile Kirstenbosch Botanik Bahçesi yakınlarında yer alan Constantia bölgesinde de 8 tanesi resmi olmak üzere şarap rotasına dahil olan en az 10 şarap çiftliği ve kaliteli restoranlar bulunuyor. Bu bahsettiğim 8 çiftlik, Simon Van der Stel tarafından kurulan Groot Constantia isimli şarap birliğinin üyeleri. Dilerseniz Constantia Wine Route adresini ziyaret edebilir ve beğendiğiniz herhangi bir çiftlik turu için rezervasyon yaptırabilirsiniz.

    Yukarıda da söylediğim gibi, araba kiralamamışsanız veya zahmetsiz olsun istiyorsanız verdiğim linkleri tıklayarak kendinize uygun bir tur seçebilirsiniz. Aracınız varsa ve sabit bir tura dahil olmak size sıkıcı geliyorsa Inside Guide ve Tripadvisor adreslerini ziyaret ederek şarap bağları hakkında bilgi sahibi olabilir ve navigasyonunuz ile dilediğinize gidebilirsiniz.

2. Beyaz Köpek Balığı Dalışı (White Shark Cage Diving): Cape Town’un mutlaka yapılması gereken en ekstrem aktivitelerinden birisi diyebileceğim köpek balığı dalışı, hafızalarınızdan uzun süre silinmeyecek türde bir etkinlik. Köpek balığı dalışı Simon’s Town, Mossel Koyu, Seal Adası ve Gansbaai bölgelerinde yapılıyor ancak bu iş için en uygun yer Gansbaai bölgesi. Cape Town şehir merkezine yaklaşık 185 kilometre uzaklıkta yer alan Gansbaai, en tehlikeli köpek balığı türü olan White Shark yani beyaz köpek balıklarının en yoğun oldukları bölge. Dalış için en uygun mevsim Nisan - Ekim ayları arası ancak yılın her döneminde bu bölgede köpek balığı görebilmek mümkün. Gansbaai’de faaliyet gösteren firmalarının elde ettikleri gelirin bir kısmı köpekbalığı araştırmalarına ve bakımlarına harcanıyor. Köpek balığı dalışı yapmak için yetkili bir firma ile anlaşmanız gerekiyor. Tüm firmaların dalış tekneleri Gansbaai iskelesinden kalkıyor. Bu iskeleye dilerseniz kendi imkanlarınızla dilerseniz de firmaya ait servis minibüsü ile ulaşabiliyorsunuz. Eğer firmanın servisi ile gitmek isterseniz ekstra 550 Rand transfer ücreti ödemek zorundasınız. Biz araba kiraladığımız için servis kullanmak istemedik ve Gansbaai’ye kendi imkanlarımız ile ulaştık. İyi ki öyle yapmışız çünkü bizim için oldukça keyifli bir yolculuk oldu. Yolculuk ortalama 2.5 saat sürüyor.

    Köpek balığı dalış programı şöyle; Gansbaai iskelesine geldiğinizde anlaştığınız dalış firmasının ofisine gidiyor ve ödemeyi yapıyorsunuz. Sizinle aynı dalış grubunda olan insanlarla birlikte sokağın üst kısmında bulunan bilgilendirme ofisine gidiyorsunuz ve hem kahvaltı ediyor hem de dalışla alakalı videolar seyrediyorsunuz. Gerekli bilgilendirmelerin ardından tekneye biniyor ve okyanusa doğru açılıyorsunuz. Tekneler çok hızlı gidiyor bu yüzden hem rüzgar hem de sıçrayan sudan korunmanız için herkese yağmurluk dağıtıyorlar. Güvenlik içinse herkese anında şişebilen boyunluk takıyorlar. Dalış yapılacak yere gelindiğinde dalış kıyafetlerini giyiyor ve 8 kişilik gruplara ayrılıyorsunuz. Herkes güvertede soyunup giyindiği için gitmeden önce altınıza şort ya da bikini giymenizi tavsiye ederim. Sırası gelenler kafesin içine giriyor ve yaklaşık 10 dakika dalış yaptıktan sonra tekrar yukarı çıkarılıyor. Dalış esnasında kesinlikle elinizi, ayağınızı veya kafanızı kafesin dışına çıkarmamamız gerekiyor zira dünyanın en tehlikeli hayvanlarından birisi ile burun buruna oluyorsunuz. Herkes dalıp çıktıktan sonra dileyenler tekrar dalış yapabiliyorlar. Okyanusun suyu inanılmaz soğuk, bir süre sonra eliniz ayağınız titremeye başlıyor. Biz suyun soğukluğuna rağmen eşimle birlikte ikinci kez daldık ve ikinci dalışta ikimizden başka kimse yoktu çünkü dediğim gibi su inanılmaz soğuktu. Dalışı biten ve kafesten çıkan gruba hemen battaniye, sıcak çikolata ve atıştırmalık veriliyor. Köpek balıkları, ilk önce balık parçaları atılarak teknenin yakınlarına çekiliyor. Daha sonra ipe bağlanan ölü balıklar suya atılıyor ve köpek balıkları bu iple kafese doğru çekiliyor, kafestekiler de bu sayede köpek balıklarını yakından görebilme şansı buluyorlar. Kafanız her zaman suyun içinde olmuyor, kafes yarıya kadar suya batırılıyor ve köpek balığı ne taraftan yaklaşıyorsa hemen suya dalıp o tarafa bakıyorsunuz. Dalış esnasında herkeste deniz gözlüğü oluyor. Eğer su geçirmeyen bir cep telefonunuz veya aksiyon kameranız varsa, dalış için suya inerken mutlaka yanınıza alın. Eğer yoksa, firmadan go pro kiralayabilir ve çektiğiniz görüntüleri 450 Rand karşılığında hafıza kartı ile satın alabilirsiniz.

    Bu iş için en ideal firma, aynı zamanda köpek balıklarının bakımlarını da üstlenen gönüllü bir kurum olan White Shark Diving Company. Firmaya ait Shark Cage Diving adresine giriyorsunuz, size uygun turu seçiyor ve rezervasyon yapıyorsunuz. Merak ettiklerinizi mail atarak sorabilirsiniz, anında cevap veriyorlar ve çok ilgililer. Ben rezervasyon yapmadan önce mail attım ve bir gezi bloğum olduğunu, Cape Town ile alakalı yazacağım yazılarda firmalarından bahsedeceğimi ve tavsiye edeceğimi söyledim. Sitenizin adını verin inceleyelim dediler ve daha sonra dönüş yaparak 1800 Rand olan fiyatı benim için 1500 Rand’a düşürdüler. Biz notumuzu aldık, geldiğiniz zaman hatırlatın indiriminizi uygulayın dediler. Düşük sezonda ve kampanya dönemlerinde transfer hariç dalış ücreti 1500 Rand oluyor. Hava şartlarının uygunluğuna göre günde 3 kez dalış yapılıyor ve sabah dalışı 10:00 gibi başlıyor. Eğer kendi aracınızla gidecekseniz en geç 09:00’da Gansbaai’de bulunan ofiste olmanız gerekiyor. White Shark Diving Company sadece köpek balığı dalışı değil aynı zamanda balina izleme turu da düzenliyor. İnternet sitelerini inceleyin ve hangi tur hoşunuza giderse ona rezervasyon yaptırın. Katil balinaların Gansbaai bölgesine geldikleri dönemlerde dalış turları iptal ediliyor çünkü katil balinanın olduğu yerde köpek balığı görmek mümkün değil. Aynı şekilde hava muhalefetinin olduğu günlerde de dalışlar iptal edilebiliyor, bununla alakalı detayları mail atarak sorabilirsiniz. Dalışın transfer hariç toplam süresi ortalama 2 saat. Gidiş geliş de 5 saat sürüyor, yani toplamda 7-8 saatinizi bu aktiviteye ayırmanız gerekiyor.

3. Helikopter Turu (Helicopter Tours): Eğer bütçeniz müsaade ediyorsa, helikopter turu yapabilir ve aktivite olayını zirvede bırakabilirsiniz. Helikopter turu yapabileceğiniz iki farklı firma var, bunlar Cape Town Helicopters ve Nac Helicopters Cape Town isimli firmalar. Her ikisinin de ofisleri Waterfront’ta bulunuyor. Tur fiyatları, gidilecek bölge ve havada kalınacak süreye göre değişiyor. Örneğin 7 dakika havada kalınan bir turun ücreti 990 Rand ve 50 dakika havada kalınan bir turun ücreti ise 6300 Rand. Aynı şekilde koylar ile birlikte tüm yarımadayı kapsayan uçuşlar, sadece Cape Town şehir merkezi üzerinde yapılan uçuşlardan çok daha pahalı oluyor. Masa Dağı yasalar ile koruma altına alınan milli bir değer olduğu için helikopterlerin Masa Dağı üzerinde uçuş yapmaları yasak. Helikopter turu yapmak istiyorsanız Helicopters Cape Town ve Nac Helicopters adreslerini ziyaret edebilir, bütçenize ve zevkinize uygun bir uçuş seçerek rezervasyon yaptırabilirsiniz. Uçuş gününüz geldiğinde firmaların Waterfront’ta bulunan ofislerine gidiyorsunuz ve burada görevliler sizi özel araç ile kalkış yapılacak olan piste transfer ediyorlar.

4. Günübirlik Safari (Cape Town & Kruger Safari): Afrika’da gerçek bir safari yapabileceğiniz iki yer var, bunlar Tanzanya’da bulunan Serengeti Milli Parkı ve Kenya’da bulunan Masai Mara Milli Parkı. Zaten bu iki milli park aslında bir bütün ancak iki farklı ülke sınırları arasında kalmış. Bu parklara benzeyen bir diğer doğal yaşam alanı ise Johannesburg yakınlarında bulunan Kruger National Park. Kısaca Cape Town ve çevresinde aslanların, kaplanların, su aygırlarının vs. doğal ortamlarında yaşayabilecekleri uygun bir coğrafya yok, öncelikle bunu bilmeniz gerekiyor. Eğer buralara gitme imkanınız yoksa ve illaki vahşi hayvanları bir arada görmek istiyorum diyorsanız, Cape Town’a yaklaşık 200 kilometre uzaklıkta yer alan Klein Karoo bölgesinde bulunan bir doğal yaşam parkı olan Aquila Game Reserve denilen alan içerisinde yapılan günübirlik safari turlarına katılabilirsiniz. Burası devasa büyüklüğe sahip bir bölge. Diğer Afrika ülkelerinden getirilen aslanlar, kaplanlar, zebralar, zürafalar, bizonlar, leoparlar, filler vs. bu park içerisinde bir arada yaşıyorlar ancak elbette doğal ortamlarında değil. Örneğin aslanlar, diğer hayvanları yemesinler diye farklı bir bölümde tutuluyorlar ve görevliler tarafından besleniyorlar. Kısaca burayı standart bir hayvanat bahçesinin çok daha büyük bir hali gibi düşünebilirsiniz.

    Safari programı şöyle; her gün sabah, öğle ve akşam olmak üzere 3 tur düzenleniyor, anlaştığınız firmanın servis minibüsü hangi tur için rezervasyon yaptırmışsanız o saatte gelip sizi otelinizden alıyor ve Aquila Game Reserve içerisinde bulunan butik otele götürüyor. Eğer 2 gün süren konaklamalı bir tur paketi seçerseniz bu otelde konaklıyorsunuz. Burada tur saatine göre açık büfe kahvaltı veya açık büfe öğle yemeği hizmetinden ayrıca spa ve havuzdan ücretsiz şekilde faydalanabiliyorsunuz. Safari saati geldiğinde ise grubunuzla birlikte üstü açık araçlara biniyor ve hayvanları gözlemlemeye gidiyorsunuz. Safari sonunda da servis minibüsü ile tekrar otelinize dönüyorsunuz. Böyle bir düşünceniz varsa Aquila Safari adresini ziyaret edebilir ve size uygun bir safari turu seçebilirsiniz.

5. Hop on Hop off ile Şehir Turu: Cape Town’da katılabileceğiniz en uygun fiyatlı ve en güzel aktivitelerden birisi, Hop on Hop off firmasına ait kırmızı renkli üstü açık turist otobüslerine binmek. Eğer daha önce yurtdışına çıktıysanız bu otobüsleri mutlaka görmüşsünüzdür. Hatta İstanbul da bu turist otobüslerini görebilirsiniz. Cape Town’da trafik sorunu yok, yollar geniş ve sapasağlam. Yol boyunca nereye baksanız yemyeşil ağaçlar görüyorsunuz. Yani müthiş keyif alacağınız bir aktivite. Cape Town şehir merkezinin her yerini bu otobüslerle gezebilirsiniz. Hatta bırakın şehir merkezini, ünlü koylara, şarap çiftliklerine ve şehir merkezinden 185 kilometre uzaklıkta bulunan Ümit Burnu’na dahi gidebilirsiniz.

    Biletinizi dilerseniz Citysightseeing adresinden online olarak, dilerseniz de Long Street 81 numarada bulunan Hop on Hop off ofisine bizzat giderek satın alabilirsiniz. İnternet sitelerinde onlarca farklı alternatif var, hepsini inceleyin hangisi hoşunuza giderse o turun biletini satın alın. En popüler tur olan Red City Tour şehrin en ünlü 11 adresinde duruyor. İstediğiniz durakta inebilir ve 15 dakika sonra gelen bir başka kırmızı otobüse binip yolunuza devam edebilirsiniz. Eğer hiç inmezseniz bir tam şehir turu yaklaşık 90 dakika sürüyor. Biletler 1 günlük, 2 günlük, 3 günlük… olarak satılıyor. Eğer 2 günlük Hop on Hop off otobüs bileti satın alırsanız, bilete tekne turu da dahil oluyor ve bu turlar Waterfront’tan kalkıyor. Otobüslerde Wi-fi ve Türkçe dil desteği de olan audio guide denilen kulaklık oluyor ve gezilecek yerler hakkında bilgiler veriyor. İnternet sitesinde sadece otobüs turları değil, aynı zamanda helikopter turları, safari turları, tekne turları, şarap turları, yamaç paraşütü ve teleferik gibi etkinlikler için de bilet satılıyor. Bu turlar, otobüs turu ile de kombine edilebiliyor.

CAPE TOWN HAKKINDA FAYDALI BİLGİLER;

1. Güney Afrika, Türk vatandaşlarından 30 güne kadar vize istemiyor ki bence Cape Town’un en büyük artılarından birisi bu. Pasaportunuzu cebinize koyuyorsunuz ve uçağa biniyorsunuz. Pasaport kontrolünde de herhangi bir zorlama yok. Hoş geldiniz deyip damgayı basıyorlar.

2. Cape Town ile Türkiye aynı boylam üzerinde yer aldığı için arada saat farkı yok ancak Cape Town Güney Yarım Küre’de olduğu için Türkiye ile mevsimler ters. Kış mevsimi olan Temmuz-Ağustos aylarında dahi gitseniz hava ılık olacaktır. En sıcak dönem olan Ocak ve Şubat aylarında da hava biraz serin olabiliyor. Örneğin biz Şubat ayında gittik, bazı günler öyle bir rüzgar esti ki neredeyse dışarıya çıkamadık. Yani yaz mevsiminde de gidecek olsanız, mutlaka yanınıza hırka veya uzun kollu kıyafet almanız gerekiyor. Okyanus suyunun 15 dereceyi geçmediğini söylemiştim, yüzme ile alakalı pek bir beklentiniz olmasın. Eğer illa girmek istiyorsanız, bu hakkınızı Clifton Beach’te kullanın.

3. Araba kiralama konusuna tekrar değiniyorum; eğer ehliyetiniz varsa mutlaka ama mutlaka araba kiralayın. Cape Town’da arabasız gezmek çok zor ve inanın çok daha maliyetli. Sadece şehir merkezinde gezecekseniz tamam ama koylara, şarap çiftliklerine, Ümit Burnu’na, köpek balığı dalışına vs. gitmek istiyorsanız araba size müthiş bir konfor ve özgürlük sağlayacak. İlk başlarda biraz zor gelebilir, tedirgin olabilirsiniz ama en fazla 10 dakika sonra direksiyonun sağda olmasına alışacaksınız. Ehliyetiniz ve şoförlüğünüz varsa, seyahatin sonunda araba kiralamadığınız için çok ama çok pişman olacaksınız. Aracınızı yol kenarına veya bina önlerine park ettiğinizde yanınıza gelecek olan yelekli şahısların hepsi değnekçi. Sanki resmi görevliymiş gibi bir yerlerden buldukları fosforlu yelekleri giyiyorlar. Asıl görevlilerin ellerinde mutlaka fiş kesecekleri bir cihaz olur, unutmayın. Zaten otoparklar 08:00-17:00 saatleri arasında ücretli ve sadece beyaz çizgi ile ayrılan park yerlerinden resmi olarak para alınıyor. Bu adamlara otopark parası vermek zorunda değilsiniz ama aracı park edip uzun süre gelmeyecekseniz mutlaka verin çünkü döndüğünüzde aracınızı hasarlı bulabilirsiniz. Diyelim ki aracı park ettiniz ve hiçbir değnekçi gelmedi, daha sonra oradan ayrılacağınızda yanınıza gelecek olan değnekçiye para vermenize gerek yok, basıp gidin. Tabi bu durum tamamen sizin inisiyatifinizde. Dilerseniz hepsine para verebilirsiniz.

4. Özellikle Long Street üzerinde dolaşırken sürekli yanınıza birileri gelip; ‘’sizden para istemiyorum, karnım çok aç, lütfen bana yiyecek bir şeyler alın’’ diyecekler. Bu insanlar aslında uyuşturucu bağımlısı ve sizin markete girip yiyecek bir şey almakla uğraşmayacağınızı, bunun yerine para vereceğinizi bildikleri için bu taktiği uyguluyorlar. Siz siz olun, sakın ola bu homeless’lara para vermeyin çünkü birine verirseniz, 20 metrede bir başkaları tarafından durdurulursunuz. Hiç muhatap olmayın, yüzlerine bakmayın ve peşinizden gelip çok fazla rahatsız ederlerse durup polisi arayacağınızı söyleyin.

5. Masa Dağı, Lion’s Head tırmanışı, şarap turu, köpek balığı dalışı, helikopter turu gibi etkinliklerin tamamı hava durumu ile doğru orantılı. Cape Town çok fazla yağış alan bir şehir, bu yüzden havanın açık olduğundan emin olmadan tırmanışa veya turlara başlamayın derim. Aynı şekilde sis konusuna da dikkat edin, baktınız hava çok sisli; Masa Dağı’na, Signal Tepesi’ne ve Lion’s Head’e ertesi gün çıkın. Yanınızda her zaman yağmurluk veya şemsiye bulunsun.

6. Şehrin Cape Point ile başlayan ve Clifton Beach ile devam eden batı cephesi, muhteşem gün batımları sunuyor. Gün sonlarını bu taraflara denk getirmeye çalışın ve yanınızda her daim bir şişe şarap bulunsun. Size tavsiyem, hiçbir gün batımını kaçırmamanız zira bir daha bu kadar güzeli ile karşılaşamayabilirsiniz.

7. Cape Town dışarıdan bakıldığı zaman modern, suçtan arınmış ve güvenliğin hat safhada olduğu bir şehir gibi görünüyor ancak öyle değil. Sınıf ayrımı ve neredeyse %30’a varan işsizlik oranından dolayı özellikle gençler suça yönelmeye başlamış durumda. Çok fazla sokak aralarına girmeyin, yanınızda yüklü para taşımayın, gaspa veya kapkaça uğrarsanız direnmeyin, geceleri Waterfront haricinde çok fazla dışarıda kalmamaya çalışın, cüzdanınız görünen bir yerde olmasın. Tabi bunlar sadece uyarı, çok büyük ihtimalle herhangi bir sorun yaşamadan gezip döneceksiniz ancak tedbirli olmanızda fayda var.

8. Para çevirme işi çok meşakkatli. Döviz bürosuna gidiyorsunuz, pasaportunuzu veriyorsunuz, size verilen formu ikamet ettiğiniz adrese kadar eksiksiz dolduruyorsunuz ve formu imzalayarak paranızı alıyorsunuz. Bu işlemler neredeyse 10 dakika sürüyor. Bu yüzden havalimanında para çevirme işini halledin, şehirde kafanız rahat olsun. Elinizde kalan parayı da dönüşte tekrar Dolar’a çevirirsiniz. Eğer şehir merkezinde para çevirmek isterseniz Waterfront’ta bulunan Alfred Mall içerisinde göreceğiniz American Express Foreign Exchange isimli döviz bürosunda çevirebilirsiniz. Her yerde kredi kartı geçiyor, harcamalarınızı direkt kartla yapabilirsiniz. Eğer para bozdurma ile uğraşmak istemiyorsanız, ATM’lerden direkt Rand (Zar) olarak paranızı çekebilirsiniz.

9. Eğer Masa Dağı ve Lion’s Head Tepesi’ne tırmanmak gibi bir düşünceniz varsa mutlaka yanınızda uygun ekipmanlar getirin. Tırmanışa uygun outdoor ayakkabı, yine uygun bir pantolon, rahat bir sırt çantası, el feneri, powerbank vs. Tırmanışa başlamadan önce yanınıza yeteri kadar su ve atıştırmalık aldığınızdan da emin olun.

10. Cape Town’a gitmeden önce, katılmak istediğiniz tüm aktivitelerin rezervasyonlarını online olarak yapın ve çıktılarını alarak çantanıza koyun. Her rezervasyonda mail geliyor ancak siz işinizi garantiye alın. Gitmeden planınızı netleştirin ki orada uğraşmak zorunda kalmayın. Hem biletleri online almak maliyet açısından da sıra bekleme açısından da daha avantajlı. Masa Dağı teleferiği, şarap tadım turu, köpek balığı dalışı, helikopter turu, Robben Adası turu, Africa Cafe, Mama Africa, The Test Kitchen gibi ünlü restoranlar vs. Hepsini gitmeden halledin derim.

11. Cape Town’u tam anlamı ile gezmek için 10 günden fazla bir süreye ihtiyacınız var. Eğer aktivitelere katılacaksanız minimum bir hafta kalmanız gerek. Ümit Burnu, Hout Bay, köpek balığı dalışı, şarap tadım turu, plajlar vs. Bunların hepsine 1 tam gün ayırmanız gereken yerler. 3-4 günlük bir planla Cape Town’a giderseniz, bin pişman halde dönersiniz.

12. Cape Town’da ciddi bir su sıkıntısı var. Kişi başı günlük üst limit 50 litre olarak belirlenmiş, bu yüzden suyu boşa akıtmamaya çalışın. Su sıkıntısına dikkat çekmek için her yere ‘’drink beer, not water’’ tabelaları asılmış. Musluklardan su içebilirsiniz, kontamine olmadığı söyleniyor ancak güvenemezseniz marketlerden hazır su alabilirsiniz, zaten fiyatları gayet makul oluyor.

13. Tıpkı İngiltere gibi burada da prizler 3 girişli yani bizim kullandıklarımızdan farklı. Gitmeden önce temin etmeye çalışın. Olur da edemezseniz, Cape Town’da birçok yerde bu prizlerden bulabilir, uygun bir fiyata alabilirsiniz.

14. İngilizce bilme oranı çok yüksek. Neredeyse herkes İngilizce konuşabiliyor. Bu yüzden dil konusunda kesinlikle zorluk yaşamayacaksınız. Hatta Cape Town’lular sizin İngilizceniz ile alakalı sorun yaşayabilirler, o derece hakimler diyebilirim. 

15. Güney Afrikalılar kendilerine Rainbow Nation yani Gökkuşağı Milleti diyorlar. Her ırkı, her ten rengini, her dini ve her dili kucaklayan bu terim Cape Town’un nüfus çeşitliliğini de sembolize ediyor. Cape Town’da siyahlar, beyazlar, melezler ve Asyalılar olmak üzere dört farklı grup yaşıyor.

16. Güney Afrika şaraplarının bu kadar ünlü ve lezzetli olmasının asıl sebebi; şarabın esas tadını belirleyen iklim, toprak ve üzümün yetiştirildiği yerin konumunu ifade eden terroir yani çevresel faktörler. Ülkenin iki ünlü kendine has üzümü var, beyaz şarap yapılan Chemin Blanc ve kırmızı şarap yapımında kullanılan Pinotage.

17. Güvenlik sebebiyle sokaktan taksi çevrilmiyor. Lisanslı bir taksi durağını arıyorsunuz ve bulunduğunuz yere taksi istiyorsunuz. Tabi Uber gibi bir seçenek varken kimse kolay kolay taksi kullanmıyor.

18. Cape Town, Türk şehirlerinden bir tık pahalı, Avrupa şehirlerinden bir tık ucuz. Güney Afrika para birimi olan Zar, her geçen gün Türk Lirası karşısında değer kazanıyor, bu yüzden elinizi çabuk tutun. Kişi başı günlük 50-60 Dolar bütçe ile rahat bir gezi yapabilirsiniz.

19. Eğer Turkcell veya Vodafone abonesiyseniz, hattınızı Cape Town’da kullanmaya devam edebilirsiniz. Turkcell’de günlük 39 Lira karşılığında paketinizi Türkiye’deki gibi kullanabiliyorsunuz. Biz öyle yaptık ve sim kart almaktan çok daha hesaplı oldu. Sizlere de böyle yapmanızı tavsiye ederim. Eğer internet için sim kart almak isterseniz, Vodacom firmasına ait ofislere uğrayabilir ve kendinize uygun bir turist paketi seçebilirsiniz.

20. Her ne kadar bir Afrika şehri olsa da Cape Town’a giderken herhangi bir aşı yaptırmanıza gerek yok. Bu durum sadece Güney Afrika için geçerli, diğer Afrika ülkelerinin aşı politikaları tamamen farklı.

Yorumlar